Dün,
Hadiseler peş peşe "vuku" buldu!
Nefes kesici.
Pür dikkat isterken, "baş döndürdü".
Öyle ki,
Biri ötekini öteler seyr-ü sefer içerisinde, kovaladı.
Özelliklen,
İçkale'deki "38'e varan kafatasıyla" alakalı, DNA sonucu.
Uludere'deki 35 sivil vatandaşın "katledilmesiyle" alakalı, hukuki gelişmeler.
Türkiye'nin,
Karanlık yüzünü gösteren, Şemdinli davası'nın "33 sayfalık gerekçeli" kararı.
Yani diyeceğim;
İdari, Adli ve Askeri "soruşturmalar".
Ciddi, Manada "mülahaza" icra etti ve edecek!
Tabi bir de;
Siyasi Partilerin grup toplantılarından "çıkan" söylemler.
Malum,
Her salı günü, "siyasi nabız" grup toplantılarında atar.
Orda;
Bir haftanın "birikintileri" dışa vurulur.
***
Evet,
Sohbete buradan başlayalım.
Parti gruplarında;
Kim,
Kimi suçlayarak "parti" görüşünü, nasıl bir performansla ortaya koydu.
Elbette ki;
İlk grup toplantısı, AK Parti'den.
Ardından,
Sırayla CHP, BDP ve MHP yaptı.
Birbirlerini takip ederek.
Daha doğrusu,
Biri ötekinin "eleştirilerine" cevap verebilme, gayretiyle bu sıralama hsıl...
Kürsüde,
Başbakan Erdoğan hedefinde ise, 28 Şubat ve süreci var.
Bizler gibi;
Bu ülkede yaşayan milyonlarca insan gibi o da, 28 Şubat mağdurlarından.
Hatırlarsanız Siirt'te;
"Minareler, süngü, kubbeler, miğfer, camiler, kışla" diye şiir okumuştu.
Sen misin okuyan.
Vesayetçi,
Faşizan zihniyet, Post modern anlayış, "özgür ifade, düşünce ve söyleme" teamülsüzlüğüyle, hapse attı.
O dönemin;
Post Modern postal yalakacıları da; "muhtar bile olamaz" diye manşet atmıştı.
Ama;
O mağduriyet ona "yürü ya kulum" dedirtti.
"Başbakanlığı" getirdiği gibi, üç dönemlikte iktidar olmayı da nasip etti.
Üstadın bir ifadesiyle; Her şerde bir hayır vardır diye.
Aynen de öyle;
çünkü bu toplum ve ahalideki siyasal, "dik duruşluk", demokrasiye hayat verdi.
Vesayete,
Statükoculuğa, "hayır" diyerek, özgürlüğü, demokrasiyi seçti.
***
Onun için de;
28 Şubatı ikmal edenler hatırlarsanız; "bu süreç bin yıl sürecek" demişti.
Kuzu sandıkları toplum;
Ne imkn verdi, ne hükmü kabul etti, ne de "sineye" çekti.
Erdoğan'ın dediği gibi;
Bin yıl değil, 10 yıl dayanamadılar, "şimdi hesap" veriyorlar.
Esamileri dahi okunmaz hale gelindi.
Unutuldu.
***
İkinci ameliyatından üç hafta sonra;
Kürsüde bu konuşmayı yapan Erdoğan bir de "anısını" anlattı.
Belediye Başkanlığı döneminde hastanede tedavi olurken, "iki bayan öğrencinin" ziyaretine gelerek kendisine söylediklerinden söz etti.
Neyiniz var demiş?
İki kız öğrenci;
'Kafayı üşüttük, eğitim hakkımız elimizden alındı'
Meğer burada psikolojik tedavi görüyorlarmış.
Bu durumda yüzlerce binlerce evladımız vardı. Bunların ah-ı yerde kalır mı?''
Ne mümkün?
***
CHPnin grup toplantısında ise;
Kılıçdaroğlu, 28 Şubat üzerinden, Erdoğan'a yükleniyor.
Süreci,
Sıradan Erbakan'a yönelik "girişim" olarak, adlandırırken, "post modern" düşünceye, pek ilişmeme gayretini güttü!
Diyor ki;
"28 Şubat Erbakan'a karşı yapıldı.
Sen ne yaptın?
Erbakan'ı arkasından vurdun."
***
MHP Lideri Bahçeli, 28 Şubat'la alakalı;
Sanki " hiç yaşanmamış" bir düşünce arzıyla, 12 yıllık zorunlu eğitimle, hükümete yüklendi, grubunda.
"Yeni istismar alanları açılmasın."
Gelelim; BDP'ye.
Demirtaş, 28 Şubat'a eleştirir getirirken, hükümeti de "sürecin" ürünü olarak gördü.
Bir de;
"Destekçisidir" suçlamasını getirirken, Uludere'nin hesabının sorulmasını istedi.
Dikkat edin;
Parti Liderlerinin grup toplantılarındaki birbirlerine "söz yetiştirme" maharetlerine!
Hiçbirinde;
Ciddi ama liyakat arz eden; "Millete yönelik" saf ve ak bir samimiyet görünmüyor.
Niye.
çünkü herkes; kendi değirmenine, aşı taşıma gayretinde.
***
Dedik ya;
Gündem baş döndürücü hadiselerle dolu.
Siyasilere nokta koyarken; İçkale'deki kazılara gelelim.
Yani;
Uzun yıllar JİTEM'in karargh,
Yargı'nın Adli mekn,
Adalet Bakanlığının da "mabushane" olarak, kullandığı, tarihi İçkale.
Burda;
38'e yakın, tesadüf eseri, yapılan kazı esnasında "kafatası ve insan kemikleri" bulundu.
Üzerinde birçok;
Fikir üretilip, mülahazalar geliştirildi.
Ekseri kanaat ta;
Bu kafatasları, "faili meçhul" cinayete kurban gidenlerin ve JİTEM tarafından buraya "toplu gömüldükleri" yönündeydi.
***
İşte dün Diyarbakır Özel Yetkili Savcılık.
Ve İstanbul Adli Tıp Kurumundan, "yazılı" açıklama geldi; "Kemiklerin sırrı çözüldü" diye!
Şöyle diyor özetle;
Ölüm nedenini açıklayacak bulgu yok.
Bulunan kemikler en az 100 yıllık.
Bir kısmı hayvan kemiği.
Bütünlüğü bozulmamış kemiklerin üzerinde herhangi bir yanıcı alet, silah lezyonuna rastlanmamıştır."
***
Doğrusu;
DNA raporuna inanmak isterdim.
Ama "kuşkuluyum".
çünkü
Ortada yüzlerce, kayıp insan var.
İşlenmiş; binlerce faili meçhul cinayet!
Fail noktasında ise hep "JİTEM" gösterilmekte.
Ki, "ekseriyetiyle de" öyle.
***
Bunlar,
Israrla denilebilinir ki, "burada" değil.
Evet, orda olmasa da bir yerlerde "kemikleri" çıkarılmayı bekliyor.
Kafatasları,
İlk bulunduğu esnada şöyle bir ifadem olmuştu.
İnsanlığından nasibini almamış kimseler; bu kadar insanı katledip, "buraya" topluca gömmeleri, "aptalca" olur.
Ancak;
Bu caniler "öyle aptallardan" değil demiştim.
Soruşturma sürüyor.
Bakalım;
100 yıllık ise 1915'e mi, dayanacak, yoksa daha evveliyatına mı?
Yoksa
1925 ila 1940'lara mı, gelecek!
Bekleyip göreceğiz.
Lakin
Son sözüm, "ben hala da", o alanla alakalı ciddi kuşlular taşımaktayım.
***
Uludere katliamı.
Hukuku anlamda dosya Diyarbakır'a gönderildi.
Yeni özel yetkili savcı artık soruşturmayı "tek elden" yürütecek.
Beri yanda;
BDP'nin bir başvurusu vardı, "davayı" Uluslararası Ceza Mahkemesine taşıma noktasında.
Gelen bilgilere göre; "işleme" alınmış.
Denilmiş ki;
"Roma Statüsü çerçevesinde değerlendirmeye almış bulunmaktayız"
Malum,
BDP ayrıca BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliğine de başvuru yapmıştı.
Karanlık bir vaka; Uludere.
Aydınlanmalı.
***
Karanlık;
Hadiseler derken devam edelim, Türkiye'nin "derin" dokusuna.
Şemdinli davası.
Mahkeme;
333 sayfalık gerekçeli kararını açıkladı.
Ne hikmetse;
Hrant Dink cinayetindeki, "örgüt", sendromu burda da ikmal oldu.
Yani mahkeme;
Davada 'örgütü' gördü, ancak bunu kanıtlayamadı.
Örgüt var, kanıt yok!
"İyi çocuktur. Tanırım" diyen, apoletler olunca, elbette ki, sirayeti, kanıtsızlaşır.
Velhasıl;
Mahkeme birçok detay ve derin devlet ikmaline yönelik, hayli "analiz" icra etmişse de.
Özü itibariyle;
Bir kez daha, Hrant Dink, Susurluk, Danıştay davasında olduğu gibi; burda da "berisi" saklı kaldı.
***
Doğrusunu isterseniz bu da;
Yarınlar elbette ki, "aydınlık" olacak, ama velkin, "karanlığın" kbusu da, demoklesin kılıcı gibi sallanmaya devam edecek.
çünkü hadiselerin "arka penceresi" açılmadıkça; "demokrasiye" yönelik atılan her adım; eksik kalır.
28 Şubattan,
Bir daha söz edersek, dün Diyarbakır Adliyesinde, bu minvalde hareketlilik vardı.
Uzun yıllar;
Gazetecilik yapan ve 2004 yılında Silvan'da öldürülen Yaşar Parlak'ın akıbetiyle alakalı!
Dün;
Oğlu Ferhat Parlak, savcılığa suç duyurusunda bulundu.
Dönemin,
Komutanlarından çevik Bir.
Ve şuan CHP Milletvekili olan Oktay Ekşi.
Nam-ı diğer Basın Konseyi(!) eski Başkanı.
Dokunulmaz şimdi.
***
Ferhat Parlak diyor ki;
28 Şubat sürecinde hazırlanan andıçta, "babam da" vardı.
Hatta Oktay Ekşi;
25 Nisan 1998'de başyazar olduğu gazetedeki köşesinde "Alçakları tanıyalım" diye yazı yazmış, hedef göstermişti.
Evet.
Parlak, "Silvan'daki faili meçhul cinayetler" isimli kitabı yayınlandıktan kısa bir süre sonra; "ensesinden" tek kurşunla vurularak öldürüldü.
Cinayet,
Hizbullah'a mal edilerek faili meçhul bırakıldı.
Ferhat Parlak.
O da babasından mesleğin bayrağını alanlardan biri.
Bakalım;
Hukuki mücadele de, nereye kadar gidebilecek.
***
Velhasıl;
Türkiye geçmişiyle, "yüzleşmeli" ama adaletin, hukukun "şiarıyla".
Nasıl ki;
Başbakan başörtülü iki genç kızımız için; "ahları yerde kalır mı?" diyorsa.
Bilsin ki;
28 Şubat süreci.
Evveliyatı ve sonrasında; "faşizan" sistemin, işleyişiyle "can veren, kaybeden, mağdur olanların" da; ah-ı kimseye kalmaz.
Ki ne mümkün.
Yüce yaradan er yda geç; "hakkı tecelli eder".