PAZARA ÖZGÜ ALINTILAR
Eklenme: 3/13/2010 12:00:00 AM

Hepinizin malumudur; gün itibariyle bugün hafta sonu.

Demek ki Cumartesi gününü ifa ediyoruz.

Eee! Doğal olarak da bir sonraki gün de Pazar.

Köşenin müdavimleri yakinen bilirler.

Kesintisiz 'haftanın' 6 günü; yazı mevcudiyeti hâsıl.

Tabi pazar hariç!

Ancak Cumartesi gününe özgü 'yazı konusu' fırsat sağlandığında;

'Pazar yazısı' diye satırlar vuku bulur.

İşte bugün de böylesi bir 'düşünce' ikmal etti.

***

Düşündüm; 'hem' kendi yorgunluğumu ve hafta içerisindeki 'stresli' hareketliliği.

Sizin de; 'haftanın' koşuşturması. Ve hepimizi 'gözyaşına' boğan deprem.

Siyasetteki 'çalkantı'.

Diyarbakır'a reva görülen 'Göğüs Hastalıkları' hastanesinin kapatılması.

Diyarbakırspor'un 'uğradığı' haksızlıklar.

Taş atan çocukların 'ömür tüketen' hapis cezalarına uğratılması.

Ve daha sayabileceğimiz 'onlarca' hadise.

***

Hepsini bir 'gün de' olsa 'unutma' noktasında; şöyle 'neşenin' öne çıkacağı.

Biraz da; 'hikâye' var-i yaşam ikmaline ilişkin 'beyin dinleme' modunu icra etsek; ne olur?

Sanırım ilaç gibi gelir.

İşte size 'alıntılarla' harmanladığım bir kaç; 'hayata' dair hikmeti vaki olan notlar.

Bakalım; tepkiniz ne olacak?

İnanıyorum ki; 'olumlu noktada' oh be diyeceksiniz.

Çünkü ben satırlara döktüğüm sırada bu sözü bir kaç kez sıraladım.

Bakalım; 'pazar yazısı' moduyla kaleme aldığımız 'harmanda' neler var?

***

En büyük cömert!

Önemli bir sefer hazırlığı yapılıyordu.

Peygamber efendimiz!

Herkesten yapabileceği yardımı en üst sınırda yapmasını ister.

Hz. Ömer (ra) bu isteğe uyarak büyük miktarda bir yardımla Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.a.v)'in huzuruna çıkar. Peygamber efendimiz sorar:

Ya Ömer, malının ne kadarını yardım olarak getirdin?

Hz. Ömer cevap verir:

Tam yarısını getirdim ya Resulullah, size getirdiğim kadar da geride var.

***

Biraz sonra Hz. Ebû Bekir (ra) gelir.

O da büyük bir yardımda bulunur.

Peygamber Efendimiz ona da sorar:

Malının ne kadarını getirdin?

Hz. Ebû Bekir cevap verir:

Tamamını getirdim ya Resulullah. Evimde Allah ve Resulünün sevgisinden başka bir şey bırakmadım.

Bunun üzerine Allah'ın Resulü şöyle buyurur:

Allah yolunda fedakârlıkta Ebû Bekir'i kimse geçemeyecek!

***

GÖZÜNÜ TOPRAK DOYURSUN?

Zamanın birinde!

Kalabalık ve tarımla geçinen bir köyde, ahali tarlada çalışıyor.

Köylülerden biri tarlasında 'kemik' parçası bulur.

Düşünür! Bu 'kemiği' ne yapayım diye?

Sonra karar veriyor; en iyisi 'Padişah'a götüreyim.

O bunun hikmetini bilir.

Huzura çıkar ve der ki;

Padişahım bir kemik bulduk. Ancak ne kemiği olduğunu anlayamadık.

Hikmet-i mücibesi nedir?

Eğer hikmetiniz olursa sizin 'kâine' gösterelim.

***

Padişah köylünün 'ısrarı' karşısında 'uygun' görür ve emir buyurur.

Tabi kendisi de merak ettiği için; 'kâine' hikmeti sorar.

Nedir bu kemiğin 'sırrı' diye!

Kâin kemiğe bakmış. Lakin ne kemiği olduğunu kâin de bulamamış.

Ancak Padişah'a şöyle demiş:

'Kemiği bi tartalım ağırlığı' nedir?

Koymuşlar teraziye kemiği. Ama nafile kemik; 1 okka, 2 okka derken terazi almıyor.

Çünkü terazi yeterli kalmıyor.

Padişah kızmış ferman vererek Sarayın bahçesine büyük bir terazi yaptırın demiş.

Tez elden terazi kurulmuş.

Ve terazinin bir kefesine köylünün bulduğu 'kemik' konulmuş.

Diğer kefesine de taşlar ağırlık olarak bağlanmış.

Hikmeti hâsıl ile terazi bir türlü dengelenmiyor.

***

Padişah 'akl-ı selim' düşünceyle 'bu işte bir hikmet var' deyip, 'Bana Dervişi' çağırın diye emir buyurmuş.

Sarayın askerleri 'apar-topar' dervişi huzura almışlar.

Padişah 'şu kemiği' bir türlü tartamadık; nedir hikmeti? diye sormuş.

Derviş kemiği eline alıp gülmüş!

Kızgınlığı her yönüyle yüzüne ve ses tonuna yansıyan Padişah Derviş'e seslenmiş.

'Ne gülersin derviş' de bakalım.

***

Derviş Padişah'a 'iyi izle padişah'.

Ağırlığı tartıyla ölçülmez kemiği terazinin kefesine koymuş.

Sonra da; yerden aldığı bir avuç toprağı serpmiş üzerine.

Terazinin ağırlığının olduğu taraf ağır basmış.

Padişah 'nasıl olur?'

Bu kadar taş, bu kadar mal-mülk terazinin kefesine koyuldu.

Kemiğin ağırlığı dengeye gelmedi. Bir avuç toprak dengeye getirdi.

Derviş yine Padişah'ın yüzüne gülümsemiş.

Ey hikmetli padişahım. Bu kemik 'göz çukuru' kemiğidir.

Ben üzerine bir avuç toprak atarken 'gözünü toprak doyursun' dedim.

Öyle ya;

Zaten İnsanın gözünü ancak bir avuç toprak doyurur.

Ama şu fani dünya'da hala 'gözü toprak' doyursunlar çok!

***

Ne tarafa dönmeli?

Günün birinde bir şahsiyet;

İmam-ı Azama gelerek 'kafasını' meşgul eden bir soru sorar.

İmam-ı Azam de bakalım der.

Adam der ki;

"Yıkanmak için nehre girdiğimde kıbleye mi yöneleyim, başka yöne mi?"

İmam-ı Azam tebessüm ederek cevap verir:

"Çıkınca elbisesiz kalmak istemiyorsan, elbiselerinin olduğu yöne dön"

Kalp Kalbe Karşı mıdır?

Kalp kalbe karşıdır" sözü, insanların tecrübelerinden kaynaklanan anonim bir muhtevaya sahiptir.

Araplar da "Minel kalbi ilel kalbi sebîla=Kalpten kelbe yol vardır" derler.

Kanaatimizce, bu söz genel bir kural olarak doğrudur.

Ne var ki her zaman geçerli olmayabilir.

Örneğin, kalbimizi kendisine açtığımız, sevgi ve sempatiyle baktığımız kimseden de genellikle aynı karşılığı görürüz.

Tersine, kalbimizi kendisine kapalı tuttuğumuz, hoş görmediğimiz kimseden de aynı karşılığı görürüz.

Fakat bazen çok şiddetli aşka tutulanlar, karşı taraftan aynı karşılığı görmeyebilirler.

***

Bunun bir hikmeti de kalbin yaratılış sırrında saklıdır:

Kalbin en derin köşesi (süveyda-i kalp) en şiddetli sevgi potansiyelini taşımaktadır.

Bu sevginin karşılığı, ancak cemal ve kemali sonsuz olan yüce ALLAHtır.

Bunu yanlışlıkla bir yaratık için kullandığımızda, karşıdaki kalp bunun yanlışlığını hisseder ve ters tepki gösterir.

Şıkların genellikle karşılık görmemekten şikâyette bulundukları olumsuz tavrın bir hikmeti budur.

İslamda hüsn-ü zannın esas alınmasının bir hikmeti de toplumda sevgi zemini oluşturmaktır.

Hüsn-ü zanla bakan karşıdaki insana güzel gözle bakar, iyi insan olarak düşündüğü için onu sempatik bulur ve karşıdan da genellikle aynı karşılığı görür.

Böylece cemiyette karşılıklı saygı ve sevgi hâkim olur, insanlar hayattan lezzet alır.