Geldik, hafta sonuna!..
Zihni, dinlemeye alalım.
Takılalım..
Özellikle, geçmişin hasret içeren, nostaljisine..
Diyelim ki..
Nerdeeee; O bizim "eski sokak satıcılarımız"..
Sahi nerdeeeeler?
***
Yoklar..
Pek çok değer gibi, "mazinin" tozlu sayfalarında artık..
çağın niteliği....
Gelişim-değişim..
Sanayi
Teknoloji..
Ve tabi ki, "hayat" felsefesi, rüzgar misali alıp götürdü.
***
Ne onlar "değişime" ayak uydurabildi..
Ne de bizler; o değerlerin yaşaması için, "çaba" sarf ettik..
Maziye gömdük-gömüldüler..
Sütçüsünden,
Yoğurçusuna, kalaycısına kadar.
Şerbetçisi..
Ya da Bohçacısı..
Tabak-canak, terlik, satıcıları..
Nerde, üç tekerlekli arabalı sokak satıcılarımız..
Zerzevatçı..
***
Macuncu..
Hele ki, okul önlerindeki macuncu..
Ya da Cuma günleri cami önüde bekleyen!
Ahşaptan yapılı, üç baçaklı sepha!
çam kavanoz içerisinde renga renk, şekerleme..
Tahta çubuğa sarar, öyle yenilirdi..
Karamela..
Akide, nane şekeri..
Ya pamuklu şeker..
***
Halaççı..
Pamukçu, yuncu..
Kalaycı..
Ve Bakır ustalarının, "milim milim", bakırı dövüşleri..
Bakır sahan,
Tencere,
Kazan, lengeri kalmadı, kalaycısı da?
Yoklar..
Yerini alanları saymak istemiyorum..
***
Evet..
Tıpkı..
Bir çok, örf, ödet, gelenek, görenek gibi "maziye" gömüldüler..
İşte yaşıyoruz..
Bugün, Ramazan-ı Şerif'in beşinci günü..
"Günler su gibi" akıp- gidiyor..
Ha buarada..
Oruç öncesi herkeste ciddi bir kaygı vardı..
Özellikle; "sıcaklarla" ilgili olarak..
Denilirdi ki; "bunaltıcı sıcaklarda" nasıl oruç tutulacak diye..
***
Maşallah..
Sıcaklar, 40-45 dereceyi aşmış durumda..
Ama..
Öyle korku, endişe ve hayli sıkıntı verecek bir hal yok..
Allah'ın, hikmeti ve inayetiyle; Ramazan "hoş bir seda" içerisinde geçiyor.
Buarada, geçmişe oranla,
Özellikle Diyarbakır'ımızda Ramazan'a hayli ilgi yüksek..
Bu da sevindirici olsa gerek..
***
Ne var ki..
Bir çok değer gibi..
Ramazan ayını da artık "O eski" hal-i vaziyetiyle yaşamıyoruz..
Hani klişeleşmiş bir ifade var ya; nerde O eski Ramazanlar diye..
Ne yazık ki öyle..
O sözün ifadesiyle, Ramazan-ı Şerif'i özellikle hayatımızda; "yalnızlaştırdık"..
Daha doğrusu; "dönüştürdük" kendi hayat felsefemize!..
O bizi değil, biz onu, "değişime" uğratır hale geldik.
***
Eğlenceye..
Siyasi gösterilere..
Politize olmuş mülahazalere meze eder olduk..
Ve tabi ki; "gövde" gösterisine dönüşüp gitti..
Ustadın ifadesiyle..
Hal-i Alem meydan da..
İftar çadırlarına karşı değilim..
Ama; İsim olsun, millet bilsin..
Hele ki, "oy olsun" oylar haneme yazılsın; "niyetiyle" kurulan iftar..
İşte ben bu çadır kuruculara karşıyım..
***
Zaten..
Bu yöndeki niyetin, "iftariyesine" katılan da..
Veren gibi; "yandaş.."..
Yoksulu,
Fakiri, bicaresi, mağdur değil sofraya oturan..
Görüyoruz, kimler oraya hücüm ediyor..
Olmadığı içindir, tepkim!
İhlas yok..
Bundan dolayı da dini analizde "sevabı da" mülahaza üretmekte.
***
çünkü..
Zihninde; "Allah rızası" şart olmalı..
Yoksa!..
Ne iftarın,
Ne iftariyenin bir hayrı ve sevabı olmaz!..
Olsa olsa rıyakarlıkla, "dostlar" alış-verişte görsün olur..
Nitekim de öyle!
***
Ya yıldızlı otellerdeki "iftarlar"..
Veya şık, "restorantlardaki" iftar davetleri..
Resmi kurumların..
Mekanlarındaki "yemekli" davetler da ayrı bir tezat..
Dedik ya; nerde o "eski Ramazan-ı Şerifler"..
Yalnızlaştırdık..
"Gösteriye", ikmal ettirerek, seyrinden çıkartık..
***
Nitekim..
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez'ın de bu meyanda serzenişi var..
Güzel bir analiz..
Tam da meramımı ifade ediyor..
Diyor ki;
"Ramazanın şatafat ve gösteriye dönüştürülmemesi gerekir.
Asıl maksattan uzaklaşarak yapılan iftarlar Ramazanın ruhuna uygun değildir.
İftar çadırlarının gayesi dışına çıkmasına izin verilmemelidir."
***
Hiç kuşkusuz ki;
Yukarıda sıraladığımı özet ifadesidir..
Ki "Ramazan-ı yalnızlaştıran" haldir bu yaşatılanlar?
Diyeceğim;
Hikmeti kaybolan bir hükmün tatbiki "erdemli toplum" oluşturmaz.
Hele ki
Yoksulluğun gıda paketi ile giderileceğini düşünmek, tezattır..
çünkü İslam ruhuna uygun değildir.
***
Yoksulluğu "yok etmek"..
Ancak ve ancak;
El birliğiyle "eşit ölçüde", üretip-kazanmakla mümkündür.
Ama bu hal-i durum da ülkemizin "siyasi ruhunda" bu bulunmuyor..
Onun için..
Ne mümkündür "yoksulluğun" yok olması..,
***
Ve bir fıkrayla..
Yazıya nokta koyalım..
Malum..
Dedik ya; "zihni" dinlendirmeye yönelik bir yazı olsun!.
Ama gel gör ki..
Yine "mülahaza" icra eden, politik mevzuuya takıldık..
Ne diyelim değerler elden, kayıp gidince, zihin de kavgacı oluveriyor..
***
Fıkra bu..
Bir Bakan..
Canı sıkılmış, gezintiye çıkmış..
Derken..
Dicle nehri kıyısında, kayığa binmiş..
Yok.
çayda çıra için değil..
Gezinti..
***
Bakan, kendi kaygında kürek çekiyor..
Tabi ki..
çevreye de göz atıyor, ne var ne yok diye?
Satış yapabilmek için..
Yağdanlıkları da çevresinde..
Yağçılık hal-i ikmalleriyle arkadaki sandalla takip ediyorlar..
Zaman zaman, tekerür edermiş bu hal..
***
Ve..
Birgün yine seyr-ü sefere çıkmış..
Ana ne var ki..
Bakanın kayığı birden "karaya" oturmuş..
Vaziyet çakılı..
Yağcılar telaş içerisinde, sormuşlar..
"Ne oldu sayın Bakanım" diye?
***
Bakan tebessüm etmiş..
Zaten güleç yüzlü!!
O da demiş ki..
"Ne olacak, oturduk.."
Eee..
Yağçıların "alkışlı" karşılığı olması gerek..
Onlar da, demiş ki..
"Güle güle, oturun efendim.. Güle güle oturun.."