SAHİPLENMEK GEREKMEZ Mİ?
Eklenme: 8/26/2010 12:00:00 AM

Bugün için de;

İstikamet "referandum" olsun diyelim!

Zaten gündem de aşırı bir odaklamayla hadiseye yönelik.

Her ne kadar "arenasında" farklı flaş gelişme ve yeni başlıkları hasıl ise de, özü kendi içindeki hassasiyetli.

Evet!

O gün.

Yani 12 Eylül seçim günü çattı-çatacak. Kısa bir zaman dilimi kaldı.

Malum;

Sandığın konulduğu her "seçim" dönemine ilişkin gün yaklaştıkça doğal olarak hadiseye odaklı tansiyon da değişim kaydediyor.

İnişli, çıkışlı bir eğilim.

Ki bu değişim; kimi noktada "pozitif" kimi noktada da "negatif" bir gelişme ihtiva ediyor.

Evet mi?

Hayır mı?

Boykot mu?

Görüyoruz;

Son bir kaç gün içerisinde "illerde ve miting" meydanlarında çekilen kılıçların yarattığı kıvılcımları.

 

***

 

Neyse!

Konumuz "kim kılıç çekti", kimler nasıl kıvılcım oluşturdu hesabı değil.

Mevzuumuz; biz Kürtlerin tercihi.

Şu an için "referandumla" alakalı; doğrusu ciddi bir ikilem söz konusu.

Nedir bu ikilem;

BDP'nin istemine uyup sandığı "boykot" etmek.

Ya da; siyasal iktidarın da istemiyle "evet" deyip Anayasa Değişikliğini onaylamak.

Bir kaç gündür; "aynı eksende" yazıp çiziyorum.

Evet demenin haklılığı nedir, boykot etmenin gerekçesi nedir diye?

Doğrusu iki ekseninde kendisine özgü "haklı" yönleri vardır.

Ama "ağır" ve fırsat oluşturan eksen var ki; "şans" tanımak gerekir.

 

***

 

BDP;

"Ben hayır demiyorum".

Açılımı nedir;

Ben Anayasa Değişikliğine karşı değilim.

Lakin "evet" demem için de üç şartım var.

Eğer bunlar "ihtiva" edilirse ben sandığa gitme "boykotundan" çekilirim.

Tabanımı özgür bırakacağım gibi "evet" demeye de, meyil vereceğim.

BDP'nin "şartlarım" dediği bunlar.

Aslında; talepler "demokratik" talepler!

Öyle afakî ve uçuk değil.

Nedir bunlar;

Seçim barajı yüzde 5'e indirilsin.

KCK operasyonunda tutuklananlar serbest bırakılsın.

Yeni bir Anayasa için güven versin.

 

***

 

Peki;

Bu aşamada bu "şartlar" yerine getirilebilinir mi?

Doğrusu "zor".

Gerek "zaman" açısından gerekse de; siyasal tercih ve süreç açısından "el güçlü" değil.

Paketin sahibi olarak gördüğümüz; AK Parti'nin bu "şartlara" yönelik yaklaşımı da malumunuz.

Sıcak ve samimi değil.

Tabi siyasi rüzgâr şu an için bu eksende. 12 Eylül sonrası ne getirir bilinmez.

Evet!

BDP'nin ki "sürpriz" bir gelişme kaydedilmezse "Boykot'taki" kararlılığı değişmeyecek.

O zaman;

BDP tabanı.

Ve tabi ki biz Kürtler.

Güneydoğu'da yaşayan ve havasını soluyan, bu kökene sahip olan.

İster batıda, ister Güneydoğu ve Doğu'da olsun.

 

***

 

Özet ifadeyle;

12 Eylül'e sırtımızı dönmemiz mi gerekir?

Doğrusu;

Beyinleri hayli "derin düşüncelere" iten bir soru.

Ama geçmişle yüzleşildiğinde bu derinlik çok çabuk yüzeye çıkıyor.

Çünkü

Biz Kürtlerin 12 Eylül'ü unutması mümkün olmadığı gibi.

Öncesini de, sonrasındaki yılları da. Ta bugünlere kadar.

Yaşanılan ve yaşatılanlar konusunda; "kabul edilebilinecek" bir süreç ve kaos değil.

Başlıkları hatırlayalım;

Kürtlerin inkârı mı "evet"

İşkenceler mi, dik alası.

Faili meçhul cinayetler mi, 17 bin.

Şiddet mi, terör mü, fişleme mi?

Katliamlar mı?

Toplu kıyımlar mı?

Cezaevinde yargısız infazlar mı?

Fişleme mi, hayâli suçlamalar mı?

Kürt kimliği taşıdığın için; "sorgusuz, sualsiz" cezaevine tıkmalar mı?

İnkâr politikasıyla icra edilen asimilasyonlar mı?

Velhasıl; Kürtler neler yaşamadı ki?

 

***

 

Düşünüyorum;

Tüm bunları yaşayan ve birebir mağduru olan biz Kürtler hesap sorma noktasında "sırtımızı" dönebilir miyiz?

Ya da; "bu vesayetin" tabularını yıkmak.

Onların "güçlerini" zayıflatmak.

Kısacası; "hesaplaşmak" fırsatı geliştiği bir evreyi "siyasi" çekişmeye kurban etmek ne kadar doğru?

Dün;

Hasan Cemal köşesinde sordu "Kürtler 12 Eylül'e sırtını dönebilir mi?"

Tabi soruya bir de geçmişte yaşanan ve yaşatılanlarla alakalı örnekler de sıralıyor.

Mesela!

Ki biz Diyarbakır Söz'ün de "müdahil" olduğu.

Susurluk "derinliğinden" sonra ülkenin içine palazlanmış "JİTEM"le inşa edilen "Derin Devlet" dokusunu suçüstü eden; Şemdinli vakası.

Hatırlayalım!

JİTEM elemanı iki astsubay ve bir itirafçı "ellerinde" bomba Şemdinli'de komplo düzenliyor.

Umut kitap evine atılan bomba!

O gün; halkın girişimiyle "maske" toplum vicdanında düşürüldü.

 

***

 

Peki sonrası;

İşte hesap sormak, gücünü zayıflatmak, "vesayetini" kırmak gereken HSYK devreye girdi.

Devletin atanmış yeminli Savcısı Ferhat Sarıkaya!

Yasal zeminde "hukuku" icra etti.

Astsubaylar ve itirafçılar hakkında iddianame hazırlandı.

Asker'in içerisindeki "palazlanan" derin yapımı; anlattı.

Ucu; dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt'a uzandı.

Ki o paşa; "astsubaylara" apoletleri taşıdığı zamanda "iyi çocuklardır, tanırım" demişti.

İşte bu "iyi çocuk ve komutan" hikmeti;

Vesayet sahibi HSYK için "yargısız infaz" hükmüydü.

Sarıkaya meslekten atıldı. Hem de bir daha; "hukuk" alanına girmemek üzere.

Şimdi;

Bu "vesayetçi" ve statükocu düşüncenin tabularına sahip HSYK'nın yapısının değişmesine biz "Kürtler" sırt çevirebilir miyiz?

Bu arada;

Özellikle idari ve özel yetkili hâkim ve savcıların "Yaz kararnamesi" hala çıkmış değil.

Şu an Adalet Bakanlığı ile HSYK arasında ciddi bir çekişmeye sahne oluyor.

 

***

 

Buradaki HSYK'nın amacı ne;

17 bin faili meçhulün yaşandığı Güneydoğu bölgesinde!

Kara kutu olarak bildiğimiz, Albay Cemal Temizöz'ün yargılandığı davanın hâkim ve savcıları.

Yine faili meçhul cinayetleri araştıran özel yetkili Diyarbakır'daki hâkim ve savcılar.

Ergenekon'u soruşturan. Balyoz'u sorgulayan.

Şimdi bunları yerinden almak istiyor.

Düşünün;

Türkiye'nin vesayete dayalı "derin yüzünü" deşifre eden hâkim ve savcılara "kıyam" getirilmek isteniyor.

Bu bile;

Başlı başına HSYK'nın "vesayetinin" kırılması gerektiğine yetmiyor mu?

Hasan Cemal'ın dediği gibi;

"Değişime kimse dudak bükemez".

Çünkü

Biz Kürtlerin hakları ve taleplerinin karşılanabilmesi için "vesayetlerin ve statükocu" anlayışların bertarafı gerekir.

Ki birinci koşulda; Demokratikleşmedir.

Şöyle ki;

Yargı demokratikleşirse.

Hukuk özgür nizam alırsa.

Asker yasal düzenlemede; korucu vasfına dönerse.

Ülkenin kurumsal yapısı ve rejimi "sivil inisiyatife" sahip olursa.

Kapalı sistemden şeffaf rejime ikmal olunursa.

İnanıyorum ki; biz Kürtlerin temel sorunları ve talepleri daha engelsiz çözüm bulur.

 

***

 

Onun için;

Anayasa Değişikliği Paketi'ne sırt dönemeyiz.

Paket yetersiz mi; "evet" yetersiz.

Paket Kürtleri yasal zemine taşıyor mu "evet" taşımıyor.

Ama Paket Türkleri ilgilendirdiği kadar Kürtleri de ciddi manada ilgilendirmektedir.

Hatırlayalım; Berlin duvarını!

Tabuların yıkılması, duvarların kaldırılması için önce "gediklerin" açılması gerekir.

Çünkü bir asrı bulan "vesayetler" zincirine bağlı bir sistemi "topyekûn" değiştirmek mümkün değil.

Bizim deyimimizle; "Hedi. Hedi.."

Şayet;

Basmakalıp klişelerden kurtulduğumuz an; "özgür" irade ve sivil düşünce aktif olur.

O zamanda, sivil, özgürlükçü, demokratik Anayasanın da önündeki "engeller" aşılarak, emin ve serbest bir zemine kavuşuş oluruz.

 

***

 

Bu nedenle;

12 Eylül'de Anayasa Değişikliği için "güçlü" bir istem vuku bulursa.

Bir sonraki adım;

Siyasal iktidarın ve muhalefetin "siyasi" kaygılar gütmeden "natürel" bir Anayasa'yı sağlamak için ortak hareket etmesi gerekir.

İşte o zaman;

Biz Kürtler "kozlarımızı" kullanıp haklarımızı ve taleplerimizi Anayasal zemine taşıyarak kavuşabiliriz.

Aksi takdirde; "Fırsat" kaybına uğrarız!

Onun için; "vicdan" muhasebesi olan en büyük silahımızı teşkil eden "oyumuzu" asil olarak kullanalım.

Çünkü bu seçim ve ortaya konulacak tercihin "siyasi" bir yönü yok.

Oylar "partilere" değil, "sivil iradenin" oluşmasınadır.

Sonuç olarak;

Bu anayasa değişikliği paketi yeterli mi, değil.

Yetersiz, ama bir sonraki "yeterlilik" için fırsattır.