SEN YOKSUN ANNEM!
Eklenme: 5/10/2010 12:00:00 AM

Öyle ya; Dün Anneler günüydü. Buruk bir ruh hali yaşıyorum. Çünkü; Annem. Anacağım. Biricik anam, yoksun! Nerdeyse 10 ayın doldu. Ebedi dünya'ya "akil" olduğun gün. Benim için "hayatın" kaybolduğu zamandır o gün. Özlüyorum! Bu şehrin "ıssız" ve şefkatsiz geceleri "yük gibi" üzerimde; "Özlüyorum" seni. Büyümüş olsam bile. Saçlarıma ak düşmüş olsa bile. Hayatın "çirkin" yüzü; ömür tüketse bile. Sahte ve samimiyetten uzak "gülücükler" olsa bile. Senin için "hep çocuk" kalmak. Dizlerinin altında "olabilmek". Uyumak. Saçlarımı okşayışın, geceleri "üstümü" örtmen. İş yorgunluğuyla eve gelirken "Nasılsın oğlum" diyerek dinleştiren. Sevginle, şefkatinle, duruşun ve mağrur bakışlarınla; "Hayatı" sevdiren Annem.

* * *

Sen yoksun ki; Anneler gününün "tüm sevgi tomarını" sana verebileyim. Özlüyorum. Yoksun! Bir daha da; "dönmeyeceğini" biliyorum. Ama yine de; "O kokunu, sevgi kucağını, sarılışını" özlüyorum. Hissediyorum ki; "Sen de oğlum diye iç geçiriyorsun". Annem. Anacığım. Canım annem. Dün "sevgini" Eşref'te hissetmeye çalıştım. Ki evlat olmasına rağmen; "yerini" doldurması mümkün değil. Çünkü senin sevgin; "Ana" sevgisidir. Kimsenin "sevgisi" yerini alamaz. Özlüyorum seni!

* * *

Medya ve Empati!

Hafta sonu; "Medya, Empati ve Barış Gazeteciliği" çalıştayı vardı. Basın Enstitüsü ve Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti'nin organizasyonuyla icra edildi. Öncelikle ifade etmek gerekirse; Çalıştay her ne kadar "yerel idareciler" noktasında fakir idiyse de. "Düşünen ve Yazanlar" açısından da orta ölçekliydi. Yani; "dişe dokunur" yönü vardı. Bu tür faaliyetler özellikle Diyarbakır açısından büyük önem taşımaktadır. Kentin "dokusu" ve öncü olma vasfıyla alakalı; 'gelişme" göstericidir.

* * *

Çalıştayın ilk günkü bölümünün "öğlene" kadar olan kesimini izledim. Gönül isterdi ki; "iki günlük" çalıştayın tümünü izleyebilseydim. Ama malum; "iş yoğunluğu ve gazetedeki sirkülasyon". Pek zaman açısından fırsat vermiyor. Her ne ise! Kaldığım süre içerisinde; Açılış ve beklentilere ilişkin konuşmalar "altı çizili" tespitlerdi. Söylenenlere katılmamak ta mümkün değil. Özellikle "İstanbul Medyasına" tutulan ayna açısından. Yani "Yaygın medyanın" kendini sorgulaması açısından; "iğneleyici" oldu.

* * *

Şöyle ki; Güneydoğu'nun her ili, ilçesi ve beldesi. Hatta köyü dahil olmak üzere. En çok muzdarip olduğu, tepki gösterdiği nokta "yayın" anlayışı. Çünkü yapısına, geleceğine ve duruşuna "halel" getiren; "düşman var-i" tutum sergilenmekte. Yaygın Medya'nın "Savaş vari" yayın anlayışı "kasıp-kavuruyor"! "Çatışma varsa, savaş varsa haber vardır. Kan ve gözyaşı dökülüyorsa açık oturum vardır." Ve bu "düşman vari" düşüncenin "neleri" yakıp yıktığı "pek" görülmüyor. Yıllardır da icra edilmekte. Ne hazindir ki; bu icrayla sürekli toplumsal bir "nefret" körüklenmektedir. "Ötekileştirmeye" dayalı; "habercilik anlayışı. Psikolojik "bir ruhsal" dengesizlik; icra ediliyor. Bugün, Samsun'da, Ankara'da, Eskişehir'de, Manisa'da. Bursa'da, İstanbul'da, Trabzon'da.

* * *

Ötekileştirme noktasında; Kürt-Türk çatışmasını "yaratıcı" nokta bu felsefeden gelmektedir. Özellikle; İstanbul veya Ankara'dan gelen yayıncı kuruluşların muhabirlerinin "üslubu". İnanılmaz! En büyük "vahimlik" arz eden nokta da bu. Yılmaz Özdil, Serdar Turgut ve benzer "kalemler". Çünkü "onların" kurgularında ana tema "savaşa" öncelik! Bütünleştirici değil "ayrıştırıcı" bir politika izlenilmekte. Görsel ve Yazılı medyanın büyük bir kesiminde; düşünceler "aynı" minvalde. Ve hepsindeki "ön yargı", Kürtlerin "potansiyel suçlu" görülmesi. Ne dostluk, ne uzlaşmacı ne de barışçıl bir "düşünce" yok! Tam aksi rotada "taciz ve haysiyet kırıcı" gerçeklerin ötesinde; asparagas habercilik!

* * *

En önemli ayrıntı ise; "Kürt sorunu" üzerindeki kurguları. Reytingle "icra" edilen programlar. Açık oturumlar. Aynı simalar, aynı isimler, aynı düşüncelerin "sürekli" yer alması. Yaşayanı, göreni, acıyı hissedeni değil; "Bu platformun" üzerinden rant temin etme gayretinde olanların "yol gösterici(!)" olarak gösterilmesi. Yani; Kürtler. Ve Güneydoğu'da "olup-bitenler". Uzlaşmadan uzak, provokatif bir seyirle "hadiseyi" figüre etmektedirler. Damdan düşenin halinden ancak damdan düşen anlar. Ama ne var ki; "Yaygın medya" birçok üstadın ifade ettiği gibi! Hem hakim, hem savcı, hem avukat, hem de sanık, hem de mağdur! Böyle bir "yapıdan" ne çıkar?

* * *

Sanırım şu çıkması gerekir! Kendini sorgulamayan-sorgulayamayan kişi ve kurum. Elbette ki "kendini" tanıyamaz! Doğal olarak da; "Başkaları tarafından rahatlıkla kullanılır ve yönlendirilir". Çünkü yetenek ve özellik "sınırlı". Yaygın medyanın şu anki "seyrini de" bu şekilde görüyorum. İşte hafta sonu "Empati" çalıştayda; bunların "satır araları" konuşuldu. Her ne kadar bulunduğumuz süre içerisinde bir kaç kez "söz isteyip" alamadıysak da. "Çok şey" konuşuldu. Ve bizlerin de konuşması gereken notları da yukarıda verdik. Aslında; "Medyanın" özellikle "iletişim" alanındaki baş döndürücü gelişmenin ivme aldığı bir zamanda. Daha sorgulayıcı ve daha "hassasiyet" içermesi gerekmez mi? Ama ne var ki; "tam" aksine.

* * *

Gelişmenin "en ürkütücü" olan zarar verici yönü ön planda. Yani "artılar" olması gerekirken, eksilerin yüzdesi yüksek. Şöyle ki; "Görsel ve Yazılı" alandaki rekabet çokluğu kalite getirmenin ötesinde. Ciddi bir bilgi kirliliği ve kaos üretici. Sıradan bir haber bile; "Gazetelerde" farklı yansıtılmakta. Görüntüler "aynı olmasına" rağmen, görseldeki "kurgulama" farklı. Öfke ve nefret "duygularıyla" satırlara dökülen bir habercilik anlayışı hasıl. "Barışçıl" bir dil yok.

* * *

"Milliyetçilik" duygusuna odaklı bir "dil" hükmü var. Tabi bu düşünce salt "Türk" medyasına özgü değil. Kürt medyası da son yıllarda "aynı" çizgiye yönelmiş durumda. O da; "kendini" sorgulamalı. Yani şuan için; Yaygın medya! Hatta yerel medya dahil olmak üzere. Belki "bazı" isimler ve kalemlerin "tepki ve nefretini" çekebilirim. Ama gerçeği de inkâr edemeyiz. Genel tabiriyle "Medya" dört ayrı kategoride bulunmakta. Tekelci medya! İktidar medya! Milliyetçi medya! Radikal Medya! Belki "Halkçı" medya kategorisi de olması gerekir diyebilirsiniz. Ancak şu anki "dönemde" pek te "halktan" yana yok. Varsa da; "nadirdir".

* * *

Bu kategorilerin bir de "şıkları" var. Kürt ve Türk "medyası" anlamında. Sağcı, Solcu, Radikal ve Muhafazakar. Ve bu kurumsal dokulardaki "öncü" isimler. Gelenekçi ve yenilikçi.

* * *

Sonuç itibariyle; Çalıştayda ortaya çıkan ve her kesimin "hemfikir" olduğu doğru. "Barışçıl bir dilin" artık aktif rol almasıdır. Özellikle; "Kürt sorunu" açısından! Güneydoğu cephesiyle alakalı. Sorunu gören ama sorunun "beri tarafına da" eğilim gösteren. Çatışmayı "hisseden", ancak önleyici 'noktalara" yoğunlaşan. Değerleri "kabul eden", onlara saygı gösterilmesi gerektiğini de ifade eden. Hoşgörünün bütünlükten, saygının değerden, kardeşliğin birliktelikten. Farklılıkların "mozaikleşmeden", toplumsal belleğin "işbirliğinden". Kısacası; "Din, Dil, Irk, gelenek ve görenekler" farklı olsa da. "İnsan" olma vasfının "üstünlüğüne" iman etmiş bir "Barış dili" şart. Ki; "Medya" çözüm üretici olsun. Aksi takdirde; "yarınımız" dünden daha beter olur.

* * *

NOT: Hepimizin gözü aydın olsun. Topyekûn suçlu olduğumuz Diyarbakırsporla alakalı "eserimiz" hâsıl oldu. Artık "Bank Asya" ligindeyiz. Bakalım bundan sonraki akıbetimiz ne olacak? Öyle görünüyor ki; "meçhuldeyiz". Ne diyelim; görünen köy kılavuz istemez!