İki hafta önceydi. Altındağ Dinlenme Tesislerindeydik. Yeşillikler içerisinde, Şelalesinin o ihtişamlı hali ve "şırıl şırıl" akan suyun, yarattığı doyumsuz, ses! Bir de, Kent yaşamının "gürültüsünden" uzak, pak oksijeniyle, soluyoruz o güzelim havayı. Akşam yemeği bir başka "nostalji"dir, Altındağ tesislerinin bahçesinde. Yıldızların altında. Hele, Şelalenin dibindeki "ada" da, oturup çay içmek. Evet, Kalabalığız. Daha doğrusu, Kalabalık bir misafir topluluğu var. Ekseriyeti Usta kalemler. Misafirler Diyarbakır'a 2. Diyarbakır Kitap Fuarı için, kentte bulunuyorlar. Kimler var? Star Gazetesinden, Mehmet Altan ve Mustafa Akyol. Yazar, Yavuz Bahadıroğlu. Ve tabi ki, "Nesil" Yayın evinin, yetkilileri. Araştırmacı-Yazar Mehmet Ali Altındağ. Bilahare, Bağımsız Milletvekili Adayı Devlet eski Bakanı M. Salim Ensarioğlu "kafileye" katılan isimlerden oldu.
* * *
Bölgenin, Damak tadına hitap eden mahalli yemeklerin yanısıra. Saç tava, Izgara ve nar gibi kızarmış Künefenin keyfiyle. Düşünce, Üretilen bir atmosferde, sohbet ediyoruz. Diyarbakır'ın, Güneydoğu'nun ve Türkiye'nin tüketilen süreçle alakalı "nasıl bir doku" ihtiva ettiğini. Doğrusu; İstanbul bab-ı âlisinin havasını soluyan, kalemlere sitem ediyorum. Güneydoğu'nun, Yaşanan ve yaşatılan "meselelerine" karşı, hassasiyette "objektif" olunmalı, kışkırtıcı olunmamalı diye. Aslında, Onlar benden daha çok "duruma" vakıflar. Kürt sorununun çözümünde; Kamuoyu ve ülke yönetimini ""hazırlayan" ve empoze eden, ana etmen olduklarını. Hak vermiyor değiller. Ancak diyorlar ki; Sorun "salt" kendileriyle aşılamayacağını, meselenin "Komplike" bir, düşünce taşıması gerektiğini söylüyorlar. Karşılıklı, Sohbet ve düşünce atmosferinin geliştirdiği fırtınayı dindirmek için.
* * *
Altan, bana, 20 Mayıs tarihli yazısını hatırlattı. "Ortaya karışık şiddet soruları" başlıklı yazıyı. Tabi; O sorulara şuana kadar "taraflar" açısından cevap verilmiş değil. Yani; Hepsi "duruma ve sorulara" ketum. Var olan; tarafların kendi eksenlerinde "şahin" kesilmeleri. İşte; Bu şahin hal yüzündendir ki, "körükleyen de, ateşi fitilleyen de" kendileri. Mağdur olan da; Ne yazık ki "masum" insanlar ve bölge halkı. Evet, Altan o 20 soruda "ülkenin" tansiyonunu yükselten, olayları bir bütün olarak ele alıyor. Soruyor; "perde arkasındaki" doku ve ana gaye nedir diye? Zaman, Mekân ve eylemler farklı olsa bile "hepsinin" körüklediği ateş tek eksenli. O sohbette, Şunu demiştim kendilerine Başbakan Diyarbakır'da ne konuşacak diye? O gün şöyle demişti; "Yaptıklarını anlatacak. Yapacaklarını da, Anayasa'yla vaat edecek".
* * *
Ben de şöyle demiştim; "Kürt sorunu" dâhil olmak üzere, ülkenin ve toplumun temel sorunlarının "kör düğüm" olmasındaki ana neden; "Mevcut Anayasa". Ve tabi ki; Siyasal zemindeki "yıkılmaz tabular" diye. Yani; Her düşünce ve siyasal yapının "uzlaşabileceği" bir kırmızı kitap artık Türkiye için kaçınılmaz! Sihirli değnek te bu! İstasyon meydanında Başbakan da buna vurgu yaptı diyebilirim. Her ne kadar "üslup" birileri tarafından sert algı taşıyorsa da, özü "Kürt sorunu vardır ve çözecek olan da benim" diyor. Dün, Ziyaretime gelen BDP Bağımsız Milletvekili Şerafettin Elçi'ye de sordum. Bildiğiniz gibi, Elçi siyasetin duayenlerinden. Ve "Kürt Hareketinin" silahla değil, siyasi mücadeleyle yürütülmesi gerektiğini ifade eden biri. O da aynı düşünceyi dillendirdi. 13 Haziran sonrası; Çözümün de, çözümsüzlüğün de, kavganın da huzurun da "anahtarı", Yeni anayasaya eğilimdir. Eğer, Yeni sivil ve kapsamlı bir anayasa "hayat" bulursa, Türkiye Ortadoğunun "süper gücü" olur. Yok eğer; Statükocu gidişat devam ederse işte o zaman "kıyamet" kopar. Hep vurgularım. Seçim arifesindeki "söz ve söylemler", sandığa kadardır diye. Tıpkı; Taksicilerin "gazetecinin" sorularına verdiği yanıt gibi. "Resmi mi, kendi görüşüm mü?" diye.
* * *
Seçim öncesi yaşananlar hiç bir zaman "seçim sonrasına" taşınmaz. Ve taşınmamalıdır. Siyasi hareketlerde "düşünce güreşi" vardır, hasımane değil. Demokratik mücadele vardır, anti-demokratik yollar değil. Anlayacağınız; 13 Haziranla birlikte, Parlamento "uzlaşı" kulvarına geçmeli. Elbette ki, Bu moda geçilmesi salt AK Parti'yle mümkün değil. BDP'yle de. Olamaz da. Burda, Meclise taşınan "tüm siyasal" aktörler ve liderler, benimsemeli "uzlaşıyı". AK Parti, CHP, MHP ve BDP ile. Tersi istikamette, CHP, MHP ve BDP AK Parti ile "uzlaşı" koridoru yaratmalı.
* * *
Eğer, Dillerinden düşürmedikleri "Sivil Anayasa'yı" yapacaklarsa. Bunu yapmaları lazım. Ve tabi ki, ülkenin tüm katmanlarını da "dâhil" ederek. Özellikle de; Kürt sorununu komplike "siyasi mülahaza" alanına taşımalı. Ne Kandil'i, Ne olabilecek şiddet ortamını, Ne de, başka bir oluşumun varlık göstermesi. Kesinlikle, Tarafların "silah" devrini kapatıp, "diyalog ve uzlaşı" devrini başlatmaları gerekir.
* * *
Çünkü, Şiddetin, silahın, vesayetin, statükonun, anti demokratik yapının var olduğu ortamda. Uzlaşı, Olamayacağı gibi, istikrar da, huzur da, demokrasi de, "kardeşlikte ne mümkün? En önemli hassasiyet noktası da, Ülkenin bulunduğu coğrafyada "artık" vesayetler değil, özgürlükçü demokratik yapılar kabul edilmekte. Üstadın ifade ettiği gibi; "Başkası için demokrasi ve özgürlükler" diyeceksin. Ama kendi ahaline; "Bunu çok" göreceksin. Yarın birileri çıkar demez mi; "önce kendin uygula" sonra, başkasından iste diye? İşte; Türkiye bu soruyla muhatap kalmamak için, "12 Haziran" sonrasını, heba etmemeli. Yıllara da sarkmamalı. Hayırlı Cumalar.