(Dicle'nin öbür tarafı durgunlaştı)
Hafta başından beridir; Dicle'nin "öbür" tarafıyla meşgulüz.
O nedenle; "kentteki" diğer hareketliliklerle pek ilgilenemedik.
Takdir edersiniz ki; Dicle'nin öbür tarafında bulunan Dicle Üniversitesi'nde "patlak" veren hadiseler de sıradan değil.
Yenilir-yutulur olmadığı gibi; "şimşekler" çaktırıyor.
Bir taraftan 200 Milyon TL "tokatlama"!
Diğer yandan; 4 bin yıllık ilaç.
Ve üniversitede akademik kadrolaşma.
Eski ile Yeni Yönetimin "bu alanlar" üzerindeki kapışması.
Bir hayli "gergin ve fırtınalı" geçti.
Öyle ki; bir an için "Tsunami" fırtınası kopacak gibi oldu.
Dün için de; "öyle" bir beklenti bende hasıldı.
Çünkü eski Yönetim Prof. Dr. Fikri Canoruç "yeni yönetimin" iddialarına cevap vermiş.
"Yalancılıkla" suçlamıştı.
***
Karşı atak dün gelişmedi.
Bilakis bir anda; "tansiyon" düştü.
Ortalık "süt-liman" misali; herkes "kabuğuna" çekildi.
Aslında garip bir durum.
Şöyle düşünüyorum; "sessizliğe" bürünmelerini.
Ki; dün satır aralarında ifade etmiştim.
"Kapışmanın" gayesi; "tarafların" birbirlerine "yönelik" aba altından sopa göstermekse.
Ya da; "birbirlerinin" gazını almaksa; "mevzuu ayıplaşır".
İşin ciddiyeti, bahsedilenlerin "gerçekliliği" tamamen "sulanmış" olur.
O zaman da; iki tarafın da "güvenirliği" helak olmuş demektir.
***
Bunun için de; "uyarıyorum"!
Sakın ola; "bu düşüncenin" etkisinde ve isteminde olmayın.
Aksi taktirde; özellikle "yeni yönetim" için önümüzdeki dört yıl bir hayli "sıkıntılı" geçer.
Tabi eski yönetim için de; iddia edilen "olup-bitenleri" vuku bulmuş sayılırlar.
O nedenle; "temiz eller" düşüncesi "yayılmalı".
Salt eski yönetimin iki dönemiyle değil.
Geçmiş iki dönemi de kapsayan; bir "takibata" girilmeli.
Aynı zamanda; "Kadrolaşma" iddiaları da; masaya getirilmeli.
Yani şeffaf bir yapılanma için; "varsa kirlilik" temizlenmeli.
Varsa; "iltihaplanma" neşter vurulup, tedavi edilmeli.
Bekleyip göreceğiz.
Önümüzdeki günler "neyi" geliştirecek.
Eski ve Yeni Yönetimin "birbirlerine" yönelik hamleleri ne olacak?
Üstadın dediği gibi;
Ne olacaksa olsun.
Ama üniversiteye "zarar" getirilmesin.
Diyarbakır'a "ayıplı" bir elbise giydirilmesin.
***
DTP'Lİ TUĞLUK CEZA ALDI
Gelelim kentin siyasi havasına.
Dün bu minvalde neler yaşandı.
Gelişmelerin "adresi" neydi?
Olup-bitenlerin "negatif ve pozitif" getirisi ne oldu?
Ve ne olacak?
DTP ekseninde; bir son dakika "şoku"!
Batman'da yaptığı konuşmadan dolayı yargılanan Aysel Tuğluk.
PKK propagandası yaptığından dolayı yargılandığı dava karara bağlandı.
Sonuç; 1 yıl 6 ay hapis cezası.
Takdir hakkını kullanan mahkeme "ceza" indirimine gitmezken; hükmünde "sanığın" ileride tekrar suç işleyebileceği kanısının oluştuğu.
Mahkeme karar örneğinin TBMM Başkanlığı'na gönderilmesine oy birliğiyle karar verdi.
Peki, Tuğluk, 16 Mayıs 2006 günü Batman il kongresinde ne demişti:
"Sayın Başbakan diyor ki, PKK'yı terörist ilan edin' sizinle görüşelim. Biz PKK'yı terörist ilan etsek de bu sorun çözülmez. Sizin terörist olarak nitelendirdiğiniz insanlar kimine göre kahramandırlar. Bizim barış talebimize karşın sınıra askerler yığıldı. Abdullah Öcalan'a terörist' dersek halkın karşısına çıkamayız. Kürt halkı tercihini demokratik mücadele ile ortaya koydu"
Özeti bu.
Peki, bundan sonra ne olur.
Karar Yargıtay'ca" onanırsa.
Ve Meclis'e giden "fezlekeye" ilişkin karar da; "oylanıp" dokunulmazlık kaldırılırsa.
O zaman "Tuğluk" hapse girecek.
Yok, eğer "Dokunulmazlık" kaldırılmazsa, Yargıtay onarsa.
Bu kez; Milletvekilliğinin "bitmesi" beklenecek.
***
Mahkemenin kararı üzerinde "tartışma" yürütmek yanlış.
Ancak DTP'liler karara bir hayli "siyasi" yaklaşım gösteriyorlar.
"Karar siyasi" diye. Nitekim Aysel Tuğluk kararı değerlendirirken şöyle dedi;
"Kararı, partime ve düşünce özgürlüğüne yönelik bir yaklaşım olarak algılıyorum. Eğer sorun çözülecekse 50 yıl cezaya da razıyım. Ama bu yaklaşım, çözümsüzlük yaklaşımıdır".
Beri yandan Selahattin Demirtaş'ta yazılı açıklamayla konuştu:
"Bu cezayı bütün barış yanlılarına, Kürt sorununda demokratik çözüm isteyenlere ve demokratik siyaset hakkını kullanan herkese verilmiş bir ceza olarak tanımlıyoruz. Sayın Aysel Tuğluk'un cezalandırılmasına neden olan konuşmanın altına imza attığımızı belirtiyor, eğer bu ülkede akan kanın durmasını istemek, barış ve kardeşliği, diyalog ile çözümü savunmak suç ise bu suçu açıkça işlemeye devam edeceğimizin bilinmesini istiyoruz".
Ancak şunu ifade etmek istiyorum.
Türkiye, Anayasasıyla, Yasalarıyla ve Demokrasiye olan inancıyla "biraz" dertli.
Çünkü Anayasa "sivil" değil.
Yasalar ise "Özgürlükten" yana değil.
Demokrasi denilen nimet ise; "don lastiği" misali, herkes kendisine göre çekiyor.
Bu da bizleri sürekli "ötekileştirmeye" sürüklüyor.
***
BAŞBAKANINA SOR ONDAN SONRA?
Bir son dakika "flaş" haberi de; Meclis İnsan Hakları komisyonundan.
Geçtiğimiz hafta Komisyonun bazı üyeleri Diyarbakır'a gelmişti.
E tipi ve F tipi cezaevinde "incelemelerde" bulunmuş.
Cezaevi koşuları hakkında gelen "şikayetleri" araştırmıştı.
Dün hazırlanan rapor Komisyon'da görüşüldü. Sonuç her ne kadar "bildik" kapalı kutu idiyse de.
Toplantı öncesi gelişen bir "öneri" mevzuunun önüne çıktı.
Önerinin sahibi AK Parti Diyarbakır Milletvekili Abdurrahman Kurt.
Paşaların "tutulduğu" Silivri Cezaevi'ne gitme yönündeki "komisyon" kararına karşılık;
"İmralı'ya da neden gitmiyorum.".
Bu "öneri" bir hayli tartışma yarattı.
Özellikle muhalefet milletvekillerinde; şöyle dediler.
"Önce bi Başbakanına sor da, ondan sonra"!
Daha önce de; Öcalan'ın "cezaevinde" kötü koşullar altında tutulduğu iddia edilmiş.
Ve buraya gidilmesi yönünde "öneri" verilmişti.
O zaman da; "son dakika" salvolarıyla mevzuu "başka mecraların" hamlesiyle sonuçsuz kalmıştı.
Garip bir düşünce.
Ve garip bir tavır.
***
PROMOSYON PARALARI NERDE?
Diğer bir hadise ise, iki yıldan buyana süren "promosyon" paraları davası.
Sağlıkçılar dün yine "sokaktaydı"!
Ellerinde "megafon", açılan pankartlarla protesto gösterisinde.
2007 yılında Valilik tarafından el konulan "maaşlara" karşılık bankaların verdiği "promosyon" paraları nerde diye?
Mahkeme kararına rağmen; "para halen" ödenmiş değil.
Neden, niçin, nasıl?
Aslında; bu mevzuuyu "daha önce" yazmıştım.
O dönemde İl Valisi Efkan Ala'ydı.
Paraları "Diyarbakır'da okul yapmada kullanacağım" demişti.
Çünkü Diyarbakır'da ciddi boyutta "derslik" açığı vardı. Ki halen de açık büyük.
Sonra; Mahkeme. Derken "paranın" çalışanlara iadesi hüküm olundu.
Ama halen "ödenmiş" değil.
Ödenir mi, ödenmez mi?
Bilemiyorum. Ama şayet "hak, hukuk ve adalete" inanıyorsak.
Bu paralar da "çalışanın" hakkı ise; "o zaman" ödenmeli.
Emekçinin alın teri "en kutsal" nimettir. O nimete göz dikmek de; "adiliyet" değildir.
Yoksa "hak ve hukuk" çiğnenmiş olur. Ki; hakkın, hukukun ve adaletin "çiğnendiği" yerde zülüm vardır demek.
Dünkü "son dakika" siyasi trafiğe ilişkin gelişmelerin özeti bunlar.
Bugün ne olur, onu da yarın konuşuruz.
Hayırlı cumalar.