Kimse gerçeğin "peşinde" değil. İster birey, ister toplumun genel yapısı olsun odak nokta; "olup-bitenden" nasıl çıkar elde edebilirim. Ya da "benim karım" nedir? Veya "zülfü yâre" dokunur mu? Durum böyle olunca da; toplumdaki "denge" kırılgan. Sosyal hassasiyet ise "yersiz" kalmakta! Ülke ve millet olarak; Neyi tartışıyoruz, neyle meşgulüz. Mevzuların "hangisinde" çözüm sağlanmış. Ya da doğru mecrada ilerlenilmiş midir? Veya "işte" suçlu diyebilmiş, onu derdest edebilmiş miyiz.. Lakin hepsi "yarım-yamalak, kör-topal"! Bir adım ilerisi yok. Ülke ve millet olarak ne yazık ki; bugünkü yaşadığımız hal bu. Samimiyetsizlik. Evet. Şayet bugün sorunlara karşı bir kısırlık söz konusu ise ki "dik" alasına kadar söz konusu. Bu da tamamen olup-bitene karşı "samimiyetsizlikten" ileri gelmektedir.
***
Hatırlayalım; Susurluk'taki kazayı. "Devlet, Mafya ve Siyaset" üçgeninin "ülkenin kirli" bağırsağı o kazada döküldü mü? Döküldü. İrin'in mayası belirlendi mi, belirlendi. Herkes "derin devletin ve yapılanmanın" bir yüzünü gördü. Ya sonrası! Bir hiç! Birileri "Kahraman" oldu."Kurşun atan da, yiyen de" diye bir slogan gelişti. Ve sonunda Erbakan'ın "Mum söndü", Çiller'in de "medarı iftiharı" diye tarihe geçildi. Peki, "kirli" bağırsağın içi temizlendi mi? Hayır! Kirliliği "geliştirenler", adaletin huzuruna çıktı mı? Hayır! O gün toplum "hassasiyetini" gösterdi. Dengeler de "sağlandı". Ama etki ve yetki noktasında "samimiyetsizlik" vardı. Ki sonunda da; mevzu "samimiyetsizliğe" kurban gitti. Peki, bunu bize "ağır" fatura edenlere ne oldu. Bugün "esameleri" okunmuyor. Çünkü "samimi" olmayanın samimi dostu da olmaz.
***
Gelelim Şemdinli "vakasına". Yani "derin" yapının suçüstü yakalandığı olaya. Herkes "işte derin devletin kirli" midesi dedi. Bu mide temizlenirse ülke ve millet "selamete" kavuşur. Meclis, Yargı, Polis, Asker "mevzuya" odaklandı. Başbakan Erdoğan bile konuştu; "sonuna kadar gideceğiz". Peki ya sonra. "İyi çocuk, tanırım" fermanıyla; ibre tersine döndü. Mide bildiği gibi "şişmeye", "Derin Devlet"in işlevi de gürleşmeye başladı. Vakaya eğilen, dokunan yandı. Savcı Ferhat Sarıkaya "şutlandı"! Meclis Araştırma "komisyonunun" Milletvekilleri "darmadağın" edildi. Siyasetin "dışına" itildiler. 40 yıl ceza almalarına rağmen dava "bozuldu"! Failler ise "salı" verildi. Bugün yarın "beraat" gelecek. Zaten ellerini kollarını sallayarak, halen "işbaşındalar"! Ve hiçbir şey olmamış, yaşanmamış. Üç insanın hayatını kaybettiği, onlarca kişinin yaralandığı. Halen çok sayıda kişinin "cezaevinde" bulunduğu vaka; bir hiç duvara pislendi. Bu kadar "belge". Bu kadar; doküman. Bu kadar "iddia". Bu kadar "muzdarip ve mağdur olan" insanlar. Hepsi "kim ki" denildi.
***
Derken Ergenekon Terör Örgütü patlak verdi. Tabi bu esnada; "onlarca" Şemdinli. Onlarca "susurluk" benzeri vaka gelişmedi değil. Danıştay saldırısından, Hrant Dink cinayetine. Cumhuriyet gazetesinin bombalanmasından, Papaz'ın saldırıya uğramasına kadar. Malatya'daki Kitap evi katliamı. Sauna çetesinden, bilmem neyine kadar. Ama bugün hepsinin "çözüm" ve yuvalandığı adres Ergenekon Terör Örgütü. Güneydoğu'da işlenen "yüzlerce" faili meçhul cinayetin adresi. Katliamların, gözaltıların, kayıpların. Ve de "asitli kuyuların" komuta merkezi. İşte Tuncay Güney'in son iddiaları. Ve bu iddialara PKK ve JİTEM itirafçısı Abdulkadir Aygan'ın ekledikleri. Peki bu vaka ne aşamada. Her ne kadar her gün yeni bir "şok" iddia ortaya çıkıyorsa da. Sonunu pek hayra görmüyorum. Ama ümitsiz de değilim. ***
Tüm bunları niye aktardım biliyor musunuz? Şunun için anlattım. Şu ne olduğu "belirsiz". Ama söyledikleri "yenilir-yutulur" olmayan. "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz" misali konuşan Tuncay Güney'in iddiaları. Silopi ve Cizre bölgesinde "insanların" atıldığı "asitli kuyular" var iddiası. Silopi Cumhuriyet Savcılığı'na bu yönde bir dizi "suç duyurusu" ve şikayet dilekçesi verildi. Ancak benim hassasiyet gösterdiğim nokta; Konuyu inceleme anlamında gündemine alan Meclis İnsan Hakları Komisyonudur. Komisyon üyesi Ahmet Ersin şöyle diyor. "Silopi Başsavcılığı, bu iddialar gündeme geldiğinde bir dosya açmış. Soruşturma başlatılmış. Meclis İnsan Hakları Komisyonu, konuyu inceleme gündemine almalıdır. Ben, bu konuda komisyona başvuracağım. Bu olaylar, 'yaşam hakkı ihlali' yönünden incelenmelidir"
***
İşte burada "samimiyet" devreye girmelidir diyorum. Çünkü Silopi'de ortaya çıkması muhtemel kirlilik bir ölçüde "Güneydoğu" gerçeğini de gün ışığına çıkaracak. Sonuç itibariyle şunu ifade etmek istiyorum. Güven, hassasiyet ve denge "bireysel" olduğu kadar toplumsal "önem" arz eder. Eğer; etkili-yetkili ve sorumluluk noktasında "hassasiyet ve samimiyet" hasıl olmaz ise. Tıpkı, Susurluk, Şemdinli, Hrant Dink, Danıştay, Sauna, Dağlıca ve Aktütün baskınları gibi "vakalar" bir hiç diye duvara pisler. "Tahakkümcü hükümranlığa" kurban gider. Ve ne yazık ki böyle anlarda hakim zihniyete hükümranlığı, farklılığı küçümseyici bakışlar üretir. Vakayı marjinal ilan eden duruşlar yaratır. Ne insan hakları sorunları. Ne düşünce özgürlüğü. Ne demokrasi. Ne de toplumdan "bütünlük". Hiç biri önem arz etmez.
***
Onun için de bir önerim olacaktır. Bilmem Diyarbakır'dan yükselen bu öneri dikkate alınır mı alınmaz mı bilmem. Ama ben yine de ifade edeyim. Türkiye kirli bağırsaklarını temizlemek istiyorsa. Tüm bu olup-bitene "neşter" vurmak istiyorsa. Temiz Eller hamlesini gerçekleştirmek istiyorsa. Bence; Ergenekon, Şemdinli, Susurluk, Dağlıca, Aktütün. Yani bilumum mevzuları tek ve "özel" yetkilerle donatılmış. Yüce Divan misali bir "Üst Mahkeme" oluşturarak; Türkiye'nin "son 30 yılını" yargılasın. Kısacası; "geçmişi" sorgulasın. Ki; yarınlar aydınlık. Gelecek güven versin. Yoksa "Ermenilerden özür dilemek"! Ya da Meclisin yeni polemik konusu olan; 1915 yıllarındaki olaylar esnasında Van'da, Güneydoğu'da hayatını kaybeden "Kürtler ve Türklerden" özür dilemek. Veya Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün "annesi ermeni kökenli" imiş gibi, CHP'li Arıtman'nın "rezalet" iddiası. Gibi; mevzuların ekseninde "zaman harcarsak". Bizim toplumsal bir "gelişme" içerisinde olmamız mümkün olmayacağı gibi; "karanlık" devlet yapılarını da "bertaraf" edemeyiz. Hele hele yok etme gibi bir düşünce hiç gerçekleşmez.
Not: Dünkü yazımda "Dört başlı mağmur" dizgi hatası sonucu "dört başlı mahmur" diye yazılmış. Düzeltir özür dileriz.