Yeni yılın, İlk haftasının, ilk resmi mesai günü, bugün! Öyle ya, Devirdik 2010 yılını... Tabi ki, Dâhil olduk 2011 yılına, hatta günler bile tükettik. Zaman bu, Su gibi akıp gider, önü alınmaz... Yeter ki, Zamanı "tüketme" noktasında iyi kullan... Geçmişe, Negatif bir yazım değil, pozitif bir "doku" işlediğini ortaya koy. Malum, Yılbaşı kutlamaları. Ve eksenindeki, müsrifliğe hayli uzak biriyim. O nedenle; Kendimi tanığım zaman sürecinden bugüne "yılbaşı" kutlaması diye bir telaş almadım. Ama; Mesleğin gereği, okurların da mevzuya gösterdiği "merak" noktasında, takipliğim hep olmuştur. Ve tabi ki; Kıyaslamışımdır, geçmişle-gelecek noktasında. Geçen yıl böyleydi. Bu yıl böyle oldu, babında.
* * *
İşte, Penceresi açık bu seyirde, 2010'u 2011'e devredilen zamanı kıyasladım. Neler oldu, Neler olmadı, vücuda gelen ne oldu? Doğrusu, Geçmişe kıyaslandığında "şükürler" olsun diyebileceğim bir "yılbaşı" geçirildiğini söyleyebilirim. Çünkü Diyarbakır'ın dâhilinde olduğu gibi. Ülkenin, yani 73 milyon nüfusun icra olduğu coğrafik yapı içerisinde "huzuru" bozan. Kan, gözyaşı, şiddet "ihtiva" eden bir hadise gelişmedi. Her ne kadar; Coşkunun ve taşkınlığın "göze" çirkin görüntüler, taciz ihtiva eden resimler soktu idiyse de. Özü itibariyle; Diyarbakır "huzur" içerisinde geçirdi yılbaşını. Tabi; Ortaya çıkan "huzur" ihtiva edici gelişme insana şunu söyletiyor. "Demek ki, istenilse olabiliyormuş?". Aynen de öyle! Yeter ki, Ne ve neleri, istediğimizi ve yaptığımızı bilebilelim. Şuur ikmali.
* * *
Eğer; Vücutta "şuur" hâkimiyeti varsa, sorun yok demektir. Ama, Şuur ihtiva etmeyen bir vücuttan, her şey yapacağı gibi, yapmaması düşünülen mevzuu dahi beklenir. Aslında; Burda en büyük "etken" düşüncelerin ifasında "ötekileştirme" diye bir zümre yapının olmayışıdır. Şöyle ki; Kimse kimseye "niye kutladın, neden kutlamadın, niye yaptın, yapmadın" diye, sataşmadı. Hele, Kamuoyu adına kimse "elinde" kılıç, astığım astık-kestiğim kestik deme gafletinde bulunmadı. Bu da ne hikmettir biliyor musunuz? Öyle birilerinin dayattığı gibi; Türkiye "muhafazakârlaşıyor" iddiası değil. Bu, Yekvücut halde, ülke ve millet "değişiyor" daha doğrusu demokrasinin "modern" hayatına dâhil olduğudur. Çünkü; 73 milyon nüfuslu ülke ahalisi "artık" dışlanan, çatışan, kavga eden bir toplum olmak istemediği gibi. Böyle bir yansımayı da; istemiyor! Daha eşit, Daha çağdaş, Daha modern, Daha özgürlükçü, Daha kucaklayıcı Ve daha nasıl "kardeşçe" yaşanabilir, yaşam şeklini istiyor.
* * *
Tıpkı; Yılın son iki gününü Diyarbakır'da geçiren Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e ahali olarak "gösterilen" sevgi muhabbeti gibi. Aynı gönül dostluğuyla; Cumhurbaşkanı Gül'ün, Diyarbakır halkına sergilediği yaklaşım. Şunu, Söyletiyor. Hem de, heceleterek diyor ki. İstenilirse; "Olabiliyormuş?". Bakın; Demokratik Özerklik. Ve İki dilli yaşamla alakalı; sergilenen "şuur" dışı, gerilim. Öyle bir atmosfer körüklendiriliyor ki; Kürtler sanki "ayrı" bir devlet ayrı bir resmi dil, ayrı bir Anayasa istiyormuş gibi gösterildi. Hani bir söz vardır; "Bir deli kuyuya taş atar, 40 akıllı çıkaramaz" misali. Şimdi; Demokratik Toplum Kongresi'nin "tartışmaya" açtığı Demokratik Özerklik ve İki Dilli Yaşama biçilen elbise. BDP'liler, Günlerdir "avazları" çıktığı kadar söyleniyor; "bizim devletle bir sorunumuz" yok diye. Ne, Resmi dil Türkçe ile. Ne, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin varlığıyla. Bizim istediğimiz, Kürtçenin "Anayasal" güvence altına alınması, ana dilde eğitimin sağlanması. Ve Adem-i Merkeziyetçi bir yönetim anlayışı.
* * *
Demek ki; Ana tema ve kural hadiselere biçilmesi gereken elbisenin dikiminde "şuur" şart. Ancak, Ne hikmetse şu Kürt kelimesi ve istekleri "telaffuz" edilince, bazı şuursuzlar "huzursuzluğu" körüklemektedirler. Biraz daha; Şuursuz ortam yaratılabilinsin diye!
* * *
Dikkat edin; Bu "akla arıza" getiren bina edilen söylem ve ifadelere rağmen. Millet, 7'den 70'e tüm kesimler noktasında "şuur" dersi veriyor. Diyor ki; Ey! Ülkemin "mürekkep" yutmuş kalemleri. Ey! Ülkemin, yönetim aktörlüğüne soyunan, artistler. Ey! Ülkemin, dokunulmaz güçlü dinozorları. Yeter; Sizden gelen "şuursuzluk" ihtiva eden ayrıştırıcı dayatmalar. Yeter; Sizden gelen paranoyak, bölünme korkusu ihtiva eden, ötekileştirme. Yeter; Sizden gelen bin yıllık kardeşliği "yok" sayıp, çatışmaları körüklemek. Biz, Bin yıllık değil, yüz binlerce yıllık "kardeşliğin" devamından yanayız. Biz, Eşitlikten, özgürlükten, hakların tanınmasından ve verilmesinden yanayız. Biz, Kim kimi nasıl görmek istiyorsa, Kürt mü, Türk mü, Laz mı, Çerkez mi?
* * *
Velhasıl, Suni mi, alevi mi, dili, dini, ırkı ve rengi "bir zenginliktir". Ama hepsinin de; Anayasal güvence içerisinde "Yaşaması ve yaşatılması" gerekir diyoruz. Yani; Olması gerekenin olmasını istiyoruz! Onun için; Yanlıştan dönülmeli. Yanlışta ısrar, yeni yanlışların "vücuda" gelmesi demektir. Zaten, Ülke ve millet olarak artık "yeni yanlışlara" pek tahammül edecek halde değiliz. Sizce de; Öyle değil miyiz? Yeni yılınız kutlu olsun.