Çocuklar... Çocuklarınız... Ve çocuklarımız. Onlar için 'bulundukları' dönem de; Cins, ırk, renk, dil, hatta din 'gözetilmez'. Çünkü onlar 'çocuk'. Eğer bir coğrafyada 'aynı' havayı soluyorlarsa. Yaşam membası, aynı çeşmeden akan su ise. Onları 'sen-ben' değil bir bütün olarak görmeliyiz.
* * *
Nitekim geleceğimizin teminatıdır onlar. O nedenle değer ölçüleri devlet ve toplum düzeyinde eşittir. Öyle de görülmeli ve haklara sahip olmalıdırlar. Tartışılmaz bir gerçektir; Çocuklar her yönüyle o coğrafyadaki toplumun hem ürünüdür, hem de yarınlarıdır. Taktir edersiniz ki; Onlar da 'doğdukları' ve yaşadıkları toplumun 'nizamına' göre şekillenirler. Bulundukları 'ailenin' dokusuna göre resimlenirler. Bir dönem sonra; onlar yetişkin bir nesil olup 'ürün' vermeye başlarlar. Sonra dahil oldukları toplumdan aldıkları şekille; kendi çocuklarını şekillendirirler. Ve yaşam maratonu böyle sürüp gider.
* * *
Yani demem o ki; 'Çocukluk' dönemi büyük önem arz eder. Burada; 'büyüdüğü, yetiştiği, geliştiği, söz sahibi' olduğu toplum dokusu çok önemlidir. Özellikle; eşitlik ölçüsünde. Hukuk ve psikolojik! Değerler, gelenek ve görenekler. Devlet nezdinde 'varlık' derecesi. Bir de 'aile' yapısı. Bunların silsilesi dikkate şayan bir 'hayat atmosferidir'. Ki bugün toplumların 'değer ölçülerine' bakıldığında ilk etapta 'nesline' gözler çevrilir. Can paremiz, ciğer parçamız, yarınlarımızın teminatı 'diye' atfedilen çocuklar. Onlara karşı sergilenen tutum. Gösterilen muamele ve yetişme 'tarzlarına' bakılır. Bu bakışla 'o toplumun' uygar derecesi ölçülür. Hatta hukuku, adaleti, insani 'yaşam' ölçütü 'bu eksende' değerlendirilir.
* * *
Peki; bizim 'çocuklarımız' üzerinde ülke ve toplum anlamında uygar ölçümüz nedir? İşte burada 'ciddi' bir manada tıkanma söz konusu. Çünkü; özellikle Güneydoğu açısından 'vahim' bir durum hâsıl. Şöyle ki; ne can paremiz dediğimiz çocuklara sahip çıkabilmediğimiz gibi. Ne de; devlet nizamı 'onlara' çocuk gözüyle bakabiliyor? Dahası; hukuk ta, yasalar da 'aynı' çifte bakış içerisinde; önemsiz görüyor. Şöyle bir; çevremize ve olup-bitenlere bi bakın. Çocuklar! Yarınlarımızın teminatı dediğimiz nesil; nasıl bir 'hiyerarşik' yapı içerisinde büyüyor. Ne yazık ki; şiddetin, terörün, kavganın, kanın ve gözyaşının hamuruyla yoğruluyor.
* * *
Ve bu hamurla oluşan 'kin ve nefret' duygusu! Nitekim sonucu da; ortada! Dilimizden düşürmediğimiz; 'taş atan çocuklar'. Olup-bitenden sadece 'küçük' bir hadise başlığı. Hatırlarsanız; daha önce 'sokak çocukları' diye bas, bas bağırıyorduk. Büyük tehlike diye! Yoksulluğun, geri kalmışlığın, eğitimsizliğin, göçün. İşsizliğin, aşsızlığın ve doğurganlık oranının yükselliğiyle; Ailelerin 'hayatın zorluklarıyla' sokağa terk ettiği çocuklar diye.
* * *
Elinde mendil, boya kutusu, simit. Trafik kavşaklarında 'cam' sil. Kimi yerde 'dilencilik'.. Beri yandan; suça karışma. Kapkaç, hırsızlık, soygun, bıçaklama, yaralama hatta cinayet. Uyuşturucu, fuhuş. Hala ciddi bir tehlike ve devlet için de kara bir leke olarak; büyüyor. Umursamazlık içerisinde.
* * *
Habis ur böylesi büyürken, şimdi de bu membada büyüyen diğer sorun; 'Taş atan çocuklar'! Bugün toplumsal ve siyasal 'eylemlere' katıldıkları ve 'taş attıkları' için; Yüzlerce çocuk 'cezaevinde' ömür çürütüyor. Yaşları 13 ila 17 arasında; binlerle ifade edilen bir sayıya sahip bu çocuklar. Nitekim her geçen gün de; sayıları artıyor. Birileri 'söylüyor' onlar da, meydanlara çıkıp 'eline geçirdiği' taşı atıyor. Ve ne hazindir ki; devlet nezdinde ve yasalar önünde 'birer suçlu' hepsi. Yetiştikleri ortamın üzerlerine sindirdiği yaşam şekli sorgulanması gerekirken; Onlar acı faturayı ödüyorlar. Hani bir söz vardır; 'ne ekersen onu biçersin' diye.
* * *
Polise 'taş attıkları' için; hem 'örgüt üyesi' hem de 'örgüt propagandası' suçundan; 'Koca koca' yıllara mahkûm oluyor. İşte Batmanlı Berivan'ın 13,5 yıl hapis cezasına çarptırılması. Dile kolay; Berivan 15 yaşında bir kız çocuğu. Diyarbakır'da, Şırnak'ta, Van'da ve Adana'da 7 ila 25 yıl arasında ceza alan diğer çocuklar. Ve daha niceleri. Aslında; 'Polise taş attıkları' için değil. Yetiştikleri 'ortam', taşıdıkları kimlik ve üstlendikleri yarının teminatı vasfıdır; onları 'mahkum' eden. Daha açık bir ifadeyle 'Kürt oldukları' içindir; 'örgüt üyeliği'.
* * *
Düşünüyorum; bir taraftan 'Demokratik' açılımı? Beri yandan; 'taş atan çocukların' örgüt üyeliğinden 'zindanlara' atılıp; ömür çürütmeleri. Diğer yandan, Ergenekon Terör Örgütü yapılanmasına yönelik operasyonlar. Hepsini yan yana getirdiğiniz de 'dehşetli' bir tezat durum çıkıyor. Bir tarafta Ergenekon 'Kürtler' üzerinde 'ihtilaller' organize ediyor. Diğer yandan başka etkenler 'Kürtler' üzerinde siyasi emel organize ediyor. Devlet te 'bu oyunu' deşifre edip üzerine gidiyor ise de; 'çözümsüzlükten' çözümsüzlükler üretiyor. 'Kürt' çocukları kodese tıkılıyor.
* * *
Yani; 'devlet' yarının teminatı olan çocukları eğitmesi gerekirken! Devlete, Millete, Ülkeye 'yetişkin' evlat olarak büyütmesi lazım iken. Ki bunlar 'yasalarda' mevcut iken; bu vasfı yerine getirmiyor? Öyle ise burda suçlu kim? Suçlu 'eline taş alan çocukta mı'? Yoksa onu eline taş atmaya zorlayan etkenleri 'ber taraf' etmeyen; Zorunlu bırakan, yalnızlığa iden 'Devletin' kendisi mi? Siyasal iktidar mı?
* * *
Böbürleniyorlar; 'Genç' bir nüfusa sahibiz diye! Ama düşünmüyorlar; bu nüfusu 'nasıl' yetiştirip kontrol altına alınması gerektiği? Bırakın; eğitimini, sosyal hayata adapte edilmesini. İş, aş sağlama gibi bir imkân dahi 'sağlanmıyor?' Sonuç; 'çocuklar da', onların ağabeyleri gençler de. Onların ebeveynleri yetişkinler de; 'derin' boşluklar içerisinde. Ve gelinen süreç; 'sokaklar ve sokaktakiler' patlamaya hazır birer bomba gibi. Tabiatın kanunudur; Siz onları 'topluma' ve ülke dokusuna kazandırmasanız. Başkaları onları çok rahat 'kendi' kazanımlarına kazandırır.
* * *
Bakınız; bu anlamda Diyarbakırda çok tehlikeli bir potansiyel var. Çoğunluğu okumamış ya da işsiz gençler. Evinden, köyünden, toprağından, aşından 'edinmiş' ailelerin çocukları. Bi bakıyorsunuz ki; Bir gün ellerinde taşlarla siyasal olaylarda. Bir diğer gün başka bir hadise de görmem mümkün. Nitekim hafta sonu Diyarbakırspor-Bursa maçında gördük. Çıkan olaylarda önemli bir ayrıntı da buydu. Ama gözden kaçtı. Kimse bu durumun 'üzerine' odaklanmıyor.
* * *
Hatırlarsanız! Bir zamanlar devlet gençleri spora çekmek için çeşitli argümanlar kullanırdı. Ama şimdi tam tersi oldu. İşte Bursaspor maçındaki olaylar. Bu yüzden dikkat diyoruz. Bu potansiyel kontrol edilmezse ve sokakta işsiz-eğitimsiz kalmalarının önü alınmazsa; Büyük bir felaketin eşiğindeyiz demektir. Bu konuda hem siyasilere hem de devlet kurumlarına büyük iş düşüyor. Bunlara 'terör örgütü üyesi' diye ceza vermekle. Polise taş attığı için 'hapse' tıkamakla; çözülmez. Önemli olan topluma kazandırmaktır. Onu kin ve nefret duyguları içerisinde 'yetiştirmek' değil. Onun için diyorum ki; Toplumla şekillenen bu nesil 'yarınlar' için çok daha vahim 'ürünler' yaratır. Şöyle 80 ihtilalini bir hatırlarsak. Cezaevleri 'ağzına' kadar dolduruldu, sonra ne oldu? O da; şuan için 'aleni'..
* * *
OKUMA YAZMASI YOK?
Siirt'li Vesile Tadik! 49 yaşında 6 çocuklu bir anne. Geçtiğimiz yıl Aralık ayında DTP'nin basın açıklaması toplantısına katılmış. Vermişler eline bir 'pankart'. O da almış dövizi eline, eylem süresince elinde tutmuş. Sonra gözaltına alınmış. Ve sorgulandıktan sonra serbest bırakılmış. Şimdi yargılanıyor. Dün ilk duruşmasında; hakkında hüküm verildi. TCK'nın ''Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme'' suçundan 6 yıl 3 ay, Terörle Mücadele Kanunu'ndaki ''terör örgütünün propagandasını yapma'' suçundan da 1 yıl olmak üzere; Toplam 7 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırdı.
* * *
Bakınız kadının savunmasına! ''Ben bu açıklama sırasında kadınların bulunduğu grubun içerisindeydim. Burada bana bir pankart verdiler. Benim okumam yazmam yoktur. Bu nedenle pankartta ne yazdığını bilmeden yanımdaki diğer kadınlarla birlikte açtım''. Garip bir durum ve garip bir ülke olmamız nedeniyle; Ne yazık ki 'hala' gerçekleri görmezlikten geliyoruz. Onun için de; son günlerin 'espiri' deyimi olan. Aslında sorunların 'odak' hadisesini tarif eden; 'Eğitim şart'..