Söze,
Acımızı anmayla başlamak istiyorum.
Bugün; Söz ailesinin değerli büyüğü Mehmet Emin Altındağ,
Ve değerli arkadaşı, dostumuz;
Münir Mennan'ın,
Vefatının 12'inci yıl dönümü.
***
Acıları,
Hiç bir zaman yüreğimizden "eksik" olmadığı gibi.
Unutmayacağız. Ve yokluklarına da, "alışamadık", alışamayız da.
Her ne kadar; Yargı ve Yürütme hala da "ölümlerinin" üzerindeki "sır perdesini" aralayamamışsa.
Tarihindeki; Binlerce "karanlık" hadiseden biri olarak, "askıdaysa".
Elbette ki; Hak ve adalet bir gün tecelli edecektir.
***
Deriz ya bu dünyada olmadıysa,
Ahirette, kaçınılmazdır, "hesabının" sorulması.
Ama biz diyoruz ki;
Türkiye "tarihindeki" kara lekeleri "aklayarak" çıksın.
Sorumlu ve müsebbipler kimse, "adalette ve vicdanlarda" mahkmiyet yerini alsın.
Dileğimiz bu.
Evet,
Bugün aramızdan ayrılışlarının 12. yıl dönümü.
Bir kez daha; Ruhları şad olsun, Meknları da cennet olsun.
***
Metruk,
Alanın yarattığı tehlike?
Pek;
Sayısını, artık hatırlayamaz oldum.
Bu mevzuuyla, alakalı "kaç yazı" kaleme aldığımı.
Ne yazık ki; bu kadar "serzeniş" ve tepkiye rağmen, "sorun" hala askıda.
Bir türlü, çözüm üretilmediği gibi, "iyileştirme de" yok.
Neden mi bahsediyorum.
Bahsim şu.
Efendim; gazetenin idare binasının iki tarafında da "sürekli" tekrarlanan iki görüntü var.
Ve bu iki görüntü de; Diyarbakır'da gençliğin "ne hallere" geldiğine ilişkin, "çığlık" atıyor.
Birincisi.
Büromuzun hemen önündeki boş alan. Eski Zirai Donatım Müdürlüğü.
Şimdi; "metruk" bir alan.
***
Her ne kadar; tasarruf kısm-i olarak Yenişehir.
Ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesine ait ise de.
Soranı, sorgulayanı, bekçisi, "velhasıl" sahip çıkanı yok.
Tabi burası, güzel bir park ve yeşil alan olarak yapılması ve kullanılması "mümkün".
Ama düşünen yok.
Ancak burası,
Yıllardır balicilerin, zehir tacirlerinin.
Hele hele; son zamanlarda "kapkaççıların" pusu kurma alanı.
Her akşam. Her saat, gün ortası "tablo" aynı!
Kümelenmiş, "gençler". Hatta ellerinde; "ders" kitapları.
Topluluk içerisinde, Öyle duman çıkıyor ki, "egzozu" patlamış, kamyon gibi.
Ateş yakmalar ayrı.
***
Park değil,
Suçlu meknı mübarek!
İkinci; süreklilik arz eden görüntü ise.
Büromuz ile Yenişehir Belediyesi arasındaki "sözde" yeşil alan.
Binalar arasında; "Park ve yeşil" alan diye, yapılmış(!)
Maşallah.
Sözde park diyorum.
çünkü; o metruk alandan daha beter buradaki "çirkin ve pislik" görüntüler.
çetelerin meknı...
***
Öyle ki, bazıları daha ilköğretim çağında!
Karşı cinsten arkadaşlık adıyla; "icra" edilen çirkinlikler.
Ahlaksızlıkların tuzağına düşen gençler.
Ellerinde, koca satırlar.
Saat kavgasız. Gün vukuatsız, geçmediği gibi, muhakkak "fiziki ve cinsel" tacize uğrayan var.
İnanın, bu yazıyı kaleme almadan iki gün önceydi.
Pencereden, dışarıyı gözetlerken yaşlı bir teyze, "balkondan" seslendi.
Tanıdığı için serzenişte bulunarak, feryad dolu ifadeler kullandı ki.
O sözleri; halen ama halen kulaklarımda "zonkluyor"
***
"-Oğlum.
Ey Ömer Bey.
Bu rezaleti neden yazmıyorsun.
Senin işin değil mi, bunları yazmak.
Yeter.
Görüyorsun.
Bunların yüzünden.
çocuklarımız korkudan aşağı inemiyor.
Eve hapsedilmiş durumda.
Bizde korkuyoruz.
Günün her saatinde;
Buraya üşüşüyorlar, "her türlü" ahlaksızlık, ulu orta yapılıyor.
Bu kepazeliğe; "kim dur diyecek?"
***
Evet.
Bu kepazeliğe, bu sorumsuzluğa ve gençliği "hızla" içine çeken, bataklığa "kim dur diyecek?"
Doğrusu. çok ama çok merak ediyorum.
Soruyorum.
Kutsal abideler diyarı, gül şehri Diyar-ı bekir "nereye" gidiyor.
Hal-i durum ne olacak?
Bu kentin idaricileri. Yönetenler. Temsil edenler, seçilenler, atananlar ve en önemlisi aileler!
Bu tehlikenin. Bu çirkin tuzağın farkında değil misiniz?
Ne zaman; farkına varacaksınız?
Bilesiniz. Ağaç yaşken eğrilir.
***
Eğer; söyle giderse yüzde 55'ten fazlası; gençlerden oluşan bu kent.
Yani ağaç olmaya aday filizler; "uyuşturucu" batağı içerisinde.
Farklı bir "yeşerme" görür ki.
O zaman da; her türlü "doğal yapısının" dışında görüntü ortaya çıkar.
Uyuşturucu başta olmak üzere;
Durum ahlaksızlığın müdavini olacak.
çünkü bu işler özentiyle oluyor.
Ve maalesef bunu gören gençler de etkileniyor.
Ne diyeyim. Bir kez daha, "hal-i durumu" buradan aktarmış oldum.
İnşallah; en kısa zamanda "kafalar" kumdan çıkarılır.
Tehlikenin, farkına varılır.
Sorun, minimize edilir, tehlike ortadan kalkar, huzur sağlanmış olur.
***
Resepsiyon
Ve Emine Erdoğan.
Bazı okurlarım soruyor.
Diyorlar ki; 23 Nisan Resepsiyonuyla alakalı, "düşünceniz nedir" diye?
Yani; Başbakan Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan "başörtüsüyle" katıldı.
Bu katılımla Ülkede ne değişti, "niye bazı zümreler" hala, tepki koyucu.
***
Doğrusu. Bu meseleye pek girmek istemiyordum.
Ancak, Okur bizlerin derler ya "veli nimeti" olduğu için.
Pek tabi ki; "Fikri beyan" talep ettiklerinden, dolayı ifade edeyim.
Birileri diyor ya, "Türkiye" değişiyor.
Evet.
Değişiyor, ama bilinmelidir ki "değişimden" çok bu normalleşmedir.
Yani, Normali olanı bugün "yaşıyor" ve idame ediyor.
Yıllarca;
Ülke "dinamizmini" bunlarla boşa "kürek misali" harcamadı mı?
Hatırlayalım.
Ne Cumhurbaşkanları, Ne Başbakanlar, Bakanlar, Milletvekilleri.
Bürokratlar. "Eşleri türbanlı-başörtülü" diye.
Kamusal alan gibi "ucube" bir dayatmanın vesayetiyle, bu tür "etkinliklere" katılmadı.
***
Bırakın, O dönemlerde Ankara'daki "hal-i vaziyeti".
Diyarbakır da. Cumhuriyet resepsiyonları "hep protestolu" geçerdi.
Özelliklen de; AK Parti "iktidarının" ilk 78 yılı da, bunlar yaşandı.
Hatırlıyorum. O zaman Class otelde resepsiyon vardı.
Biz de davetliydik.
İçerde; Şehit ailesinden bir Bayan "Türbanlı".
Ki türban değil, "tülbentti". Vay nasıl olur denildi?
2. Taktik Kuvvet Komutanı ile
7. Kolordu Komutanı ve muş temalı "salonu" terk etti.
Öyle ki; askeri orkestra dahi "sunum yapmadan" ayrıldı.
***
Velhasıl; Ülke işte yıllarca böylesi "zulmün" vesayetiyle ikmal oldu.
Peki, 23 Nisan Resepsiyonuna Emine Erdoğan "başörtüsüyle" katıldı.
Ne oldu.
Sahi; sormak istiyorum, "bir bardak suda fırtına" koparanlara.
Ne oldu?
Tabiri caizse; kıyamet mi koptu.
Yoksa; rejim elden gitti, yıkıldı mı?
Laiklik mi "yok oldu".
Yoksa ülkede şer-i hükümler mi vaki oldu?
Peki, bunların zerre-i miskal-i hsıl oldu mu?
***
Hayır.
Ne mümkün. Ne oldu; olması gereken oldu.
Ki en güzel sözü bu konuda Cumhur'un başı söyledi.
Cumhurbaşkanı Gül. Her ne kadar; resepsiyona yalnız gelmiştiyse de.
Şunu söyledi. "Normali eşli olması gerekir. Eşsiz olması normal değildi."
İşte. Onun içindir ki; Bugün ülkenin topyeknu şu fikirde, buluşuyor.
Türkiye, Uzun yıllar "normalin" dışında, idare edildi.
Yasama, Yürütme ve Yargı mekanizması "Cumhur'a" karşı, "normal" işlemedi.
Sonuç itibariyle; Resepsiyondan yansıyan resme diyeceğim.
Türkiye, hızla ama hızla "kalp ritimlerinde" normalleşiyor.
Anormalden; normale dönüşü yaşıyoruz.