Hep ihtiyaç duyarız.
Duyduğumuz gibi de yıllardır söyleniriz.
Hem devlet, hem de millet olarak.
Deriz;
Su gibi, ekmek gibi, hava gibi.
Yaşamın olmazsa olmaz ihtiyaçlarındandır diye.
Ama ne hikmetse "ihtiyaç" duyulanı elde etme noktasında "iş bilmeyiz"!
Ya da; "işimize" geldiği gibi "bilmeyiz"!
Hayata geçirme noktasında; özetle "samimiyet" içerisinde değiliz.
Ve gayret gösterme gibi bir çaba da göstermiyoruz.
Ancak; hem devlet, hem de millet olarak;
İş söylenmeye, bahsedilmeye, şikâyet konusu edilmeye gelince filozoflara taş çıkartırcasına döktürürüz.
Mangalda kül bırakmayarak!
Devlet kendi kulvarında söylenir.
Millet kendi içinden bahseder.
Lakin ortak payda geliştirmeye gelince; "mevzu" kısırlaşıyor.
* * *
Peki, nedir bu ihtiyaç duyduklarımız ve bir türlü elde etme noktasına gelmediğimiz mevzuu.
Şu gerçeklerdir.
Demokrasi.
Hukuk ve de Şeffaflık.
Dediğinizi duyar gibiyim.
Bunların "varlık nizamı" ve işlerlik noktası "Devlettir"!
Doğru.
Ama Devlete "işlerlik" kazandıranın da millet olduğunu unutmamak gerekir.
Nasıl ki; Anayasa'nın "ilk maddesi", Devletin varlığını tanımlarken, "Devlet Milletin Hizmetindedir" sözü bu gerçeği ifade etmektedir.
Onun için diyorum ki;
"İhtiyaç" duyulan bu üç önemli kavramın hayat bulması, işlerlik kazanması, ülke için, millet için büyük kazanımdır.
Çünkü Devletin milletin hizmetine koşması için demokrasi gerekli.
Devletin millete hesap vermesi için de şeffaflık gerekli.
Devletin milletine karşı saygılı olması için de; hukuk şarttır.
Demek ki; Millet olarak "yapmamız ve yapacağımız" aciliyet isteyen mücadele; şudur.
Eğer hukuku, demokrasiyi ve şeffaflığı önemsiyorsak.
O zaman; Devleti Anayasa'nın "tarifine" uyulur hale getirmeliyiz.
Yani devleti "adam gibi adam" etmek zorundayız.
* * *
Tarih sayfalarına baktığımızda;
Hukuku, demokrasiyi ve şeffaflığı "damarlarında" yaşatan ülkelerde "devlet" ne milletine ne de gelişme aktifliğine "ayak bağı" olmamıştır.
Devlet "siyasal kararlılığın" tartışma mevzularında yer almaz...
Hele, toplumsal "bütünlüğe" yan gözle bakma gibi bir vasfa da sahip olamaz.
Ama Türkiye'nin "ruh haline" baktığımızda; durum "aksi istikameti" gösteriyor.
Onun için de; "yıllardır, yazılır, çizilir, söylenir"
Hatta Cumhuriyet tarihinden buyana. Öncesinde bile.
Ülkenin ve milletin "devletiyle" bütünleşme noktasında;
Hukuka.
Demokrasiye
Ve de şeffaflığa ihtiyacı var diye.
Şayet ihtiyaç duyulan "bu etkenlerin" varlığı, devletin bütünlüğünde hayat bulsaydı.
Bugün; devlet te, millet te, ülke de "derin" mevzuların cenderesinde; birbirini boğazlayan olmazdı.
* * *
Darbeler ülkesi. Muhtıra alan hükümetlerin mezarlığı.
Terör örgütlerinin, çetelerin ve karanlık "derin" yapıların üreme merkezi olmazdık.
Bir kez daha; "ihtiyaç" hasıl olunan mevzuların "gerçekleşmesi" için; millet olarak, hükümet olarak, devletin "varlık" kurumları olarak; "kararlılık" noktasında şu misyonu gerçekleştirmemiz gerektiğini ifade ediyorum.
Demokrasiyi.
Hukuku ve de Şeffaflığı; Türkiye Cumhuriyeti'nin "her bireyinde, her karış toprağında, devletin her mekanizmasında" var etmeliyiz.
Yoksa ne millet, ne devlet, ne de ülke olarak "bütünleşme" saadetine erişemeyiz.
Sonuç itibariyle; büyük bir cenderenin içerisinde bulunuyoruz.
Demokrasinin erdemliğini, laikliğin güvenceliğini, insan haklarının üstünlüğünü, şeffaflığın temiz toplum yarattığı "evrenselliğine" gölge düşüren zihniyetler var olduğu müddetçe biz iflah olamayız.
Ve ne yazık ki; toplumu bu cenderelerle boğuşturanlar da "sözde bu ülkenin sevenleri"!
Ne kadar sevdikleri de ortada.
Ne yarının büyükleri, ne de bugünün idarecileri "Milli değerlerin" bilincinde değil.
İşte bu noktada;
Bugün kutlayacağımız 30 Ağustos Zafer Bayramı'nın "ulvi değerini" iyi okumalıyız.
86 yıl önce "büyük zaferle" son bulan; savaşın "bedelini" iyi düşünmeliyiz.
* * *
ZAFER BAYRAMI
Üstadın güzel bir lafı vardır.
Tarihini bilmeyen bir toplumun yarını ne kadar "aydınlık" olabilir.
O toplum kendi değerleriyle ne kadar "samimi" olabilir?
Mümkün mü?
Evet.
30 Ağustos Zafer bayramını bugün "idrak" edeceğiz.
Buradan herkesin Zafer Bayramını kutluyorum.
Ancak geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da; kırgınlığımı ifade etmek istiyorum.
Nedendir derseniz?
Şu "akradite" mevzusu.
Bir-kaç yıl öncesine kadar; "Akredite" idik.
30 Ağustos Resepsiyonlarına "davet" edilirdik.
Çok da anlamlı geçerdi. Sivil ile Asker'in kaynaşması.
Diyalogların genişlemesi anlamında. Ama ne olduysa; "durum" aksi bir seyir aldı?
Ne davet edilme, ne de faaliyetlere "çağrılma".
Tabi bu kırgınlığı aktarırken; yanlış anlaşılmasın.
Davet edilip, edilmememiz, akredite olup olmamamız bizler açısından "manidar" bir durum arz etmiyor.
Ancak anlayamadığımız durum; "iplerin" neden koptuğu?
Neyse; belki gönül kırgınlığımıza gerekli hassasiyet gösterilir.
* * *
Buarada AK Parti İl Başkanlığı krizi çözüldü.
MÜSİAD Şube Başkanlığından tanıdığımız ve yakın dostluğumuz bulunan Ahmet Fikret Öcal bu göreve layık görüldü. Bugün; görevi devir alacak. İnanıyorum; AK Parti çatısı altında Diyarbakır'a büyük kazanımlar sağlayacaktır. Buradan kendisini tebrik ediyor ve hayırlı uğurlu olsun diyorum.
Güzel bir hafta sonu dileğiyle.