Üslup her şeydir
Eklenme: 11/3/2012 12:00:00 AM

Evet,

Mekân, zaman ve talep farklı olabilir.

Eylemeye girişenlerin düşünce ve ideolojileri de.

Savundukları siyasi; “fikir” de.

İcra edilen eylem biçimi de!

Açlık grevi.

Veyahut ölüm oruçları.

Eylem şekli.

Siyasi “kimlik” ve talep algısı.

Biçim,

Noktasında farklı fikri beyanlar içerisinde olunabilir-olabilirsiniz?

Tartışabiliriz!

Pozitif ve negatif bakış ortaya koyarak.

Olması gerektiği gibi.

Demokrasinin gereği de, “var olanı” tartışabilme erdemliğine sahip olabilmektir.

Pek tabi ki; olup-biteni onaylarsınız, ya da onaylamayabilirsiniz.

Bu meyanda özgürsünüz.

***

Ama şu gerçekten hiç kimse kaçamaz!

Kaçmamalıdır da.

Hele ki;

Bedenini; “ölüme” terk edenin, bir insan olduğunu.

Ve birden fazla insanın “söz birliği” etmiş olması.

İşte burada soruyorum;

Ölüme göz yumma “mesuliyetini” alabilir misiniz?

Ya da; kendi kendine “ölümü” tercih etmede haklılık kazandırabilir misiniz?

Diyebilirsiniz;

Zaten bunlar “siyasi suçlu-hepsi terörist”.

Bir ifade daha ekleyebilirsiniz.

PKK.

KCK veya diğer siyasi bir güç; “onları bu eyleme zorladı”.

Bu gerekçeleri kendinizce sıralayabilirsiniz!

Peki, çözüm mü?

Değil.

***

Olmadığı içindir ki;

Hal-i âlem meydanda ülke ve millet olarak neler yaşadığımız?

Ucuz.

Ve sıradan bir “düşünce” algısı.

“İnsani mesai ve vicdani sorgu” üstadın ifadesiyle “her babayiğidin harcı değil”.

Çünkü,

Yaşam da ve yeryüzünde en faziletli ahlak.

En yüce felsefe...

“Bir insanın neden isteyerek bedenini ölüme terk etmesini” anlayabilmektir.

İşte bunu anlamak gerek.

Ama nerdeeee?

Ne acıdır ki; “bazı kesimler” ki bunun başında siyasiler gelmekte, büyük bir algı arızasına sahipler.

***

 

Evet,

Açlık grevi bugün itibariyle 54’üncü günü geride bırakıyor.

Şuan için;

64 cezaevinde 700 civarında eylemci var.

Talepler.

Ve gelinen süreçle alakalı siyasi söylemler.

İktidarın tavrı,

Muhalefetin bakışı,

BDP’nin hadiseyi üstlenmedeki rolü.

Bunları günlerdir dile getirip-yazıyorum “vicdanı” sorgulama yaparak.

***

Ama;

Son günlerde mesele üzerinde “insan-i mesai” zorluğunun toplumu bir hayli sarmaladığını görüyorum.

Şöyle ki;

Öylesine “vicdan” körlüğü içerisine girenler var ki aman Allah’ım.

İnsanlar.

“Bırakın ölsünler.

Nasıl olsa hepsi terörist değil mi?”

Bazı köşe işgalcileri var ki;

“Bırakın, talepleri siyasi. Amaçları farklı.

Hepsi Kürt değil mi?”

Bazıları da;

Talepleri “kabul edilirse” tutuklu KCK’lılar serbest bırakılacak.

Serbest kalmamaları için; bırakın ölsünler!

***

 

Yani;

Berisi düşünülmeden, “kesip” atılıyor!

Bu da şunu gösteriyor insan hayatına saygı ne yazık ki, “yok” aşamasına gelmiştir.

Olmadığı gibi!

Ölüm kültürüne öylesine “kan akıcı” kelimeler kurgular hale gelindi ki;

“Kürt-Türk” çatışmasını körükler halde.

Unutmamalıyız ki.

Ölümü kutsayan.

Ölüm kültürüyle beslenen.

Akan kandan,

Dökülen gözyaşından, toprağa veriler bedenden “beslenenler”.

Er ya da geç; her kim olursa olsun, fark etmez.

“Ölümler...”

Dönüp-dolaşıp ya kendisini, ya çocuğunu, ya akrabasını vurur.

Tarih hep tekerrür etmiştir!

***

Şöyle bir tarihin; sürecine bakın.

Bu ülke,

Bu millet “ne bedeller ödedi” siyasi istikbal uğruna.

10 yılda bir; “demokrasi” kesintiye uğratıldı.

Darbeler.

Neye ikmal di; “demokrasiyi” isteyenlerin var olmasından dolayıydı.

Üçler.

Beşler. Başbakanlar; “idam” sehpasına çekildi.

70’leri hatırlayın.

Sağ-sol çatışmasıyla; 1980’lere kadar 5 bin genç “öldürülmedi mi?”

Hepsi gencecik üniversiteli, işçi emektar.

Cezaevlerinde,

İşkence hanelerde katledilenlerin haddi hesabı var mı?

Ne uğruna; “özgürlük ve demokrasi?” uğruna canlarını kurban verdiler!

84’ten sonra.

Ülke sathında, 50 bin can toprağa verilmedi mi?

Neden;

İnkâr ve görmezlikten, Kürt kimliğine fırsat vermemekten?

Faturası ağır.

***

“Görünen köy kılavuz istemez...”

Ama ne yazık ki hala algı zafiyetindeyiz.

Ve ülke gerçekleriyle;

İnsani ve vicdanı “sorumsuzlukla”, seyr-ü âlemdeyiz.

Yuh.

Gelinen;

Aşama artık “sebep” tartışmasına prim sağlamıyor.

“Sonuç” istiyor.

Ve sonuca, kimsenin yüz çevirme hakkı ve gerekçesi yoktur!

Onun için.

Gelin.

Ama gelin halisane duygu ve vicdanla; “çözüm” inşa edelim.

***

Ölümlerin.

Yeni ölümleri yaratmaması için.

“Kanlı” serüvenden dönebilme, “uzlaşısını” sağlayabilelim.

Nefreti,

Öfkeyi,

Hakareti,

Hele ki siyasi istikbalin hesabını, bir tarafa bırakalım.

İnkârı.

Ve kabulsüzlüğü terk edelim.

Ölümlere.

Ne haklılık,

Ne de keyfiyet “kazandırmadan”, meseleyi çözelim.

Çünkü;

Cezaevlerinde “ölümler” olursa.

Ki korkum odur.

Bedelini de,

Vebali de en ağır şekilde “bu ülke ve yaşayanlar” olarak hep birlikte ödemek zorunda kalacağız.

***

Aslında;

Çözüm iki kelime ve bir dudaktan ibaret.

Onun sahibi de; Başbakan Erdoğan’dır.

Ana Dilde savunma “aşılmak” üzere.

Ana dilde “eğitim” kısm-i yolda.

Kala kala; Öcalan’a tecrit.

Onu da;

Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e diyecek ki.

“Tecridi kaldırın. Öcalan’la görüşme sağlansın.”

Hepsi bu.

Yeter ki;

İnsanı, vicdani ve siyasi sorumluluk, yerine getirilebilinsin.

***

Şunda da kaygı oluşmasın.

Böylesi bir hamle;

“PKK’ya, KCK’ya,

BDP’ye,

Ya da farklı bir isimlendirmeyle; “teröre” prim kazandırır” denilmesin.

Bilakis.

Tam aksine “haklılık” yaratabilecek elde “gerekçeleri” kalmaz...

***

Aman;

Şiddet olmasın!

Buarada,

Bugün Diyarbakır’da BDP’nin planladığı bir miting vardı.

Açlık grevlerine “destek” mahiyetinde.

Lakin

İl Valiliği “yasaklama” getirdi.

Valilik.

Bu yasağı 27 Kasım ile 4 Kasım tarihleri için, evveliyatında aldığını beyan etti.

Gerekçe; “güvenlik”.

Dün Vali Toprak soru üzerine açıklama yaptı.

“Yapılacak mitingin Diyarbakır halkının huzuruna, güvenliğine, barışına uygun olmayacağına ilişkin bir sonuç çıktı. Mitinge izin vermedik.''

***

Ancak ne var ki; BDP ısrarlı.

Eş Genel Başkanı Güldan Kışanak “kararı tanımıyoruz” dedi.

Miting yapılacak.

Şimdi ne olacak.

Doğrusu; iki inat bir murat olmayacağını bildiğimiz için.

Burada; Akl-i selim bir tutum şart.

Sağduyuyu ve tabi ki “provokasyona” gelmeme hassasiyeti göz ardı edilmemeli.

Çünkü olası bir hoşgörüsüzlük, şiddet “telafisi” mümkün olmayan hadiselere galebe çalar ki.

Zarar gören; Diyarbakır ve kent halkı olur.

Onun için;

“Aman şiddet olmasın” diyoruz.

Her şey;

Çağdaş ve demokratik zeminde, “hukuka uygun” icra edilsin.

Üslup her şeydir.

Çözümün de, çözümsüzlüğün de “anahtarı”dır.

Kullanılması önemli.

***

...Ve Baro seçimi.

Gelelim;

Hafta sonu yaşanacak olan “seçim” heyecanı.

Evet.

Diyarbakır Barosu’nda “başkanlık” seçimi var.

Maşallah; 5 aday var.

Tarihinde ilk kez bu kadar fazla adayla seçime gidiliyor.

Kim kazanır,

Kim kaybeder doğrusu benim için pek önemli değil.

***

Niye derseniz?

Diyarbakır Barosu “yönetimsel” zafiyetler yüzünden, politize olmuş durumda.

Öyle ki toplumda baroya karşı farklı bir bakış var.

Sorsanız;

Şu partinin,

Şu oluşumun “tekelinde” diye cevap alırsınız.

Çünkü;

Bölgenin

Ağabeyi durumda iken bugün sıradan bir “dernek” kimliğinde.

Ne bir yaptırım

Ne de bir söz dinletme gücü kalmamıştır.

Gelen için; “sıçrama” makamı olmuştur.

Bu seçimlerden sonra ne değişir bilmem.

Ama beklentim;

Diyarbakır Barosu’nun gerçek “kimlik ve vizyonuna” kavuşmasıdır.

Haydi hayırlısı!