Tartışma götürmez bir sözdür; 'ateş düştüğü yeri yakar' diye! Tarihi anlamlara sahip ve içeriği olan bir sözdür. Çünkü 'ateş düştüğü yerde' hissedilir. Onun için 'kor ateşinin' acısı düşen yürekte başka bir derin acı oluşturur. Acının sahibinin duygu ve düşünceleriyle 'ateşi' hissetmek, bırakacağı yarayı aynı minvalde görmek zordur. Hissedilir! Ama kalıcı değil, tez unutulur. Ancak 'ateşin' düştüğü yürekteki acı 'daima' sızıntı verir. Her benzer 'yüreklere' düşen kor ateş vaki olunca; o yürekteki 'acı' tazelenir. Çünkü 'kor ateşin' sönmesi zordur. Lakin öyle ateş var ki 'düştüğü' yeri yakıyorsa da çevreye yayılan kıvılcımları 'yeni ateşleri' körüklemektedir. Tıpkı bugün yaşadıklarımız gibi!
***
Şiddet, öfke, kan ve gözyaşı, acı! Bugün ülkenin dört bir yanında; 'ürkütücü' bir şekilde hissediliyor. İşte size son 72 saat içerisindeki 'üç farklı' hadisenin hepimizin üzerine sindiği 'acı' hadiseler. Diyarbakır'da gelecek vaat eden 23 yaşındaki Aydın Erdem'in 'insafsızca' sırtından vurularak öldürülmesi. Yine İstanbul'da 29 gün önce hunharca üzerine Molotof atılarak yakılan Serapın 'hayata' pes etmesi. Ve Tokat'ın Reşadiye ilçesinde 7 genç fidanın 'haince' kurulan pusuda şehit edilmesi. Halen yüreğimizde acısı dinmeyen Lice'deki küçük Ceylan'ın katledilmesi. Ne yazık ki; 'bu ölümlerin' hepsinde 'ateş düştüğü yeri yakıyorsa da', bugün acı, öfke ve şiddet olarak 'tüm' yüreklerde.
***
Korku, endişe ve kaygı geliştirdiği gibi 'yüreklerdeki' acı öfkeyi, karşıt çatışmaları 'körüklemektedir! Geri dönüşü ürkütücü! Çünkü yukarıdaki 'hadiseler' ilk değil. Son da olmayacağı gözüküyor. Yıllardır 'aynı' senaryolarla salyalarını akıtıyorlar. Ülke ve Milletin 'yüreğine' benzer acıları düşürerek. Çünkü biliyorlar ki ne kadar kan ve gözyaşı akarsa, sokaklar ne kadar dehşetengiz olursa. Kardeş kardeşin 'kanına' ne kadar girerse. Türk-Kürt 'çatışması' ayaklanmaya varırsa. Fakr-ü zaruret oluşursa. Siyaset ve demokrasi 'kilitlenirse'! Anlayacağınız ne kadar 'ateş' gür yanarsa. O kadar 'kendisi' güçlenmiş olur. Kurt postu giymiş 'Kurtarıcı' misali varlığıyla 'medet' oluşturur.
***
Ki yıllarca bu senaryoları üretip, faaliyet gösterdiler. Bugün de benzer fikriyatla enfeksiyon oluşturuyorlar. Acaba 'geçmişteki' emellere ulaşabilir miyiz diye? Ki hadiselerin tümüne genel bir düşünce 'ürettiğinizde' bu kendisini gösteriyor. Her şeyin 'iyiye' gittiği. Demokrasinin 'güç' kazanmaya başladığı, 'Kürtlere' ilişkin ciddi adımların atılmasının planlandığı bir dönemde. Tam aksi 'minvalde' kargaşa geliştirildi. Yani demem o ki 'bir yerden' kumanda edilerek basılan düğme ciddi bir durum arz ediyor. Onun için; millet ve devletin hassasiyete sahip kurumları 'geçmişin' hatalarına ve sinsi provokasyonlara düşmemeliyiz. Artık 'dur' demeliyiz. Ve akl-ı selim, 'aklın' yolu birdir ilkesiyle; 'itidal' davranmalıyız. Aksi taktirde; 'onların' bizi bindirdikleri ve dünden itibaren su almaya başlayan 'gemi' tez batar.
***
Kendilerinin dışında kimsenin olmadığı gemiyi yanaştırıp 'Kurtarıcı' misyonuyla batan gemiden sağ kalanları gemiye alacaklar. Ne yazık ki; artık bu tablo ve duygu 'uzak' bir ihtimal olarak görülmüyor. Nitekim 48 saatten buyana hep bu eksende konuşma var. Birçok senarist bu alanda 'teoriler' de üretmiyor değil. Yeniden sıkıyönetimler gelsin, yeniden tanklar yürüsün, yeniden baskılar artsın diye. Kurtuluş bu diye! Ama öyle değil. Lakin yaşanılan çağ, kazanılan süreç, gelişen coğrafik durum. Dünyanın globalleşmesi. Türkiye'nin 'komşu' ülkelerle olan 'dış ittifakı'. İran-ABD, Filistin-İsrail, Ermenistan-Azerbaycan, Kıbrıs. Kuzey Irak-Bağdat. Anlayacağınız; 'kaosun' beslemeleri olabileceklerin 'salt' Türkiye'nin içerisiyle kalacağını sanıyorlarsa, aldanıyorlar. Yok, öyle bir şey! Hadiselerin 'en dehşetlisi' olarak görülen 'Kürt Meselesinin'de salt Türkiye'ye özgü olmadığını da algılamak lazım.
***
Bilinmelidir ki; Aydın Erdem'in 'ölümüyle' oluşan tehlike ona silahı doğrultanın da yaşamı tehlikede. Tokat'ta 7 askeri provokasyonca şehit düşüren düşüncenin ve tetiğin sahipleri bilmelidirler ki; 'olan' acı ve öfke onları da yutar. Yani 'hepimiz' bir gemideyiz. Ayrı-gayrı diyebileceğimiz bir gemi artık yok. Velhasıl; bugün sokağa yansıyan durum apaçık. Her ne kadar 'müsebbipleri ve düğmeye' basanlar 'karanlıkta' bulunuyorsa da; hadiselerin götüreceği yol aleni. Onun için; herkes ama herkes! Sorumlu sorumsuz, etkili ya da yetkisiz. Vazifeli veya vazifesiz. Bugün yaşanılan ve yaşatılan 'mesele' tamamen siyaset üstü bir bakış ve çözüm mekanizması üretilmesi gerekir. Yoksa ağır bedelini herkes öder. Kimse 'bedel' ödemeden kurtulamaz.
***
Öyle ise; 'topyekûn' içine düşürülen 'bedbaht' durumdan akl-ı selim yolu tercih ederek çıkmalıyız. Ne sokakları 'ateşe' veren düşünceye prim vermeliyiz, ne de 'barışa ve kardeşliğe' düşmanlık besleyene. Toplumsal kışkırtmalara 'gelmeden', toplumsal diyaloga su taşımalıyız ki sokakları gerenler artık 'toplumdan' medet bulmasın. Ve Siyasiler! Halkın 'vekâletini' almış olanlar. Kentlerin yerleşim birimlerinin 'kanaat önderleri', yerel yöneticileri. Kısacası Türk ve Kürt politikacılar. Kaos geliştirici, söylem ve ifadelerden uzak durun. Birilerinin 'değirmenine' şer suyu taşımayın. Bilmelisiniz ki; 'her şerde' bir hayır vardır. 30 Yılın 'acısı ve yüreği yanıkların' sayısalı malum. Ne götürdü, ne getirdi.
***
Ama artık barış diyoruz. Ve demeliyiz. Ki bugün yani dün 'barışa ve kardeşliğe' en çok yakın olduğumuz zamandı. Birileri utanmalı. Tokat'taki vahşette şehit düşen Muş'lu Er Yakut Mutlunun acılı babası Kazım Mutlu'nun çığlığından. 'Kanın durmasını istiyoruz. Açılım devam etsin'! Demek ki; 'yüreklere kor ateşi' düşse de; daima 'barış' umut edilendir. Bırakalım 'kısır döngülerin' batağında cebelleşmeyi. Barış ve kardeşlik hasıl olursa 'siyasi geleceğim ve otoritem' yok olur düşüncesini. Siyasal iktidar al-aşağı olursa, bizim gücümüzün farkına varırlar diye düşünen bedbahtlar da bırakmalı; kötü zihniyetlerini. Gün barış ve kardeşlik, hoşgörü, sevgi, eşitlik, özgürlük ve demokrasiyle 'doyasıya, doyasıya' yaşama günü. Ve uyanık olalım. Kapıya dayandırılan tehlike büyük!