Çok sıkıntılı günler geçiriyoruz. Sosyal bir yıpranma. Toplumsal bir husumet. Dert bir değil, bin. Ama "hayat" devam ediyor. Onun için de; acı da, sorunlar da, sevinç te, kazanım da "yaşamın" argümanıdır. Çünkü "ömrün" zamanı su misali akıp gidiyor. Demem o ki; İnsanız. Yeryüzünün "en kutsal" ve en maharetli "varlığıyız". Dünyanın "var olması" bile Yüce Yaradan "kulum" dediği insan için, yani bizler için "yaratmış" ve bahşetmiştir. Önemli olan; "hayatın" zaman diliminde; kul olma ve toplumsal bireyin "dinamiği" noktasında; üzerimize düşeni yapmak. Taktir edersiniz ki; herkesin kendisine "özgü" sorun ve çıkmazları vardır. Ülkeler için de, milletler için de aynı. Hatta bireyler, aileler için bile "sorunlar" değişim gösterir. Üstadın dediği gibi; önemli olan "sıkıntıları ve sorunları" aşmasını bilmektir. Ona yönelik "beyin ve fikir" üretmektir. Fiziksel ve ruhsal olarak "eğilen" değil, "dik" duran olmalıyız. Tabi; yaşadığımız coğrafya anlamında "yaşanan ve yaşatılan" bunca ağır sorunlar karşısında; "dik durmak", fiziksel duruş sergilemek kolay değil. Ama "aşılmaz da" değildir. Yeter ki; "mevzuya" karşı çaba gösterebilelim. Sorumluluk üstlenelim ki, geriden gelen de "yolda" gördüklerine karşı "ben ne yapabilirim" diyebilsin. İster çözüm üretsin, ister öneri getirsin, önem arz eden; duruma gösterdiği "sorumluluk" yaklaşımıdır. Bu da; belli bir zaman dilimi sonrasında "toplumsal kültür" teşkil ederse, işte o an; "sıkıntıların" tümü kendiliğinden aşılmış olur. Günümüz "manzarası" için ama nerdeee; " o kültür" diyebilirsiniz. Haklısınız. Ama bu demek değildir ki; "böyle gelmiş, böyle gitsin". Gitmemeli. Yenilenmeli, değişimi de kabul ettirmeli. Taktir edersiniz ki "Ağaç yaşken" eğilir. Eğer; gelecek anlamında "insan ve toplum" için fayda getirici bir yapı içerisine girilecekse; o zaman "geleceğin büyüklerinden" başlamak gerekir; yaşatılması istenilen "kültürü"! Kim bu geleceğin büyükleri demeyin. Çünkü onlar biz büyüklerin "çocuklarıdır".
***
Dün İl İnsan Hakları Kurulu Toplantısı vardı. Kurulun yeni üyesi olmam münasebetiyle toplantıya iştirak ettim. Vali Yardımcısı Suat Seyitoğlu başkanlığındaki; toplantının yeni üyesi ve ilk oturumuna "dahil" olmam anlamında; bir süre gözetleyici oldum. Neler konuşuluyor, neler tartışılıyor? Kurulda kimler var, kimler yok? Ya da olması gerekenler kim? Düşünceler ve fikirler "nasıl" işlem görüyor. Samimiyet çizgisi hangi derecede? Kim "hangi" düşünce üzerinde sıkça ısrarcı oluyor? Beynimde cevap aradığım tüm bu soruları "gözetleyici" noktasında yanıtladım. Tahlil sonucu elde ettikten sonra; ortama hemen adapte oldum. Tabi buarada, "üzücü" bir vaka kurulun ilk gündem maddesini teşkil etti. Tam da; Cuma namazı sonrasında Kurul'a gelirken. Kültür Sarayı binasında 9 yaşındaki bir çocuk, asansöre sıkışıp, ezilerek hayatını kaybetme vakası. Hazin bir olay. İhmal, sorumsuzluk ve ilgisizlik. Kurul Başkanı Vali Yardımcısı Suat Seyitoğlu vakadan bir hayli etkilenmişti. Çünkü kendisi de toplantıya gelmeden önce "sorumluluk" noktasında, olay yerinde incelemede bulunmuş. Hatta basına açıklamada bulunmuş! Öncelikle; Tevfik Fikret İlköğretim Okulu 1. sınıf öğrencisi Nurettin Tecimen'e Allahtan rahmet, ailesine de baş sağlı diliyorum.
***
Tecimen'in ölümü acı bir vaka. Ama ders-i ibret olmalı. Etkili ve sorumluluk noktasında; herkes durumdan "kendisine" düşen payı alıp, tekrarına "imkân" tanımamak için. Düşünün; Kültür Sarayı koca bir bina. Şuan için birçok sivil toplum örgütü, yarı resmi kurumlar kalmakta. Sürekli gelip-giden var. Ve hepsi de "asansörü" kullanıyor. Sordum; Asansör bozuk. Bina güvenliği deseniz hiç yok. Kat görevlileri derseniz, o hiç yok. Yani; "kim kime dum duma". İl İnsan Hakları Kurulu'nda "bu sorumsuzluğun" bir daha yaşanmaması. Ve özellikle gerek resmi kurumlarda gerekse meskene dayalı binalarda, "asansörlerde" çocuk kilidinin "zorunluluk" getirilmesi anlamında; "karar" alındı. Önümüzdeki günlerde, yetkili kurumlar "harekete" geçecek. Çünkü "asansörü" kullanma kültürünü henüz benimsemiş bir toplum olmamamız nedeniyle; bu tür acı vakaları yaşıyoruz. Tabi bir de; "arızaların" onarımı noktasında meslek icra eden kurum ve kişilerin "Avrupai" kültüre sahip olmamaları. Onu da Vali Yardımcısı Seyitoğlu aktardı. "Avrupa'da, ister onarım, ister yeni yapımda, en küçük müdahalede bile. Öncelikle çevre güvenliği, insan güvenliği." Yani ilk felsefe "insan hayatının" korunması. Nitekim Kültür Sarayındaki "asansör" yenilense bile, yeni bir kültür sarayı kurulsa dahi 9 yaşındaki Nurettin'i "geri getirmek" mümkün değil. Ama başka Nurettin'lerin "hayatını" koruma altına almak için; "önce insan hayatı" kültürünü, yaşamın her alanına enjekte etmeliyiz.
***
Evet. Söz "yaşam kültüründen" açılmışken devam ettirelim. Çünkü hayatın her alanı, her saniyesi, coğrafyanın her santimetresindeki "hava" belli bir kültürü icra etmektedir. Onun için de; "Kültürel" değerlerin yaşaması ve yeşertilmesi, yeni kültürlere yelken açılması; büyük önem arz eder. İşte İl İnsan Hakları Kurulu'nun bir başka gündemi de "Çevre Kültürü"! Bu konuda; herkes muzdarip. Kurulun nerdeyse tüm üyeleri; "Diyarbakır'ın yaşam alanını kullanmada istenilen hassasiyeti" göstermediğinden şikâyetçi. Ki "Kabahat Kanunlarında" ifade edildiği gibi; mesela "yere tükürmek, izmarit atmak, çöp atmak", cezai müeyyide tabi. Ama ne cezai müeyyide, ne de çevre temizliği kültürünü "istenilen" şekilde icra etmiyoruz. Etmediğimiz için de; izmaritler içerisinde yaşıyoruz. Taktir edersiniz ki; 5 Haziran Dünya Çevre Günü. Bu konuda ne yapılabilinir diye gelen soruyu kurulda değerlendirirken şu fikir oluştu. Öyle ise; "ağaç yaş iken eğilir" sözüyle işe okullardan başlanmalı. Vali Yardımcısı Seyitoğlu telefonla bu yönde ilk talimatı hemen verdi. Çevre İl Müdürlüğüne, Milli Eğitim Müdürlüğü'yle işbirliği içerisine girilerek, "Çevreye duyarlılık" anlamında; okullarda aktiviteler geliştirilsin. Ve "slogan yarışması" düzenlensin. Dereceye girenlere de ödül olarak "altın verelim"! Tabi tüm bunlar "kayıt" altına alınarak, resmiyet kazandırıldı. Önümüzdeki günlerde; "meyvesini" alacağız. Sonuç itibariyle; şuna vurgu yapmak istiyorum. Hayatın kendisi bir kültürdür. Önemli olan "hayatı" toplumsal bütünlükle geçirmek. Bencillikle, bana necilikle, ötekileştirmekle değil.
***
Önder Sav 'çarpıldı' mı?
Kendisinden hacca gitmek için yardım isteyen vatandaşa verdiği alaycı yanıtlarla gündeme gelen ve aldığı tepkiler üzerine bir süre ortadan kaybolan CHP Genel Sekreteri Önder Sav'ın başı dertten kurtulmuyor. Önder Sav, kendisinden hacca gitmek için yardım isteyen CHP'li yurttaşla alay ederken gazetecilere yakalanmıştı. Sav, alaycı sözlerinden dolayı çektiği tepkilerden kurtulmak için bir süre ortadan kaybolmuştu. Tam dini değerlere hakarete varan sözlerini unutturmak üzereyken, bu defa da eski Bolu valisiyle konuşmaları basına yansıdı. Özel konuşmasının basına yansımasından hareketle, hükümete karşı 'tele kulak' hücumuna geçmeyi deneyen Sav, son olarak konuşmanın herhangi bir yasa dışı dinleme - gözetlemeyle değil, açık unuttuğu telefondan kaydedildiğinin ortaya çıkmasıyla darbe yedi. Yani; "mumu kısa sürede söndü!' Önder Sav'ın son iki hafta içinde yaşadıkları kulislerinde de gündemini oluşturmadı değil. Sav'ın içine düştüğü duruma sempatiyle bakanlar 'Önder Sav'ın başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmemiştir' derken. Kimileri de Sav'ın Hz. Peygamber'e yönelik terbiye sınırlarını zorlayan ifadesinden sonra olsa olsa 'çarpılmış' olabileceğini söylüyor. Aslında; Sav ve onun gibi düşünenlerin ülkenin ve milletin "geleceğiyle" nasıl karanlık fikir ve düşüncelerle oynadıklarını, gösteren bir tablo yaşandı. Ve bu da bir ders-i ibrettir. Anlayan için.