Malum; 2009'u 'günahıyla-sevabıyla' yaşadık ve geride bıraktık. Artık maziye ait bir zaman dilimi! Şimdi; 2010'un 'hayat' kulvarındayız ve bu zamanı yaşıyoruz. Çünkü 'yelkenler fora' dedik. Ve açıldık 'hayatın' o büyük okyanusuna. Bir dizi de 'umutlar' yeşerttik; Kendimiz için, ülkemiz ve bölgemiz için! Alınacak yoldaki duraklar 'malum'! En hassasiyet isteyen 'hayat' koşumuzda; bu duraklardaki 'tavrımızdır'!
***
Sosyal, Siyasal, Ekonomik, Kültürel ve Sağlık! Neyse! Zaten bir kaç gündür bu aktivitelerle alakalı yazıyorum. 2009'un bıraktığı izleri. Ve bu 'ders-i ibret' noktasındaki izlerin saçtığı ışıkla alakalı; 2010'da neler inşa edilmesi gerektiği. Anlayacağınız! Bu eksende bir hayli konuştuk, artık 'nokta' koymak gerek. Çünkü 'günlük' hayat koşusuna dönmemiz lazım; çevrede olup bitenler 'küçümsenmeyecek' düzeyde. Ancak Cumartesi günü olması münasebetiyle; 'çevrede olup-bitene' yönelmeyi Pazartesi'ye bırakmak istiyorum. Tabi bunun nedeni var? O da; Değerli Okurum Eczacı A. Kadir Gördük'ten aldığım bir 'mail'?
***
Diyarbakır'ı, yaşadıklarını ve bugünü 'anlatıyor', kaleme aldığı şiirinde. Uzun uzadıya bir şiir! Okudum; bir kaç kere. Çünkü 'cümle ve satırlar' insanda farklı duygular geliştirmiyor değil. Hele bir de; 'aha bu benim ve beni anlatıyor' dedirten bir üslup 'içeriyorsa', sizin için işlem doyumsuz oluyor. Bende bu duygu içerisinde ister-istemez odaklandım. Ve düşündüm! Olabilir mi 'benimle' aynı hayat kulvarı içerisinde olanlar var diye. Neden olmasın. Diyarbakır'da 'yaşayıp ta' aynı hayatın havasını solumamak; mümkün olabilir mi? İşte bu düşünceyle Sevgili Gördük'ten gelen; 'şiir' den sizi mahrum bırakmamayı. Fazla da söze gerek yok. Hemen 'şiire' girelim; işte 'Yazığım geli Diyarbekir'e' isimli şiir!
***
YAZIĞIM GELİ DİYARBEKİRE Önceki gün, aradım çocukluk yıllarımı. Ulaşılmıyor dedi, tango bir ses kibarca. Bişey olmaz, ben gidip, bakarım dedim. En güzel yıllarımın izi kalmıştır, orda. Fatihpaşa mahlesi, Kurşunlu sokak. Diye adres yazardı, beyaz zarfın üstünde, Ne postacı görünürde, ne hasret satırları, Ne o adresler kalmış, ne de oturanları. Öksüz gibi gezindim, paket taşlı yollarda. Yırtık albümler gibi, kırık, dökük anılar. Şuradaydı evimiz, okulum hah şurada. Tanış kimse kalmamış, sadece yabancılar. Yarım asır olmuş ömrüm, dıki dıkına. Hatıramda, düşüncemde, beynimde. Hama, hama kaybolan çocukluğumun, Yolunu şaşırdım sanki, memleketimde. Bulmaca gibiydi, küçede ğar oynamak. Korfıstanla, çüçüt neydi gerçekten? Karpitle, teneke uçuranlar kalmamış. Gazoz kapakları, düşmüş eski değerden. Lepikle mal oynayıp, yuttunuz mu sahiden? Ya toprak hırabada istop, kuka, birdirbir. Kibrit kutuları, şimdi sermaye değil artık. Nedense, alav pilav da yapılmıyor, kim bilir. Cığcığalı sakızın, renkli resimlerinden, En sevilen ünlüleri seçelim, var mısınız? Teksasa, çizgi roman mı dersiniz, şimdi? Tarkan desem, beni doğru anlar mısınız? Leymunata, vişneli cicibici, elmalişekerin, Rengi aklımda, tadı damağımda asılı, dünden. Kırık leblebi, dağdağan var mıdır, heket? Allahan kurban desem, anlarmısın dilimden? Sahi, kabe darısını tanır mısınız? Bahçada, hiç aluce topladınız dalından? Gördünüz mü delibardağanı, karahübürü? Marul arkaladınız mı Mardinkapı dan.? Sadece bayramda binerdik, dıngılafıstana. Tahterevallimi dersiniz, yoksa parktakilere. Telden yapılı arabamın, forsu o biçim. Kiralık pıskıleti, anlatsam mı şimdikilere? İki katlı, naylon topu vardı zeğel Mıçenin. Hem kaleci, hem oyuncu olurdu maçımızda. Çelik, çubuk ustasıydı, yenerdi bizi teres. Çar diyen Bozonun sesi var, kulağımda. Memo, çatalastik atardı, sivigdeki kuşlara. Şimdi serçe yok oralarda, hele ki boran. Ne Ako var görünürde, ne gece kuşu. Ne hechecıkler kalmış, ne serçeboğan. Örtmenin dibi, hevlet olmuş, kimse yok. Beştaş sesi var sadece, uzaktaki kızların, Yankılanır gelin türküsü gibi, yanık sesleri. İp atlayanların, çizgi oynayanların. Neden, Tut ağacı bu kadar ağlamaklı. Salıncak bağlı değil, salınan yok dalında. İncirle küsülümü yoksa bozuk mu araları? Ne meyve hırhızı var, ne de kim daldasında. Hevşın tulumbası, kuyusu da kurumuş, Kastalın yerinde yeller esiyor, şu an. Bakır üsküreyle içmeyi bilirmisiniz? Eyvandaki testinin, serin suyundan. Ali dayı, güzün dam loğlamazmıydı he? Yoksa damci yapmıyor mu artık tavanı? Belki düşmüş kayıttan, haberimiz yok. Yalnız yaşardı zaten, hem yoktu ki bakanı. Hani dink vardı bu köşede, yarım duvarlı. Hani alnı peçeli, gözü kapalı at kişnemesi, Bi gün he, bi gün yok, yıkanır mı avlular? Kapı önleri süpürülür mü, ayıp demesi. Komşu evde Agop yok, Tuma bacı da gitmiş. Üzüntüye, yalnızlığa, bikesliğe hareket. Kar kuşları gibi grup, grup, kefle, kefleymiş. Çıharıya değil kirvem, gurbete doğru elbet. Asırlardır on gözle ağlamaktan belki de, Pınarında kurumuş Diclemin gözyaşları. Bu yüzdendir, sabahları seher vaktinde, Hıçkırarak, inleyerek ağlar Yusuf kuşları. Bir, bir silinmiş izleri, çocukluğumun. Siyah beyaz resimlerde, azıcık kalan. Yorgun şair dizelerinde kalmış bir de. O da, sizin anlayacağınız bi kırtik falan. Alaca rengi solmuş, bahtsız memleketimin. Doğum yerim el olmuş, gitmiş başka şehire. Utangaç çocuk gibi suskun olmuş, lal olmuş. İçim yani, çok yazığım geli Diyarbekire.