Korku, endişe, gerginlik, kargaşa, kaos ve taşkınlık.
Şiddet, terör, kan ve gözyaşı. Faili meçhul cinayetler.
Zulme dayalı politikalar. "Etnik kimlik" inkarı.
Kısacası; "toplumsal gerilimi" yaratan "provokasyonlar"!
"Ötekileştirme"! Bu ifadeler; insanı irkiltiyor.
Hem de "dehşete" düşürücü bir ruh haliyle.
Alın yazısı mı, yoksa birilerinin "keyfe mayeşa-sı mı?"..
Bilemiyorum! Ancak şunu ifade edebilirim.
"Yaşanan ve yaşatılan" gerilimden kimse bugüne kadar fayda görmüş değil.
Bundan sonra da görmesi mümkün değil. Bilakis "gerilim" yıkımdır, kaos ta şiddettir.
Terör, kan ve gözyaşıdır, "hizipleşme" ötekileştirmedir.
İşte Güneydoğu insanı "bu atmosferin" en çok acısını çekendir.
Diyarbakır bu acıların da "odak" merkezidir. Tabiri caizse "gelen vuruyor, giden vuruyor".
Onun için de; "yaratılan" atmosferden muzdarip ve tepkili.
"Artık yeter" diyor. "Edi bese" diyor.
***
Bakınız; 15 Şubat ile 18 Şubat "arasında" geçen zaman dilimine.
Neler yaşandı, neler yaşatıldı, neleri yaşadık.
Ve neleri "kaleme" alıp yazdık.
Manşetler atıldı; "Tansiyon yüksek", "Diyarbakır gergin".
Lütfen "sağduyu". Diyarbakır'a yakışan sağduyudur.
"Sokaklar savaş alanı olmasın" diye.
Demokratik tepkiler, "kanunsuzlaşmasın".
Demokrasiye olan "inancımız", anti demokratik olmasın.
Ve en önemlisi "itidalli olalım, itidalli davranalım" dedik.
Çünkü "öylesine" bir ruh haline sahip olmuşuz ki, "en küçük" bir kıvılcım, telafisi mümkün olmayan "yıkımlara" neden oluyor.
Yani çok çabuk; "gaza" geldiğimiz gibi, çok çabuk ta "şiddeti" körüklüyoruz.
Ve ne acıdır ki; tüm bu "tarihi vesika" niteliğindeki gerçekler bilinmesine rağmen birileri sürekli "halkı germe" gayreti içerisinde.
Görünen köy kılavuz istemez misali.
***
Dün DTP'nin "olaylı pazar günü" rövanşı vardı. Polisin "orantısız güç" kullandığına "tepki" amaçlı.
İnanın elim yüreğimdeydi. Aman ha; "olaylar çıkmasın". Diyarbakır yeniden, kan, barut, gözyaşı ile anılmasın diye.
Şükürler olsun "beklendiği" gibi olmadı. Bu da; demek ki "istenilince oluyormuş?".
Sağduyu içerisinde "demokratik" tepkiyi koymak. Hoşgörü, ılımlı ve kardeşlik "duygularını" öne çıkaran bir anlayışla hareket etmek.
Nitekim dünkü Diyarbakır Söz'ün manşeti; "Diyarbakır'a yakışan sağduyudur" idi.
Ve bu köşeden de; "İtidalli olalım" demiştim. "Bırakalım insanlar 'demokratik tepkisini' göstersin.
Yürüsünler. Seslerini "yükseltsinler". Ama hukuk, kanun ve nizam "içerisinde"!
Gösteriyi düzenleyen de, gösteriye katılan da, gösterinin "asayişini" sağlayan da; "samimiyet" göstersin diye.
Bir gün önce Osman Baydemir Söz TV'de konuşuyordu.
"Sessiz yürüyüş", demokratik tepkiye yakışır bir düzeyde geçsin mesajını veriyordu.
İşte bunların "etkisi" ve Polisin de hassasiyeti 'demek ki istenilince oluyormuş" dedirtti.
Çünkü dünkü açıklama ve yürüyüş süresi içerisindeki gelişmeler "samimiyete" dayalı bir atmosfer içeriyordu.
Kimse "olay" çıkmasını istemiyordu. Kimse "kimsenin" kırılmasını istemiyordu.
Öyle de oldu.
Hatta "tek hedefimiz AK Parti'yi yüzde 10'a düşürmektir" diyen DTP Genel Başkanı Ahmet Türk te, konuşmasını tamamladıktan sonra 'göstericilere" şu çağrıyı yaptı.
"Sessiz bir şekilde dağılalım".
***
Her ne kadar; "yürüyüş" sonrası dağılan iki küçük grup "taşkınlık" yaptıysa da.
AK Parti İl Başkanlığı ve Bağlar İlçe Başkanlığını "taşlamaları". Camların kırılması, polisin de müdahalede bulunması vakası yaşandıysa da.
Basın mensuplarına "yönelik" kendini bilmezlerin "saldırısı" küçük çaplı geliştiyse de.
"Yürüyüşün maneviyatına". Orada ifade edilenlerin "hissiyatına".
Diyarbakır'ın da; "büyüklüğüne" gölge oluşturmadı. Cılız kaldı.
Provokasyona dayalı "girişim" prim kazanmadı.
Ve en önemlisi, "kuytuda" bekleyen "vampir" misali, dökülecek kandan beslenenler "emellerine" kavuşmadı.
Burada DTPnin dikkat etmesi ve önlem alması gereken, bu tür kışkırtıcı, tansiyonu yükselten sonradan telafisi mümkün olmayan yangınlara neden olabilecek kişileri kendi bünyelerinde eritmeleri gerekir.
Anlayacağınız dün "Sağduyu kazandı"!
***
Bunda emeği geçenler çok. İl Valisi Hüseyin Avni Mutlu.
DTP ve Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir.
Emniyet Müdürü Zeki Çatalkaya. Yerel basın. Ve Diyarbakır "ahalisi".
Dünkü tabloda "üzerlerine" düşeni yaptılar.
Toplumsal "tepkiye" dayalı organizasyonlarda "nelerin yapılması" gerektiği?
Nabzın nasıl "yoklanması" lazım geldiği?
Tahriklerin "nasıl" bertaraf edilebileceğini gösterdi.
***
Tabi dikkatimi çeken bir noktayı da 'atlamak' istemiyorum.
Ne zaman ki; polis yani resmi üniformalı polis memurları "görünmüşse".
Diyarbakır'daki "toplumsal" olaylar "çığırından" çıkmıştır.
Ne zaman ki; polis "göstericilerin" bulunduğu alandan uzak kalmışsa.
"Göz" temasından uzak bir noktada bulunmuşsa; "olaylar" sessiz ve sükût vaziyette son bulmuştur.
Niye bu noktayı aktardım.
"Çünkü en küçük kıvılcımda gelişen olay esnasında eylemcilerin polisi gördüklerinde daha bir agresifleştiklerini" görüyoruz.
Göstericiler ve eylemciler öylesine tahriklere açık ve öylesine galeyana gelmeye müsait ki, "yeter ki" biri "provokasyona" yönelebilsin.
Yani "kıvılcımı" çaksın. Gerisi, "önlenemez".
Sonuç itibariyle dünkü gösterilerin "küçük çaplı" olayların dışında; "sakin ve sağduyulu" tamamlanmasında.
Etkili, yetkili zevatın sakinliği, üniformalı polislerin "göstericilerden" uzak tutulması, tansiyonu "yükselten" görüntülerin oluşmamasının etkisi büyüktür.
Bir kez daha söylemek gerekirse;
"İstenince bazı şeyler ne güzel de oluyormuş" demek.
Yeter ki; "gönüller" hoşgörü ve samimiyete dayalı olsun.
Demokrasiye olan inancımız da tam olsun.