Şuursuz bir hal…
Ve "saldırgan" bir zaman tüketimi içindeyiz..
Şiddet ve terör!
Buna mukabil; "vahim kamplaşma.."
Yaşamın her alanında…
Siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik..
Yani enva-i olumsuzluk gemi azıya vurmuş…
Kan ise; "oluk, oluk" akıp gidiyor…
***
İşte ülkenin dört bir yanı…
Alev topu misali…
İç ve dış orijinli örgütler cirit atıyor..
Yakıyor.. Yıkıyor.. Öldürüyor…
Ne yazık ki; zafiyetler zinciri içerisinde "belirsizlik" hâkim!
Tek hükümdar; elinde "silahı" olan…
Görüntü; hiçte iyi görünmüyor.
***
Çözüm. Ya da; "gerilimi" düşüren…
Anlık olsa da..
Ellerin "tetikten" çekilmesi..
Sulh'un oluşması…
Biraz huzur denilmesi…
Ya da Uzlaşı "zemini" yaratıcı, adımların atılması…
Veyahut siyasi "mekanizmanın" işletilmesi; gibi bir akıl da "söz" almıyor…
***
Kamplaşma…
Vahim bir tahammülsüzlük…
Ne iktidar…
Ne de muhalefet..
Zıt kutup misali; "ülkeyi" şuur kilitlenmesiyle "derinliklere" sürüklüyor..
Kimse kimseyi dinlemiyor…
Varsa yoksa "birbirini suçlama", hadiselerden "siyasi kazanç" devşirme…
***
Tabir yerindeyse…
Herkes eline almış bir körük…
Ha bire "yanan" ateşi, rakibine yönelik körüklüyor..
Ki; o'nu "ne kadar" yakabilir, etkileyebilirim derdinde…
Ama farkındalar mı, değiller bilmem.
Lakin her şey ulu orta yerde..
Körük ve yaktıkları ateş "ülkeyi" yaşanılmaz hale getirdi…
***
Durum böyle olunca!
İmam-Cemaat meselesi…
İşte hal-i vaziyet…
Radikal bir tarafgirlik.. Yıkıcı bir eleştiri cephesi..
"İki kutup da" hayra çalışmıyor…
Yani kamplaşma "makası" hızla açılıyor…
Kapanması da mümkün değil…
***
Bakınız!
Akademisyenlerimize…
Yazarlarımıza…
Ya da, mürekkep yalamış tüm ehli kelam sahipleri…
Veyahut aydınlar…
Bir dönemin "akil insanları" dâhil…
Onlarda da vahim bir eksen "garabeti" oluşmaya başladı..
Kimse; "hakikate" odaklanmıyor…
***
Herkes.. Bilaistisna..
Kendi cenahında; hasımane bir "tutumla", yıkıcı bir performans içinde…
"Sulhun" dilini..
Barışın dilini…
Yani oluşması gereken; "ortak aklı ve ortak dili" akla dahi getirmiyoruz..
Terk etmişiz…
***
Ürkütücü olan da…
Bırakın "farklı" bir sesin, yükselmesini...
Taraflara…
Yani iki tarafa da; "doğrunuz bu, yanlışınız bu" demek bile, tahammülsüzlükle karşılanır oldu..
Ya bendensin..
Ya da "hainler, ihanetçiler" kulvarındasın…
***
Maalesef.. Akıl kilitlenmesi…
Tarihsel, dokumuza baktığımızda..
Ülke ve millet olarak "böyle" değildik..
Geleneklerimiz vardı..
Örf.. Adet.. Saygı ve sevgi.. Muhabbet…
İnanç.. İbadet kültürü…
Kendimize has; "mukaddes" ilkelerimiz…
***
En sıradan hadisede bile…
"Güngörmüş…"
Aksakallı… Kadir kıymet noktasında; "iki kelam" edince, bir sulh sağlanırdı..
Ya da, "mevzu ne ise", çözüme gidilirdi..
Ancak şimdi; "tüm bu değerler" yok olup gittiği gibi…
Kelam edeni de; "ihanet ve deli saçması" diye, görüyoruz..
***
Sonuç itibariyle…
Gidişat ne kadar "vahamet" içeriyorsa da…
Kan ve gözyaşı eksilmiyorsa da..
Kamplaşmanın makası hızla açılıyorsa da..
Eğer ki…
Bir vatan, bir millet, bir ülke "olabilmeyi" hala düşünüyorsak…
Bizim kendi kendimizi; "çek edip" yenilememiz lazım…
Özellikle de zihnen..
***
En önemlisi de…
Ağır.. Derin.. Yıllanmış "mesellerimizi…"
Şu, bu, berisi demekten arınıp; "bütününe" odaklanmalıyız…
Gerçeği görmeli…
Empatiye yönelmeliyiz ki..
Biz ne dediğimizi, karşımızdakinin bizi nasıl anladığını, "bilmeliyiz.."
***
Hele ki "vesayetçi" olmayı, terk etmeliyiz
Çatışmalı ortamdan çıkmalıyız…
Otoriter siyasi kültürü bırakmalıyız..
Çok sesliliği "zenginlik" kabul etmeli, "eleştiriye de açık" olunmalı…
Yani "çözüm üretici" olunmalı, suskun değil!
Ancak o zaman; "demokratikleşmenin" önündeki engelleri bertaraf edip; "sulhu" yakalayabiliriz.
Ne diyor; Çınarlı gözü yaşlı anne.
Kur'an-ı Kerim'in bombalama esnasında tahribat olan sayfalarını göstererek.
"Yeter!… Kimse ölmesin…"
Evet, yeter kimse ölmesin.
Tek çare ve reçete; "uzlaşı"