Yüksek Seçim Kurulu; Hatip Dicle'nin Milletvekilliğini "veto" etti. Karara, Kim nasıl bir algı gösterip, tepki koyar bilmem. O kişinin kendisine özgü "ortaya" koyduğu iradedir. Bağımsız ve özgürdür. Düşünsel farklılık arz etse bile, saygı duymak gerekir. Nitekim, Dün görsel ve yazılı medyada, konuşan oldu "karar" olması gerektiği gibi. Hukuki diye. Çünkü, 1 yıl hapis cezası alan her kim ise, 298 sayılı Kanunun 130/4 ve 2839 sayılı Kanunun 39/4. maddeleri uyarınca "milletvekili" olamaz. Sabıkalı. Evet, Yasalar ve Anayasa böyle der?
***
Ama, Ne yazık ki, ben "o düşüncede" olmadığım gibi, tasvip etmem de mümkün değil. Keza, Bu veto'da "o yasanın", hüküm ve icrası, "hukuki" bir seyirle, gelişmedi. Sormak gerekir, hüküm makamı YSK'ya. Neden; O maddenin geçerliliğini, ilk günden itibaren uygulamadın. Adaylık başvurusunda "hayır olamazsın" deyip, işi noktalamadın. Yapmadın, Mahkeme kararı Yargıtay tarafından onandı, yine yapmadın. Dicle'yi "hiç bir sorun" yok diyerek, seçime soktun, oy pusulasında, yer verdin. Diyarbakır'da, 77 binin üzerinde "rekor" bir oy çokluğuyla, seçilmesini bekledin. Ve şimdi; Hayır, "sabıkan var" seçilemezsin diyorsun. Bu ne tezat! Bu nasıl, Bir yasa ve hükmün uygulama şekli. Keyfiyet ve vesayetten başka bir anlam içermiyor.
***
Biliyorum ki, Ülke fertlerinin ekseriyeti de benimle aynı düşüncede, "bu karar" adil ve hukuki değil diye! Önceki gece yarısı kaleme aldığım dünkü yazımda ifade ettiğim gibi. Yine siz okurların duygularıyla; yineleyerek ifademi, tekrar ediyorum. Yüksek Seçim Kurulu, Dicle'yi "tasfiye" eden kararıyla bir kez daha "kurumsal" vesayeti, gündeme getirmiştir. Hem de; Demoklesin kılıcını, sallayarak, Dicle'nin "milletvekilliğini" kurban almıştır. Ülkeyi, Ve milleti "vesayet rejimiyle" yüz yüze getirerek, "tarih tekerrür" etmiştir. Bu karardan sonra; Ne demokratik parlamenter sistemden. Ne milli iradenin egemenliğinden... Ve ne de sivil ve bağımsız bir ülke yönetiminin, varlığından dem vuramayız. Söz dahi edemeyiz. Yok. Yok. Yok. Ne gerçek manada var, ne de varlık noktasında "içtihat" sahibi. YSK, Türkiye Cumhuriyeti'nin "hala da" kurumsal vesayetlerin "tahakkümü" altında olduğu gerçeğini, hatırlattı. Kara bir leke olarak tarihe geçti. Ne yazık ki, Bunu 80 milyon insana "aleni" bir şekilde, dikte etti, "milli iradeyi" tanımıyorum diye.
***
Evet, Hatip Dicle için artık Meclis yolu kapanmıştır ve gidemeyecek. Her ne kadar, AİHM var ise, hukuki sürecin hala da işlem gördüğü söyleniyorsa da. Tabiri caizse; "ferman" kesilmiş. Gerisi, zamanın işleyişine bağlı, Eee hayat için de zaman, durmaz. Fatura, Dicle'nin Milletvekilliğinin "kurban" oluşudur. Yerine, Dün İl Seçim Kurulundan avukat aracılığıyla mazbatasını alan Oya Eronat gidecek. AK Parti 6. sıra milletvekili. Garip, Bir rastlantı mı, yoksa ilişkiler var mı bilmem. Teröre evlat kurban veren bir anne Eronat. Kararın, Sirayeti "hepimizin" malumu. "Pimi çekili" bombayı, YSK ülke ahalisinin içine bıraktı. Ortalık, toz duman. Özellikle Kürt bölgesinde ki akşam saatlerinden itibaren ülke sath-i mailine yayıldı. Ciddi ama Korku, endişe ve kaosla birlikte şiddet üreten, bir "sinir" harbi var.
***
Belirsizlik, Kol gezdiği gibi, "yeni" belirsizlikleri de, iç dünyasında üretmektedir. Ve herkes bir soru ekseninde cevap arıyor; "Şimdi ne olacak?" diye. Daha açık bir ifadeyle; BDP bundan sonra "ne yapacak?" Aynı istikamette, ülkenin siyasal iktidarı nasıl bir formül üretecek. DTK, Dün toplandı, "karara" ilişkin tavrını da belirledi. Bağımsızlara da çağrı yaptı; "Meclisi" tanımayın diye. Olabilir mi? Onu, BDP'nin bugün yapacağı "durum değerlendirmesi" toplantısından sonra, kesin anlayacağız. Bir de, İmralı'da Abdullah Öcalan'la avukatların yapacağı görüşme sonrası, çıkacak mesaj da var. Diğer bir nokta da, KCK'dan tutuklu bulunan 5 Bağımsız Milletvekili'nin "tahliye" durumu. Henüz karar yok. Malum, Savcı "tahliyelerin" reddi, konusunda görüş bildirdi. Velhasıl, Son 48 saat bir hayli, gerilimli geçecek. Evet, BDP'liler ne yapacak. Meclise gidecekler mi? Aslında; Bu soruya "ışık" anlamında önceden birçok bağımsız milletvekili açıkladı; "Biri eksik olsa, Meclise gitmeyeceğiz" diye. "Ya hep, ye hiç". Dün de, birçok kişi "bu görüşü" ortaya koydu.
***
Şimdi; Bağımsızlar meclise gitmeyip "yemin etmezler" ise ve oturuma da kazılmazlarsa, ne olur? Doğrusu, Bunun "genel bir yaptırımı" var mı, yok mu, pek anlaşılır değil hukuki içtihatta. Belirsizlik, ihtiva etmekte. Bir dizi de; Formül önerilmekte. Dicle ve diğer KCK tutuklusu, Milletvekilleri için. Ara seçim veya Başbakan Erdoğan formülü. Bilirsiniz, Ben her zaman şu vecizeye inanmışımdır. Ve söylerim, öneririm de "Her şer de bir hayır vardır" diye. YSK, Dicle'nin milletvekilliğini "kurban" seçerek, bunu yerine getirdiğinizi biliyoruz. Kaçarı yok.
***
İşte buna karşı; BDP'nin siyasi aktörleri başta olmak üzere, herkese ciddi görev düşmektedir. O da şu; Dicle'nin "milletvekilliğini" kurban alan YSK'ya karşı, Türkiye'yi kurban seçmeyin. Ortak akıl, Çözümün yarısı olduğuna göre, Meclis'te bu işin "mücadelesi" en doğru yol haritası derim. Hem, YSK gibi "milli iradeyi" hiçe sayan vesayetçi kurumların "keyfiyetine" son verilir. Hem de, Siyasal mühendisliğe soyunan zihniyetler tar-ü mer edilir. Hem de, Yasa ve kanunlar "devleti" değil, milleti ve bireyi koruyan anlayışa, sahip olunur. Yoksa, Faturasını kişilere, partilere ve ülkenin yarınlarına "kesmek" hiç kimseye pek hayır ihtiva etmez. Yakıp-yıkmakla, şiddete yönelmekle. Kana kan, dişe diş demekle "var olan" çözümsüzlüğü körüklemekten, öteye bir düşünce olmaz. Yanlış mıyım?