Türkiye son 12 yıl içerisinde başta ekonomi olmak üzere, alt yapı ve teknik alanda ciddi bir sıçrama yaptı. Bu sayede belli bir güç de kazandı. Nitekim birçok krizi, ekonomisinin güçlü olduğunu zannettiğimiz ülkelere göre daha da rahat atlattı. Ancak maalesef aynı Türkiye, ekonomik sarsıntılara ve krizlere dayanıklı olduğu kadar sosyal ve siyasal çalkantılara dayanaklı değil. Bir Gezi olayı veya bir 6-8 Ekim olayı aniden gelişip birkaç gün içerisinde ülkeyi etkisine altına alabiliyor ve toplumsal dayanışmayı ciddi bir kırılmanın eşiğine getirebiliyorsa bünye zayıf demektir. Veya toplumun temel dinamikleri olan aile içi şiddet, aldatma, boşanma, birlikte yaşama ve milli ve manevi değerlerin tümüne aykırı en iğrenç olaylar gün geçtikçe daha fazla görünürlük kazanıyorsa aslında sosyal sermaye iflasın eşiğinde demektir.
Sosyal hayattaki yozlaşma ve ahlaki erozyonunu gösteren listeyi burada daha da uzatamaz mıyız? Uzatabiliriz. Ancak daha da ayrıntılı yazamaya gerek yok, çünkü görmek isteyen zaten bunlara şahit oluyor. En azından medyanın gösterdiği kadarını biliyor. Bu ise Buzdağı’nın sadece görünen kısmıdır. Gerçek ise, sorumluluk sahiplerini rahatsız edecek, vicdan sahiplerini ise utandıracak bir boyut kazanmıştır. Çünkü aldatmalar, tecavüzler, intiharlar artık ne yazık ki bu ülkenin normalleri arasına girmiştir bile. Eskiden genç kız intiharı denilince akla Batman gelirdi. Çünkü bu tarz intiharlar o bölgede sosyolojik bir vaka haline gelmişti. Ama şimdi, sadece Ankara’da bir hafta içinde yaşanan intihar sayısı onlarca olmuştur. İşte bu, toplumda ciddi anlamda bir ses getirmiyorsa artık intihar olgusu vb bu ülkenin normalleri arasına girmiş sayılmaz mı?
Bazıları ısrarla görmezlikten gelse bile, maalesef acı gerçeğimiz budur. Peki, toplumun bu hale gelmesini neden göremedik veya gerekli önlemi istenilen düzeyde alamadık? Alamadık, çünkü toplum inanılmaz derecede hızlı bir değişim yaşadı ve hala yaşamaya devam da ediyor. Ayrıca Batı’dan farklı olarak biz, göçleri de, modernizmi de, dijital teknolojiyi de, yani toplumu ve dolayısıyla sosyal hayatı etkileyen tüm faktörleri, hep bir arada ve iç içe yaşadık. Dolayısıyla değişim ve dönüşümümüz iç içe, ama çok sağlıksız oldu. Buna toplumda yaşanan gerilimler, içi boşaltılan din ve dini ritüeller, kimlik krizleri de eklenince çöküntü daha da hızlandı.
Siyasi irade de bu süreçte önceliğini Avrupa ile rekabet edebilme, en azında görünürde bir Batı ülkesi olmaya verdi. Bunun yolu da ekonomik ve teknolojik kalkınma ile mümkün olduğundan, motivasyonu ekonomik başarıya ulaşma isteği oldu. Buna ek olarak Çözüm Süreci, yaklaşan seçimler, partilerin kendi içlerinde yaşanan sıkıntılar ve adayların seçimi gibi konular hem siyasilerin hem de medyanın gündemini tümüyle esir aldı. Diğer sosyal sorunlar ki bunların bir kısmı kartopu gibi yıllardır büyüyerek katlanarak geliyor, maalesef algılanmadı ve hala algılanmıyor.
Bundan dolayı, sosyal kalkınmaya ve değerlere istenilen düzeyde ilgi gösterilmiyor. Oysaki asıl tahribata uğrayanlar, yaralanılanlar onlar oldu. Bu alan, özellikle Türkiye gibi imparatorluğun mirasını taşıyan ve çok sayıda etnik kökene sahip olan ülkelerde ihmal kabul etmeyecek kadar önemlidir. Çünkü bu ülkelerde sosyal bünye yara aldığı zaman içten ve dıştan yıkımlar daha da hızlanacaktır. İşte Yemen! İşte Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Buna acı bir örnek değil midir? Rauf Denktaş, Kıbrıs için hayatını feda etti, Türkiye Cumhuriyeti milyon dolarlara mal olan yatırımlar yaptı, en son deniz altında borular döşeyerek adaya su götürdü. Ancak toplumu ayakta tutan manevi değerlere gerekli önemli vermediği için, bugün Kıbrıs’ın yerli halkı kendisini Rum toplumuna daha yakın görüp kimliğini de inkâr edecek seviyeye gelmiş bulunmaktadır. Uluslararası alanda Rum toplumunu Türkiye’ye tercih edebiliyor.
Ayrıca toplumsal çözülme başladığı zaman, diğer tüm kazanımları da, ekonomik, alt yapı, teknik gibi, bir bir alır götürür, tamiri de kısa sürede mümkün olmaz. Onun için bir an önce siyasi gerilimlerden uzaklaşıp, iktidarın gücünü ve enerjisini sosyal hayatta yaşanan sorunlara yöneltmesi gerekir.
Unutmayalım, gözünü kapayan yalnız kendisine gündüzü gece yapabilir, başkasına değil.
Dostlar, gerçekten siz de benim gördüğümü görüyor musunuz?
www.sabrieyigun.com.tr