“İfade-i Meram” devamıdır
Eklenme: 7/8/2024 12:00:00 AM

Birden, esarette, Kosturmadaki camideki intibah-ı ruh yine başladı. Onun eseri olarak, kalben merbut olduğum ve medar-ı saadet-i dünyeviye zannettiğim hltı, esbabı tetkike başladım. Hangisini tetkik ettimse, baktım ki, çürüktür, alkaya değmiyor, aldatıyor. O sıralarda, en sadakatli zannettiğim bir arkadaşımda, umulmadık bir sadakatsizlik ve hatıra gelmez bir vefasızlık gördüm. Hayat-ı dünyeviyeden bir ürkmek geldi. Kalbime dedim: Acaba ben bütün bütün aldanmış mıyım? Görüyorum ki, hakikat noktasında acınacak halimize, pek çok insanlar gıpta ile bakıyorlar. Bütün bu insanlar divane mi olmuşlar? Yoksa şimdi ben divane mi oluyorum ki, bu dünyaperest insanları divane görüyorum?

Her neyse... Ben, ihtiyarlığın verdiği şiddetli intibah cihetinde, en evvel, alkadar olduğum fni şeylerin fniliğini gördüm. Kendime de baktım, nihayet-i aczde gördüm. O vakit, bek isteyen ve bek tevehhümüyle fnilere müptel olan ruhum bütün kuvvetiyle dedi ki: Madem cismen fniyim; bu fnilerden bana ne hayır gelebilir? Madem ben cizim; bu cizlerden ne bekleyebilirim? Benim derdime çare bulacak bir Bk-i Sermed, bir Kadr-i Ezel lzım diyerek taharrye başladım.

O vakit, herşeyden evvel, eskiden beri tahsil ettiğim ilme müracaat edip, bir teselli, bir rica aramaya başladım. Maatteessüf, o vakte kadar ulm-u felsefeyi ulm-u İslmiye ile beraber havsalama doldurup, o ulm-u felsefeyi, pek yanlış olarak, maden-i tekemmül ve medar-ı tenevvür zannetmiştim. Halbuki, o felsef meseleler ruhumu çok fazla kirletmiş ve terakkiyt-ı mneviyemde engel olmuştu. Birden, Cenb-ı Hak kın rahmet ve keremiyle, Kurn-ı Hakmdeki hikmet-i kudsiye imdada yetişti. çok risalelerde beyan edildiği gibi, o felsef meselelerin kirlerini yıkadı, temizlettirdi.

Ezcümle, fünun-u hikmetten gelen zulümat-ı ruhiye, ruhumu kinata boğduruyordu. Hangi cihete baktım, nur aradım; o meselelerde nur bulamadım, teneffüs edemedim. T, Kurn-ı Hakmden gelen L ilhe ill H cümlesiyle ders verilen tevhid, gayet parlak bir nur olarak, bütün o zulümatı dağıttı; rahatla nefes aldım. Fakat nefis ve şeytan, ehl-i dallet ve ehl-i felsefeden aldıkları derse istinad ederek akıl ve kalbe hücum ettiler. Bu hücumdaki münzart-ı nefsiye, lillhilhamd, kalbin muzafferiyetiyle neticelendi. çok risalelerde kısmen o münazaralar yazılmış. Onlara iktif edip, burada yalnız binde bir muzafferiyet-i kalbiyeyi göstermek için, binler burhandan birtek burhan beyan edeceğim. T ki, gençliğinde hikmet-i ecnebiye veya fünun-u medeniye namı altındaki kısmen dallet, kısmen mlyniyat meseleleriyle ruhunu kirletmiş, kalbini hasta etmiş, nefsini şımartmış bir kısım ihtiyarların ruhunda temizlik yapsın; tevhid hakkında şeytan ve nefsin şerrinden kurtulsun. Şöyle ki:

Ulm-u felsefiyenin vekleti namına nefsim dedi ki: Bu kinattaki esbabın tabiatıyla bu mevcudata müdahaleleri var. Herşey bir sebebe bakar. Meyveyi ağaçtan, hububatı topraktan istemeli. En cüz, en küçük birşeyi de Allahtan istemek ve Allaha yalvarmak ne demektir?

O vakit, nur-u Kurn ile, sırr-ı tevhid, şu gelecek surette inkişaf etti. Kalbim, o mütefelsif nefsime dedi:

En cüz ve en küçük şey, en büyük şey gibi, doğrudan doğruya bütün kinat Hlıkının kudretinden gelir ve hazinesinden çıkar. Başka surette olamaz. Esbab ise bir perdedir. çünkü en ehemmiyetsiz ve en küçük zannettiğimiz mahlklar, bazan sanat ve hilkat cihetinde en büyüğünden daha büyük olur. Sinek, tavuktan sanatça ileri geçmezse de, geri de kalmaz. Öyle ise, büyük küçük tefrik edilmeyecek. Ya bütünü esbab-ı maddiyeye taksim edilecek, veyahut bütünü birden birtek zta verilecektir. Birinci şık muhal olduğu gibi, bu şık vciptir, zarurdir. çünkü birtek zta, yani, bir Kadr-i Ezelye verilse, madem bütün mevcudatın intizamat ve hikmetleriyle vücudu kat tahakkuk eden ilmi herşeyi ihata ediyor. Ve madem ilminde herşeyin miktarı taayyün ediyor. Ve madem, bilmüşahede, her vakit hiçten, nihayetsiz suhuletle, nihayetsiz sanatlı masnular vücuda geliyor. Ve madem o Kadr-i Almin, bir kibrit çakar gibi, emr-i Kn feye kn ile, hangi şey olursa olsun icad edebildiğini, hadsiz kuvvetli delillerle çok risalelerde beyan ettiğimiz ve hususan Yirminci Mektup ve Yirmi Üçüncü Lemanın hirinde ispat edildiği gibi, hadsiz bir kudreti var. Elbette, bilmüşahede görülen harikulde suhulet ve kolaylık, o ihata-i ilmiyeden ve azamet-i kudretten geliyor.

Mesel, nasıl ki göze görülmeyen eczalı bir mürekkeple yazılan bir kitaba, o yazıyı göstermeye mahsus bir ecza sürülse, o koca kitap birden herbir göze vücudunu gösterip kendini okutturur. Aynen öyle de, o Kadr-i Ezelnin ilm-i muhitinde, herşeyin suret-i mahsusası, bir miktar-ı muayyen ile taayyün ediyor. O Kadr-i Mutlak, emr-i Kn feye kn ile, o hadsiz kudretiyle ve nfiz iradesiyle, o yazıya sürülen ecza gibi, gayet kolay ve suhuletle, kudretin bir cilvesi olan kuvvetini o mahiyet-i ilmiyeye sürer, o şeye vücud-u haric verir, göze gösterir, nukuş-u hikmetini okutturur.

Eğer bütün eşya birden o Kadr-i Ezelye ve Alm-i Külli Şeye verilmezse, o vakit sinek gibi en küçük birşeyin vücudunu, dünyanın ekser nevilerinden husus bir mizanla toplamak lzım gelmekle beraber; o küçücük sineğin vücudunda çalışan zerreler, o sineğin sırr-ı hilkatini ve keml-i sanatını bütün dekaikiyle bilmekle olabilir. çünkü esbab-ı tabiiye ile esbab-ı maddiye, bilbedahe ve umum ehl-i aklın ittifakıyla, hiçten icad edemez. Öyleyse, herhalde, onlar icad etse, elbette toplayacak. Madem toplayacak; hangi zhayat olursa olsun, ekser ansır ve envından nümuneler, içinde vardır. Adeta kinatın bir hülsası, bir çekirdeği hükmündedir. Elbette, o halde bir çekirdeği bütün bir ağaçtan, bir zhayatı bütün r-yi zeminden ince elekle eleyip ve en hassas bir mizan ile ölçüp toplattırmak lzım geliyor. Ve madem esbab-ı tabiiye cahildir, cmiddir; bir ilmi yoktur ki bir pln, bir fihriste, bir model, bir program takdir etsin, ona göre mnev kalıba gelen zerrtı eritip döksün, t dağılmasın, intizamını bozmasın. Halbuki herşeyin şekli, heyeti hadsiz tarzlarda olabildiği için, hadsiz had ve hesaba gelmez eşkller, miktarlar içinde birtek şekil ve miktarda, sel gibi akan ansırın zerreleri dağılmayarak, muntazaman, miktarsız, kalıpsız, birbiri üstünde kitle halinde durdurmak ve zhayata muntazam bir vücut vermek, ne derece imkndan, ihtimalden, akıldan uzak olduğu görünüyor. Elbette kimin kalbinde körlük yoksa görür.

Devam edecek