Evet, bu hakikate binaen,
Allahtan başka bütün çağırdığınız ve ibadet ettiğiniz şeyler toplansalar, asla bir sineği halk edemezler.
Bu yet-i azmenin sırrıyla, bütün esbab-ı maddiye toplansa, onların ihtiyarları da olsa, birtek sineğin vücudunu ve o vücudun cihazatını mizan-ı mahsusla toplayamazlar. Toplasalar da, o vücudun miktar-ı muayenesinde durduramazlar. Durdursalar da, daima tazelenmekte olan ve o vücuda gelip çalışan zerrtı, muntazaman çalıştıramazlar. Öyleyse, bilbedahe, esbab bu eşyaya sahip çıkamazlar. Demek Sahib-i Hakikleri başkadır.
Evet, öyle bir Sahib-i Hakikleri var ki, Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir yetinin sırrıyla, bütün zeminin yüzündeki zhayatı, bir sineğin ihysı kadar kolay yapar. Bir baharı, birtek çiçek kolaylığında icad eder. çünkü toplamaya muhtaç değil. Emr-i Kn feye kna mlik olduğundan; ve her baharda hadsiz mevcudat-ı bahariyenin madde-i unsuriyesinden başka hadsiz sıft ve ahvl ve eşkllerini hiçten icad ettiğinden; ve ilminde herşeyin plnı, modeli, fihristesi ve programı taayyün ettiğinden; ve bütün zerrat Onun ilim ve kudreti dairesinde hareket ettiklerinden, kibrit çakar gibi herşeyi nihayet kolaylıkla icad eder. Ve hiçbir şey, zerre miktar hareketini şaşırmaz. Seyyrat mut bir ordusu olduğu gibi, zerrat dahi muntazam bir ordusu hükmüne geçer. Madem o kudret-i ezeliyeye istinaden hareket ediyorlar ve o ilm-i ezelnin düsturlarıyla çalışıyorlar; elbette o eserler, o kudrete göre vücuda gelir. Yoksa o küçük, ehemmiyetsiz şahsiyetlerine bakmakla o eserler küçülmez. O kudrete intisap kuvvetiyle bir sinek, bir Nemrutu gebertir. Karınca, Firavunun sarayını harap eder. Zerre gibi küçük çam tohumu, dağ gibi koca bir çam ağacının yükünü omuzunda taşıyor. Bu hakikati çok risalelerde ispat ettiğimiz gibi, nasıl ki bir nefer, askerlik vesikasıyla padişaha intisap noktasında, yüz bin defa kendi kuvvetinden fazla, bir şahı esir etmek gibi eserlere mazhar olur. Öyle de, herşey, o kudret-i ezeliyeye intisabıyla, yüz bin defa esbab-ı tabiiyenin fevkinde mucizt-ı sanata mazhar olabilir.
Elhasıl, herşeyin nihayet derecede hem sanatlı, hem suhuletli vücudu gösteriyor ki, muhit bir ilim sahibi olan bir Kadr-i Ezelnin eseridir. Yoksa, yüz bin muhal içinde, değil vücuda gelmek, belki imkn dairesinden çıkıp imtin dairesine girecek ve mümkün suretinden çıkıp mümteni mahiyetine girecek ve hiçbir şey vücuda gelmeyecek, belki de vücuda gelmesi muhal olacaktır.
İşte bu gayet ince ve gayet kuvvetli ve gayet derin ve gayet zhir bir burhanla, şeytanın muvakkat bir şakirdi ve ehl-i dalletin ve ehl-i felsefenin bir vekili olan nefsim sustu. Ve, lillhilhamd, tam imana geldi. Ve dedi ki:
Evet, bana öyle bir Hlık ve Rab lzım ki, en küçük htırt-ı kalbimi ve en haf niyazımı bilecek; ve en gizli ihtiyac-ı ruhumu yerine getirdiği gibi, bana saadet-i ebediyeyi vermek için, koca dünyayı hirete tebdil edecek ve bu dünyayı kaldırıp hireti yerine kuracak; hem sineği halk ettiği gibi semvtı da icad edecek; hem güneşi semnın yüzüne bir göz olarak çaktığı gibi, bir zerreyi de gözbebeğimde yerleştirecek bir kudrete mlik olsun. Yoksa, sineği halk edemeyen, htırt-ı kalbime müdahale edemez, niyaz-ı ruhumu işitemez. Semvtı halk etmeyen, saadet-i ebediyeyi bana veremez. Öyleyse, benim Rabbim Odur ki, hem htırt-ı kalbimi ıslah eder, hem cevv-i havayı bulutlarla bir saatte doldurup boşalttığı gibi dünyayı hirete tebdil edip, Cenneti yapıp, kapısını bana açar, Haydi, gir der.
İşte, ey nefsim gibi bedbahtlık neticesinde bir kısım ömrünü nursuz felsef ve ecneb fünununa sarf eden ihtiyar kardeşlerim! Kurnın lisanındaki mütemadiyen L ilhe ill H ferman-ı kudsiyesinden ne kadar kuvvetli ve ne kadar hakikatli ve hiçbir cihette sarsılmaz ve zedelenmez ve tagayyür etmez bir rükn-ü imanyi anlayınız ki, nasıl bütün mnev zulümatı dağıtır ve mnev yaraları tedavi eder!
İstanbulda Drül-Hikmette bulunduğu zaman, Sünhat risalesinde yazdığı gayet acip bir vkıa-i ruhaniye:
Rüyada Bir Hitabe
1335 senesi Eylülünde, dehrin hadisatının verdiği yeisle, şiddetle muztarip idim. Şu kesif zulmet içinde bir nur arıyordum. Mnen rüya olan yakazada bulamadım. Hakikaten yakaza olan rüya-yı sdıkada bir ziya gördüm. Tafsiltı terk ile, bana söylettirilmiş noktaları kaydedeceğim. Şöyle ki:
Bir Cuma gecesinde nevm ile lem-i misale girdim. Biri geldi, dedi:
Mukadderat-ı İslm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem seni istiyor.
Gittim, gördüm ki, münevver, emsalini dünyada görmediğim, Selef-i Salihnden ve asrın mebuslarından her asrın mebusları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicap edip kapıda durdum. Onlardan bir zat dedi ki:
Ey felket, helket asrının adamı, senin de reyin var. Fikrini beyan et.
Ayakta durup dedim:
Sorun, cevap vereyim.
Biri dedi: Bu mağlbiyetin neticesi ne olacak; galibiyette ne olurdu?
Dedim: Musibet şerr-i mahz olmadığı için, bazan saadette felket olduğu gibi, felketten dahi saadet çıkar. Eskiden beri il-yı kelimetullah ve beka-yı istiklliyet-i İslm için, farz-ı kifaye-i cihadı deruhte ile kendini yekvücut olan lem-i İslma fedaya vazifedar ve hilfete bayraktar görmüş olan bu devlet-i İslmiyenin felketi, lem-i İslmın saadet-i müstakbelesiyle telfi edilecektir. Zira, şu musibet, maye-i hayatımız ve b-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslmiyenin inkişaf ve ihtizazını hrikulde tacil etti. Biz incinirken lem-i İslm ağlıyor. Avrupa ziyade incitse, bağıracaktır. Şayet ölsek, yirmi öleceğiz, üç yüz dirileceğiz. Harikalar asrındayız. İki-üç sene mevtten sonra meydanda dirilenler var. Biz mağlbiyetle bir saadet-i cile-i muvakkate kaybettik. Fakat bir saadeti cile-i müstemirre bizi bekliyor. Pek cüz ve mütehavvil ve mahdut olan hli, geniş istikbal ile mübadele eden kazanır.
Devam edecek