Birden meclis tarafından denildi: İzah et.
Dedim: Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi, ecr olmak da istemez. Galip olsaydık, hasmımız ve düşmanımız elindeki cereyan-ı müstebidaneye, belki daha şeddne kapılacak idik. Halbuki o cereyan hem zalimne, hem tabiat-ı lem-i İslma münfi, hem ehl-i imnın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin, hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir. Eğer ona yapışsaydık, lem-i İslmı fıtratına, tabiatına muhalif bir yola sürecek idik. Şu medeniyet-i habise ki, biz ondan yalnız zarar gördük. Ve nazar-ı şeriatta merdud ve seyyiatı hasenatına galebe ettiğinden, maslahat-ı beşer fetvasıyla mensuh ve intibah-ı beşerle mahkm-u inkıraz, sefih, mütemerrid, gaddar, mnen vahş bir medeniyetin himayesini Asyada deruhte edecektik.
Meclisten biri dedi: Neden şeriat şu medeniyeti HAŞİYE-1 reddeder?
Dedim: çünkü, beş menfi esas üzerine teessüs etmiştir. Nokta-i istinadı kuvvettir. O ise, şeni tecavüzdür. Hedef-i kastı menfaattır. O ise, şeni tezahumdur. Hayatta düsturu, cidaldir. O ise, şeni tenazudur. Kitleler mabeynindeki rabıtası, heri yutmakla beslenen unsuriyet ve menf milliyettir. O ise, şeni böyle müthiş tesadümdür. Cazibedar hizmeti, hev ve hevesi teşc ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir. O heva ise, şeni insaniyeti derece-i melekiyeden, dereke-i kelbiyete indirmektir. İnsanın mesh-i mnevsine sebep olmaktır. Bu medenlerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir.
İşte, onun için bu medeniyet-i hazıra, beşerin yüzde seksenini meşakkate, şekavete atmış; onunu mümevveh (hayal) saadete çıkarmış; diğer onunu da, beyne beyne bırakmış. Saadet odur ki, külle, ya eksere saadet ola. Bu ise, ekall-i kalilindir ki, nev-i beşere rahmet olan Kurn, ancak umumun, lakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder.
Hem serbest hevnın tahakkümüyle, havic-i gayr-ı zaruriye havic-i zaruriye hükmüne geçmişlerdir. Bedavette bir adam dört şeye muhtaç iken, medeniyet
yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Say, masrafa kfi gelmediğinden, hileye, harama sevk etmekle, ahlkın esasını şu noktadan ifsad etmiştir. Cemaate, neve verdiği servet, haşmete bedel, ferdi, şahsı fakir ahlksız etmiştir. Kurun-u lnın mecmu vahşetini, bu medeniyet bir defada kustu!
lem-i İslmın şu medeniyete karşı istinkfı ve soğuk davranması ve kabulde ıztırabı c-yı dikkattir. Zira istiğna ve istiklliyet hassasıyla mümtaz olan şeriattaki İlh hidayet, Roma felsefesinin dehsıyla aşılanmaz, imtizaç etmez, bel olunmaz, tbi olmaz.
Bir asıldan tevem (ikiz) olarak neşet eden eski Roma ve Yunan iki dehları, su ve yağ gibi mürur-u asr (asırlar) ve medeniyet ve Hıristiyanlığın temzicine çalıştığı halde, yine istiklllerini muhafaza, det tenasuhla o iki ruh şimdi de başka şekillerde yaşıyorlar. Onlar tevem ve esbab-ı temzic varken imtizac olunmazsa, şeriatın ruhu olan nur-u hidayet, o muzlim pis medeniyetin esası olan Roma dehsıyla hiçbir vakit mezc olunmaz, bel olunmaz.
Dediler: Şeriat-ı garrdaki medeniyet nasıldır?
Dedim: Şeriat-ı Ahmediyenin (a.s.m.) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki, medeniyet-i hazıranın inkişından inkişaf edecektir. Onun menfi esasları yerine, müspet esaslar vaz eder.
İşte nokta-i istinad, kuvvete bedel haktır ki, şeni adalet ve tevazündür. Hedef de, menfaat yerine fazilettir ki, şeni muhabbet ve tecazüptür. Cihetül-vahdet de unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i din, vatan, sınıfdir ki, şeni samim uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedfüdür. Hayatta düsturu, cidal yerine düstur-u teavündür ki, şeni ittihad ve tesanüttür. Hev yerine hüddır ki, şeni insaniyeten terakk ve ruhen tekmüldür. Hevyı tahdit eder; nefsin hevesat-ı süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder.
Demek, biz mağlbiyetle ikinci cereyana takıldık ki, mazlumların ve cumhurun cereyanıdır. Başkalarından yüzde seksen fakir ve mazlumsa, İslmdan doksan, belki doksan beştir.
lem-i İslm şu ikinci cereyana karşı lkayt veya muarız kalmakla hem istinatsız, hem bütün emeğini heder, hem onun istilsıyla istihaleye mruz kalmaktan ise, kılne davranıp onu İslm bir tarza çevirip, kendine hdim kılmaktır. Zira düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur. Nasıl ki, düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.
Şu iki cereyan birbirine zıt, hedefleri zıt, menfaatleri zıt olduğundan; birincisi dese Öl, diğeri diyecek Diril. Birinin menfaati zarar, ihtilf, tedenn, zaaf, uyumamızı istilzam ettiği gibi; ötekinin menfaati dahi kuvvetimizi, ittihadımızı bizzarure iktiza eder.
Şark husumeti, İslm inkişafını boğuyordu; zil oldu ve olmalı. Garp husumeti, İslmın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bki kalmalı.
Birden o meclisten tasdik emareleri tezahür etti.
Dediler: Evet, ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılbı içinde, en yüksek gür sada İslmın sadası olacaktır!
Tekrar biri sordu: Musibet, cinayetin neticesi, mükfatın mukaddemesidir. Hangi fiilinizle kadere fetva verdirdiniz ki, şu musibetle hükmetti? Musibet-i mme ekseriyetin hatsına terettüp eder. Hazırda mükfatınız nedir?
Devam edecek