Dedim: Mukaddemesi üç mühim erkn-ı İslmiyedeki ihmalimizdir: salt, savm, zekt.
Zira, yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için Hlık Tel bizden istedi. Tembellik ettik; beş sene yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrik ile bir nevi namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık; kefreten beş sene oruç tutturdu. Ondan, kırktan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekt istedi. Buhl ettik, zulmettik, O da bizden müterakim zektı aldı. El cezu mincinsil-amel
Mükfat-ı hzıramız ise: Fsık, günahkr bir milletten, humsu olan dört milyonu velyet derecesine çıkardı; gazilik, şehadetlik verdi. Müşterek hatdan neşet eden müşterek musibet, mzi günahını sildi.
Yine biri dedi: Bir mir, hata ile felkete atmış ise?
Dedim: Musibetzede mükfat ister. Ya mir-i hatdarın hasenatı verilecektir; o ise hiç hükmünde. Veya hazine-i gayp verecektir. Hazine-i gaybda böyle işlerdeki mükfatı ise, derece-i şehadet ve gaziliktir.
Baktım, meclis istihsan etti. Heyecanımdan uyandım. Terli, elpençe yatakta oturmuş, kendimi buldum. O gece böyle geçti.
Bediüzzaman, yanında başka kitaplar bulundurmuyordu.
Neden başka kitaplara bakmıyorsun? denildiğinde, buyururlardı ki:
Herşeyden zihnimi tecrid ile Kurndan fehmediyorum.
Eserlerden nakletse de, bazı mühim gördüğü mesili, tağyir etmeden alırdı.
Niçin aynen böyle tekrar ediyorsun? diye sorulduğunda,
Hakikat usandırmaz. Libası değiştirmek istemem buyururdu.
Yukarıda bir nebze zikredilmişti ki, Bediüzzaman, hakaik-i Kurniyeye ait on iki telifatını tab ettirmişti. Bu eserlerden üç-dördü Türkçe olup, mütebakisi Arabdirler. Bu zamana kadar hiçbir kitapta emsali bulunmayan bir tarz-ı beyan ve ifadeyle hakikatleri ispat ediyorlar.
Drül-Hikmette bulunduğu zamanlarda geçirdiği bir inkılb-ı ruhyi, bilhare neşretiği bir eserinde şöyle beyan ediyor:
Eski Saidin gfil kafasına müthiş tokatlar indi, اَلْمَوْتُ حَقٌّ kaziyesini düşündü. Kendini bataklık çamurunda gördü. Medet istedi, bir yol aradı, bir halskr taharri etti. Gördü ki, yollar muhtelif; tereddütte kaldı. Gavs-ı zam olan Şeyh-i Geylnnin (r.a.) Fütuhul-Gayb namındaki kitabıyla tefeül etti. Tefeülde şu çıktı:
اَنْتَ فِى دَارِ الْحِكْمَةِ فَاطْلُبْ طَبِيبًا يُدَاوِي قَلْبَكَ
Aciptir ki, o vakit ben Drül-Hikmetil-İslmiye zsı idim. Güya ehl-i İslmın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim. Halbuki en ziyade hasta ben idim. Hasta evvel kendine bakmalı; sonra hastalara bakabilir.
İşte, Hazret-i Şeyh bana der ki: Sen kendin hastasın. Kendine bir tabip ara.
Ben dedim: Sen tabibim ol. Tuttum, kendimi ona muhatap addederek, o kitabı bana hitap ediyor gibi okudum. Fakat kitabı çok şiddetliydi. Gururumu dehşetli kırıyordu. Nefsimde şiddetli ameliyat-ı cerrahiye yaptı. Dayanamadım, yarısına kadar kendimi ona muhatap ederek okudum; bitirmeye tahammülüm kalmadı. O kitabı dolaba koydum.
Fakat sonra, ameliyat-ı şifakrneden gelen acılar gitti, lezzet geldi. O birinci üstadımın kitabını tamam okudum ve çok istifade ettim. Ve onun virdini ve münctını dinledim, çok istifaza ettim.
Sonra İmam-ı Rabbnnin Mektubatkitabını gördüm, elime aldım. Hlis bir tefeül ederek açtım. Acaiptendir ki, bütün Mektubatında yalnız iki yerde Bediüzzaman lfzı var. O iki mektup bana birden açıldı. Pederimin ismi Mirza olduğundan, o mektupların başında Mirza Bediüzzamana Mektup diye yazılı olarak gördüm. Fesübhnallah, dedim. Bu bana hitap ediyor. O zaman Eski Saidin bir lkabı Bediüzzaman idi. Halbuki Hicretin üç yüz senesinde, Bediüzzaman-ı Hemednden başka o lkapla iştihar etmiş zatları bilmiyordum. Demek İmamın zamanında dahi öyle bir adam vardı ki, ona o iki mektubu yazmış. O ztın hali benim halime benziyormuş ki, o iki mektubu kendi derdime dev buldum.
Yalnız İmam, o mektuplarında tavsiye ettiği gibi, çok mektuplarında musırrne şunu tavsiye ediyor: Tevhid-i kıble et. Yani, Birini üstad tut, arkasından git. Başkasıyla meşgul olma.
Şu en mühim tavsiyesi, benim istidadıma ve ahvl-i ruhiyeme muvafık gelmedi. Ne kadar düşündüm: Bunun arkasından mı, yoksa ötekinin mi arkasından gideyim? Tahayyürde kaldım. Herbirinde ayrı ayrı cazibedar hsiyetler var; biriyle iktif edemiyordum.
O tahayyürde iken, Cenb-ı Hakkın rahmetiyle kalbime geldi ki: Bu muhtelif turukların başı ve şu cetvellerin menbaı ve şu seyyarelerin güneşi Kurn-ı Hakmdir. Hakik tevhid-i kıble bunda olur. Öyle ise, en l mürşid de ve en mukaddes üstad da odur. Ona yapıştım.