“İfade-i Meram” devamıdır-8
Eklenme: 7/16/2024 12:00:00 AM

İşte, aynen bu misal gibi, lem-i İslm ve Asya, muazzam bir camidir. Ve içindeehl-i iman ve ehl-i hakikat, o camideki muhterem cemaattir. O haylz çocuklar ise, çocuk akıllı dalkavuklardır. O serseri ahlksızlar, frenkmeşrep, milliyetsiz, dinsiz heriflerdir. Ecneb seyircileri ise, ecneblerin naşir-i efkrı olan gazetecilerdir. Herbir Müslüman, hususan ehl-i fazl ve kemal ise, bu camide, derecesine göre birmevkii olur, görünür, nazar-ı dikkat ona çevrilir.

Eğer İslmiyetin bir sırr-ı esası olan ihls ve rıza-yı İlh cihetinde, Kurn-ı Hakmin ders verdiği ahkm ve hakaik-i kudsiyeye dair harekt ve aml ondansudur etse, lisan-ı hali mnen yt-ı Kurniyeyi okusa, o vakit mnen lem-i İslmın herbir ferdinin vird-i zebnı olan Allahım, erkek, kadın bütün müminleri mağfiret et duasında dahil olup hissedar olur ve umumu ile uhuvvetkrne alkadar olur. Yalnız, hayvnt-ı muzırra nevinden bazı ehl-i dalletin ve sakallı çocuklar hükmündeki bazı ahmakların nazarlarında kıymeti görünmez.

Eğer o adam, medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını ve medar-ı iftihar bildiği bütün geçmişlerini ve ruhen nokta-i istinad telkki ettiği Selef-i Slihnin cadde-i nuranlerini terk edip, heveskrne, hevperestne, riykrne, şöhretperverne,bidakrne işlerde ve harektta bulunsa, mnen bütün ehl-i hakikat ve ehl-i imanın nazarında en alçak mevkie düşer.

Müminin ferasetinden sakının; çünkü o Allahın nuruyla bakar. sırrına göre, ehl-i iman ne kadarmi ve cahil de olsa, aklı derk etmediği halde, kalbi öyle hodfuruş adamları soğuk görür, mnen nefret eder.

İşte, hubb-u caha meftun ve şöhretperestliğe müptel adam (ikinci adam),hadsiz bir cemaatin nazarında esfel-i sfilne düşer; ehemmiyetsiz ve müstehz vehezeyancı bazı serserilerin nazarında muvakkat ve menhus bir mevki kazanır.

O gün dostlar birbirine düşman kesilirancak takv sahipleri müstesna. sırrına göre, dünyada zarar,berzahta azap, hirette düşman bazı yalancı dostları bulur.

Birinci suretteki adam, faraza hubb-u cahı kalbinden çıkarmazsa, fakat ihlsı verıza-yı İlhyi esas tutmak ve hubb-u cahı hedef ittihaz etmemek şartıyla, bir nevimeşru makam-ı mnev, hem muhteşem bir makam kazanır ki, o hubb-u cahdamarını tamamıyla tatmin eder. Bu adam az, hem pek az ve ehemmiyetsizbirşey kaybeder; ona mukbil, çok, hem pek çok kıymettar, zararsız şeyleri bulur. Belki birkaç yılanı kendinden kaçırır; ona bedel çok mübarek mahlkları arkadaş bulur, onlarla ünsiyet eder. Veya ısırıcı yaban eşek arılarını kaçırıp, mübarekrahmet şerbetçileri olan arıları kendine celb eder, onların ellerinden bal yer gibi, öyle dostlar bulur ki, daima dualarıyla ve b-ı kevser gibi feyizler, lem-i İslmın etrafından onun ruhuna içirilir ve defter-i amline geçirilir.

M. Kemal Paşa itiraz ile içindeki niyet ve hlet-i ruhiyesini ifadeyle Bediüzzamanı kendine çekmek ve nüfuzundan istifade etmek ister. Ve Bediüzzamana mebusluk, hem Drül-Hikmetteki eski vazifesini, hem ŞarktaŞeyh Sünsnin yerine vaiz-i umum, hem bir köşk tahsisi gibi teklifler yapar.

Bediüzzaman, rivayetlerde gelen eşhas-ı hirzamana ait haberlerin mühim bir kısmını ve Hürriyetten evvel İstanbulda tevilini söylediği hadislerin ihbar ettiğihirzamanın dehşetli şahıslarının lem-i İslm ve insaniyette zuhur ettiğini görür. Ve yine, gelen rivayetlerden, onlara karşı çıkacak ve mukabele edecek olan hizbül-Kurn hakkında, O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset canibiyle onlaragalebe edilmez; ancak mnev kılıç hükmünde icz-ı Kurnın nurlarıylamukabele edilebilir tavsiyesine müraatla, Ankarada teşrik-i mesai edemeyeceği için, kendisine tevdi edilmek istenen mebusluk, Drül-Hikmetil-İslmiye gibi Diyanetteki azalığı, hem vilyt-ı şarkiye vaiz-i umumiliği tekliflerini kabul etmez. Kendisini fikrinden vazgeçirmek için çalışan ve Ankaradan ayrılmamasını rica için istasyona kadar gelen bir kısım mebusların da arzularına uyamayacağını bildirerek Ankaradan ayrılır, Vana gider. Ve orada hayat-ı içtimaiyeden uzaklaşarak Erek Dağı eteğinde, Zernabad Suyu başında bir mağaracıkta idame-i hayat etmeye başlar.

Ankaradaki hayatına dair Risale-i Nurdan bir parça

(Yirmi Üçüncü Lema Tabiat Risalesinden)

Bin üç yüz otuz sekizde Ankaraya gittim. İslm Ordusunun Yunanagalebesinden neşe alan ehl-i imanın kuvvetli efkrı içinde, gayet müthiş birzındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için desssne çalıştığını gördüm. Eyvah, dedim. Bu ejderha imanın erknına ilişecek! O vakit, şu yet-i kerime bedhet derecesinde vücud ve vahdniyeti ifham ettiği cihetle, ondanistimdad edip, o zındıkanın başını dağıtacak derecede Kurn-ı Hakmden alınan kuvvetli bir burhanı, Arab bir risalede yazdım. Ankarada, Yeni Gün Matbaasındatab ettirmiştim. Fakat maatteessüf Arab bilen az ve ehemmiyetle bakanlar da nadir olmakla beraber, gayet muhtasar ve mücmel bir surette o kuvvetli burhantesirini göstermedi. Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu.

hizbül-Kurn hakkında, O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset canibiyle onlara galebe edilmez; ancak mnev kılıç hükmünde icz-ı Kurnın nurlarıyla mukabele edilebilir tavsiyesine müraatla, Ankarada teşrik-i mesai edemeyeceği için, kendisine tevdi edilmek istenen mebusluk, Drül-Hikmetil-İslmiye gibi Diyanetteki azalığı, hem vilyt-ı şarkiye vaiz-i umumiliği tekliflerini kabul etmez. Kendisini fikrinden vazgeçirmek için çalışan ve Ankaradan ayrılmamasını rica için istasyona kadar gelen bir kısım mebusların da arzularına uyamayacağını bildirerek Ankaradan ayrılır, Vana gider. Ve orada hayat-ı içtimaiyeden uzaklaşarak Erek Dağı eteğinde, Zernabad Suyu başında bir mağaracıkta idame-i hayat etmeye başlar.

...

Ankaradaki hayatına dair Risale-i Nurdan bir parça

(Yirmi Üçüncü Lema Tabiat Risalesinden) Bin üç yüz otuz sekizde Ankaraya gittim. İslm Ordusunun Yunana galebesinden neşe alan ehl-i imanın kuvvetli efkrı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için desssne çalıştığını gördüm. Eyvah, dedim. Bu ejderha imanın erknına ilişecek! O vakit, şu yet-i kerime bedhet derecesinde vücud ve vahdniyeti ifham ettiği cihetle, ondan istimdad edip, o zındıkanın başını dağıtacak derecede Kurn-ı Hakmden alınan kuvvetli bir burhanı, Arab bir risalede yazdım. Ankarada, Yeni Gün Matbaasında tab ettirmiştim. Fakat maatteessüf Arab bilen az ve ehemmiyetle bakanlar da nadir olmakla beraber, gayet muhtasar ve mücmel bir surette o kuvvetli burhan tesirini göstermedi. Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu.