Bediüzzaman, Şark Anadoluda Medresetüz-Zehra namında bir darülfünun açmak, ya Vanda veyahut da Diyarbakırda darülfünun derecesinde bir medrese tesisine çalışmak için İstanbula geldi. İstanbula gelişini bir muharrir şöyle tasvir etmişti: Şarkın yalçın kayalıklarından, bir ateşpre-i zek, İstanbul fkında tul etti.
İstanbula gelmeden evvel birgün Tahir Paşa,
Şark ulemasını ilzam ediyorsun, fakat İstanbula gidip o denizdeki büyük balıklara da meydan okuyabilecek misin? demişti.
İstanbula gelir gelmez ulemayı münazaraya davet etti. Bunun üzerine İstanbuldaki meşhur limler grup grup ziyarete gelip sualler soruyorlar ve o hepsinin de cevaplarını sahih olarak veriyordu. Bundan maksadı, Şark Anadoludaki ilim ve irfan faaliyetine nazar-ı dikkati celb etmekti. Yoksa Molla Said, katiyen hodfuruşluğu sevmezdi. Her türlü gösteriş ve lyişten müberra olarak hareket ederdi. İlim, cesaret, hafıza ve zek itibarıyla pek harika idi. Aynı derecede, belki daha ziyade olarak, halis ve muhlis idi. Tasannu ve tekellüften katiyen hoşlanmazdı. İstanbuldaki ikametghının kapısında şöyle bir levha asılı idi: Burada her müşkül halledilir, her suale cevap verilir; fakat sual sorulmaz.
İstanbulda grup grup gelen ulemanın suallerini cevaplandırıyordu. Genç yaşında böyle bil istisna bütün suallere cevap vermesi ve gayet mukni ve beliğ ifade ve harika hal ve tavırlarıyla, ehl-i ilmi hayranlıkla takdire sevk ediyordu. Ve Bediüzzaman ünvanına bihakkın lyık görüyorlar ve bu fevkalde ztı, bir ndire-i hilkat olarak tavsif ediyorlardı.
Hatt bu zamanlarda Mısır Cmiül-Ezher Üniversitesi reislerinden meşhur Şeyh Baht Efendi İstanbula bir seyahat için geldiğinde, Kürdistanın sarp, yalçın kayaları arasından gelerek İstanbulda bulunan Bediüzzaman Said Nursyi ilzam edemeyen İstanbul uleması, Şeyh Bahtten bu genç hocanın ilzam edilmesini isterler. Şeyh Bahd de bu teklifi kabul ederek bir münazara zemini arar. Ve bir namaz vakti Ayasofya Camiinden çıkıp çayhaneye oturulduğunda bunu fırsat telkki eden Şeyh Baht Efendi, yanında ulema hazır bulunduğu halde Bediüzzamana hitaben Avrupa ve Osmanlılar hakkında ne diyorsunuz, fikriniz nedir? der.
Şeyh Baht Efendinin bu sualden maksadı, Bediüzzamanın şek olmayan bir bahr-ı umman gibi ilmini ve ateşpre-i zeksını tecrübe etmek değil, belki, zaman-ı istikbale ait şiddet-i ihatasını ve idare-i lemdeki siyasetini anlamak idi. Buna karşı Bediüzzamanın verdiği cevap şu oldu:
Avrupa bir İslm devletine hmiledir, günün birinde onu doğuracak. Osmanlılar da Avrupa ile hmiledir; o da onu doğuracak.
Bu cevaba karşı Şeyh Baht Hazretleri,
Bu gençle münazara edilmez. Ben de aynı kanaatteyim. Fakat bu kadar veciz ve beliğne bir tarzda ifade etmek, ancak Bediüzzamana hastır1 demiştir.
Bediüzzamanın İstanbulda hayatı, bir derece siyasdir. Siyaset yoluyla İslmiyete hizmet edilecek diye kanaat besliyordu. Siyas hayata karışması, İslmiyete hizmet aşkının bir neticesi idi. Daima hürriyet taraftarı idi. Gördüğü haksızlıklardan dolayı Jön Türklere daima muhalefette bulunarak,
Siz dini incittiniz, gayretullaha dokundunuz, şeriatı tezyif ettiniz; neticesi vahim olacaktır diye izhar-ı muhalefetten çekinmiyordu.
Hürriyetten sonra mücahid arkadaşlarıyla beraber İttihad-ı Muhammed (a.s.m.) Cemiyetini kurmuşlar, cemiyet pek kısa bir zamanda inkişafa başlamış, hatt Bediüzzamanın bir makalesiyle Adapazarı ve İzmit havalisinde elli bin kişi cemiyete dahil olmuştu.
Hürriyeti su-i tefsir etmemek ve meşrutiyeti meşrutiyet-i meşra olarak kabul etmek lzım geldiğini ileri sürerek bu hususta din gazetelerde makaleler neşrediyor ve hitabelerde bulunuyordu. Bu makale ve hitabeleri, emsalsiz denecek kadar beliğ ve mukni idi. Ehl-i ilim ve ehl-i siyaset, Said Nursnin bu yazılarından ve derslerinden çok istifade etmişlerdir. O zamandaki intibah-ı millyi, Anadolu ve Asyanın saadet-i dünyeviyesinin fecr-i sdıkı olarak müjde veriyor, fakat elden kaçmaması için evmir-i şeriyeyi çabuk imtisal etmenin zarur olduğunu ileri sürüyordu. Eğer meşrutiyeti, hürriyet-i şeriyeyle kabul etmezsek ve öyle tatbik edilmezse, elimizden kaçacak, müstebid bir idareye yerini terk edecek diye ihtar ediyordu. O nutuk ve makalelerden nümune olarak cüz bir kısmını buraya dercediyoruz:
Bediüzzaman Said Nursnin iln-ı hürriyetin üçüncü gününde irticalen söylediği ve sonra Selnikte Hürriyet Meydanında tekrar ettiği ve o zamanın gazetelerinin neşrettikleri nutkunun sretidir.
Hürriyete hitp
Ey hürriyet-i şer! Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sad ile çağırıyorsun ki, benim gibi bir bedeviyi tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasaydın, ben ve umum millet, zindan-ı esarette kalacaktık. Seni ömr-ü ebed ile tebşir ediyorum. Eğer aynül hayat şeriatı menba-ı hayat yapsan ve o cennette neşvünema bulsan, bu millet-i mazlumenin de eski zamana nispeten bin derece terakki edeceğini müjde veriyorum. Eğer hakkıyla seni rehber etse, ağrz-ı şahs ve fikr-i intikam ile sizi lekedar etmezse
Y Rab! Ne sadetli bir kıyamet ve ne güzel bir haşir ki Ölümden sonra tekrar diriliş hakikatinin küçük bir misalini bu zaman bize tasvir ediyor. Şöyle ki:
Asyanın ve Rumelinin köşelerinde medfun olan medeniyet-i kadme hayata başlamış ve menfaatini mazarrat-ı umumiyede arayan ve istibdadı arzu edenler, Ne olurdu, ben bir toprak olaydım! (Nebe Sresi, 78:40) demeye başladılar. Yeni hükmet-i meşrutamız mucize gibi doğduğu için, inşaallah bir seneye kadar Beşikte olan bir bebekle konuşuyoruz. (Meryem Sresi, 19:29) sırrına mazhar olacağız. Mütevekkilne, sabrne tuttuğumuz otuz sene Ramazan-ı süktun sevabıdır ki, azapsız, cennet-i terakki ve medeniyet kapılarını bize açmıştır. Hkimiyet-i milliyenin beraat-i istihlli olan kanun-u şer hzin-i cennet gibi bizi duhule davet ediyor. Ey mazlum ihvan-ı vatan! Gidelim, dahil olalım. Birinci kapısı, şeriat dairesinde ittihad-ı kulub; ikincisi, muhabbet-i milliye; üçüncüsü, maarif; dördüncüsü, say-i insan beşincisi, terk-i sefahettir. Ötekilerini sizin zihninize havale ediyorum.
Devam edecek