ON BİRİNCİ CİNAYET: Ben vilyt-ı şarkiyede aşiretlerin hal-i perişaniyetini görüyordum. Anladım ki, dünyev bir saadetimiz, bir cihetle fünun-u cedide-i medeniye ile olacak. O fünunun da gayr-ı müteaffin bir mecrsı ulema ve bir menbaı da medreseler olmak lzımdır. T ulem-i din, fünun ile ünsiyet peyda etsin.
Zira, o vilyatta yarı-bedev vatandaşların zimm-ı ihtiyarı, ulema elindedir. Ve o saik ile Dersaadete geldim. Saadet tevehhümü ile o vakitteşimdi münkasim olmuş, şiddetlenmiş olanistibdatlar, merhum Sultan-ı mahla isnad edildiği halde, onun Zaptiye Nzırı ile bana verdiği maaş ve ihsan-ı şahanesini kabul etmedim, reddettim. Hat ettim. Fakat o hatam, medrese ilmi ile dünya malını isteyenlerin yanlışlarını göstermekle hayır oldu. Aklımı feda ettim, hürriyetimi terk etmedim. O şefkatli Sultana boyun eğmedim. Şahs menfaatimi terk ettim.
Şimdiki sivrisinekler beni cebirle değil, muhabbetle kendilerine müttefik edebilirler. Bir buçuk senedir burada memleketimin neşr-i maarifi için çalışıyorum. İstanbulun ekserisi bunu bilir.
Ben ki bir hamalın oğluyum. Bu kadar dünya bana müyesser iken kendi nefsimi hamal oğulluğundan ve fakr-ı halden çıkarmadım. Ve dünya ile kökleşemediğim ve en sevdiğim mevki olan vilyt-ı şarkıyenin yüksek dağlarını terk etmekle millet için tımarhaneye, tevkifhaneye ve Meşrutiyet zamanında işkenceli hapishaneye düşmeme sebebiyet veren öyle umurlara teşebbüs etmekle büyük bir cinayet eyledim ki, bu dehşetli mahkemeye girdim.
YARI CİNAYET: Şöyle ki: Daire-i İslmın merkezi ve rabıtası olan nokta-i hilfeti elinden kaçırmamak fikriyle ve sabık Sultan merhum Abdülhamid Han Hazretleri sabık içtima kusuratını derk ile nedamet ederek kabul-ü nasihate istidat kesbetmiş zannıyla ve Aslh tarik musalhadır mülhazasıyla, şimdiki en çok ağraz ve infilta mebde ve tohum olan bu vukua gelen şiddet suretini daha ahsen surette düşündüğümden, merhum Sultan-ı sbıka ceride lisanıyla söyledim ki:
Münhasif Yıldızı darülfünun et, t Süreyya kadar li olsun. Ve oraya seyyahlar, zebnler yerine ehl-i hakikat melike-i rahmeti yerleştir, t cennet gibi olsun. Ve Yıldızdaki milletin sana hediye ettiği servetini, milletin baş hastalığı olan cehaletini tedavi için büyük din darülfünunlara sarf ile millete iade et. Ve milletin mürüvvet ve muhabbetine itimad et. Zira, senin şahane idarene millet mütekeffildir. Bu ömürden sonra sırf hireti düşünmek lzım. Dünya seni terk etmeden evvel sen dünyayı terk et. Zektül-ömrü ömr-ü sni yolunda sarf eyle!
Şimdi muvazene edelim: Yıldız eğlence yeri olmalı veya darülfünun olmalı? Ve içinde seyyahlar gezmeli veya ulema tedris etmeli? Ve gasp edilmiş olmalı veyahut hediye edilmiş olmalı? Hangisi daha iyidir? İnsaf sahipleri hükmetsin.
Ben ki bir gedayım, bir büyük padişaha nasihat ettim. Demek yarı cinayet ettim.
Cinayetin öteki yarısını söylemek zamanı gelmedi.
* * *
Yazık! Eyvahlar olsun! Saadetimiz olan meşrutiyet-i meşr, bir menba-ı hayat-ı içtimaiyemiz ve İslmiyete uygun olan maarif-i cedideye millet nihayet derecede müştak ve susamış olduğu halde, bu hadisede ifratperver olanlar Meşrutiyete garazlar karıştırmakla ve fikren münevver olanlar da dinsizce harekt-ı lübaliyne ile milletin rağbetine karşı maatteessüf set çektiler. Bu seddi çekenler, ref etmelidirler; vatan namına rica olunur.
Ey paşalar, zabitler!
Bu on bir buçuk cinayetin şahitleri binlerle adamdır. Belki bazılarına İstanbulun yarısı şahittir. Bu on bir buçuk cinayetin cezasına rıza ile beraber, on bir buçuk sualime de cevap isterim. İşte bu seyyiatıma bedel bir hasenem de var. Söyleyeceğim:
Herkesin şevkini kıran ve neşesini kaçıran ve ağrazlar ve taraftarlıklar hissini uyandıran ve sebeb-i tefrika olan ırkçılık cemiyat-ı akvamiye teşkiline sebebiyet veren ve ismi meşrutiyet ve mnsı istibdat olan ve İttihad ve Terakki ismini de lekedar eden buradaki şube-i müstebidaneye muhalefet ettim.
Herkesin bir fikri var. İşte sulh-u umum, aff-ı umum ve ref-i imtiyaz lzım.
T ki, biri bir imtiyaz ile başkasına haşerat nazarıyla bakmakla nifak çıkmasın. Fahr olmasın, derim: Biz ki hakik Müslümanız; aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz. Zira, biliyoruz ki, En büyük hile, hileleri terk etmektir fakat, meşru, hakik meşrutiyetin müsemmsına ahd ü peyman ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, meşrutiyet libası giysin ve ismini taksın, rastgelsem sille vuracağım.
Fikrimce meşrutiyetin düşmanı, meşrutiyeti gaddar, çirkin ve hilf-ı şeriat göstermekle meşveretin de düşmanlarını çok edenlerdir. Tebeddül-ü esm ile hakaik tebeddül etmez. En büyük hat, insan kendini hatsız zannetmek olduğundan, hatmı itiraf ederim ki, nsın nasihatini kabul etmeden nsa nasihati kabul ettirmek istedim. Nefsimi irşad etmeden başkasının irşadına çalıştığımdan, emr-i bilmrufu tesirsiz etmekle tenzil ettim.
Hem de tecrübe ile sabittir ki, ceza bir kusurun neticesidir. Fakat bazan o kusur, işlenmemiş başka kusurun suretinde kendini gösterir, o adam msum iken cezaya müstehak olur. Allah musibet verir, hapse atar, adalet eder. Fakat hkim ona ceza verir, zulmeder.
Ey ull-emir! Bir haysiyetim vardı, onunla İslmiyet milliyetine hizmet edecektim; kırdınız. Kendi kendine olmuş istemediğim bir şöhret-i kzibem vardı, onunla avma nasihatı tesir ettiriyordum; maalmemnuniye mahvettiniz. Şimdi usandığım bir hayat-ı zaifem var; kahrolayım eğer idama esirgersem! Mert olmayayım, eğer ölmeye gülmekle gitmezsem! Sureten mahkmiyetim, vicdanen mahkmiyetinizi intaç edecektir. Bu hal bana zarar değil, belki şandır. Fakat millete zarar ettiniz. Zira nasihatımdaki tesiri kırdınız.
Devam edecek