Barla Hayatı - “Risale-i Nur'un telifi ve neşri” Devamıdır
Eklenme: 7/31/2024 12:00:00 AM

TARİHçE-İ HAYAT

Htime

Kendimce c-yı hayret ve medar-ı şükran bir taarruz:

Bu fevkalde enniyetli ehl-i dünyanın enniyet işinde o kadar hassasiyet var ki, eğer şuuren olsaydı, keramet derecesinde veyahut büyük bir deh derecesinde bir muamele olurdu. O muamele de şudur:

Kendi nefsim ve aklım bende hissetmedikleri bir parça riykrne enniyet vaziyetini, onlar enniyetlerinin hassasiyet mizanıyla hissediyorlar gibi, şiddetli bir surette, ben hissetmediğim enniyetimin karşısına çıkıyorlar. Bu sekiz dokuz senede, sekiz dokuz defa tecrübem var ki, onların zalimne bana karşı muamelelerinin vukuundan sonra, kader-i İlhyi düşünüp, Niçin bunları bana musallat etti? diye nefsimin desiselerini arıyordum. Her defada, ya nefsim şuursuz olarak enniyete fıtr meyletmiş veyahut bilerek beni aldatmış, anlıyorum. O vakit, kader-i İlh, o zalimlerin zulmü içerisinde, hakkımda adalet etmiş derdim.

Ezcümle, bu yazın arkadaşlarım güzel bir ata beni bindirdiler. Bir seyrangha gittim. Şuursuz olarak, nefsimde hodfuruşne bir keyif arzusu uyanmakla, ehl-i dünya öyle şiddetli o arzumun karşısına çıktılar ki, yalnız o gizli arzuyu değil, belki çok iştihlarımı kestiler. Hatt, ezcümle, bu defa Ramazandan sonra, eski zamanda gayet büyük, kuds bir imamın bize karşı gayb kerametiyle iltifatından sonra kardeşlerimin takv ve ihlsları ve ziyaretçilerin hürmet ve hüsn-ü zanları içinde,ben bilmeyerek,nefsim müftehirne, güya müteşekkirne perdesi altında riykrne bir enniyet vaziyetini almak istedi. Birden bu ehl-i dünyanın hadsiz hassasiyetle ve hatt riykrlığın zerrelerini de hissedebilir bir tarzda, birden bana iliştiler. Ben Cenb-ı Hakka şükrediyorum ki, bunların zulmü bana bir vasıta-i ihls oldu.

Yirmi Altıncı Lemanın Altıncı Ricası

Bir zaman, elm bir esaretimde, insanlardan tevahhuş edip Barla Yaylasında, çam dağının tepesinde yalnız kaldım. Yalnızlıkta bir nur arıyordum. Bir gece, o yüksek tepenin başındaki yüksek bir çam ağacının üstündeki üstü açık odacıkta idim. Üç dört gurbeti birbiri içinde ihtiyarlık bana ihtar etti. Altıncı Mektupta izah edildiği gibi, o gece, ıssız, sessiz, yalnız, ağaçların hışırtılarından ve hemhemelerinden gelen hazn bir sad, bir ses, rikkatime, ihtiyarlığıma, gurbetime ziyade dokundu. İhtiyarlık bana ihtar etti ki: Gündüz nasıl şu siyah bir kabre tebeddül etti, dünya siyah kefenini giydi; öyle de, senin ömrünün gündüzü de geceye ve dünya gündüzü de berzah gecesine ve hayatın yazı dahi ölümün kış gecesine inkılp edeceğini kalbimin kulağına söyledi. Nefsim bilmecburiye dedi:

Evet, ben vatanımdan garip olduğum gibi, bu elli sene zarfındaki ömrümde zeval bulan sevdiklerimden ayrı düştüğümden ve arkalarında onlara ağlayarak kaldığımdan, bu vatan gurbetinden daha ziyade hazn ve elm bir gurbettir. Ve bu gece ve dağın garibne vaziyetindeki hazn gurbetten daha ziyade hazn ve elm bir gurbete yakınlaşıyorum ki, bütün dünyadan birden mufarakat zamanı yakınlaştığını ihtiyarlık bana haber veriyor. Bu gurbet gurbet içinde ve bu hüzün hüzün içindeki vaziyetten bir rica, bir nur aradım. Birden, iman-ı billh imdada yetişti. Öyle bir ünsiyet verdi ki, bulunduğum muzaaf vahşet bin defa tezuf etseydi, yine o teselli kfi gelirdi.

Evet, ey ihtiyar ve ihtiyareler! Madem Rahm bir Hlıkımız var; bizim için gurbet olamaz. Madem O var; bizim için herşey var. Madem O var; melikeleri de var. Öyleyse bu dünya boş değil; hli dağlar, boş sahrlar Cenb-ı Hakkın ibdıyla doludur. Zşuur ibdından başka, Onun nuruyla, Onun hesabıyla taşı da, ağacı da birer mnis arkadaş hükmüne geçer, lisan-ı halle bizimle konuşabilirler ve eğlendirirler.

Evet, bu kinatın mevcudatı adedince ve bu büyük kitab-ı lemin harfleri sayısınca, vücuduna şehadet eden; ve zruhların medar-ı şefkat ve rahmet ve inyet olabilen cihazatı ve matmtı ve nimetleri adedince rahmetini gösteren deliller, şahitler, bize Rahm, Kerm, Ens, Vedd olan Hlıkımızın, Sniimizin, Hmmizin derghını gösteriyorlar. O derghta en makbul bir şefaatçi, acz ve zaaftır. Ve acz ve zaafın tam zamanı da ihtiyarlıktır. Böyle bir dergha makbul bir şefaatçi olan ihtiyarlıktan küsmek değil, sevmek lzımdır

Bediüzzaman Said Nursnin birkaç mektubu ve Nur risalelerinintelifi zamanlarında Risale-i Nuru el yazılarıyla neşredenlerdenbazılarının fıkralarıdır:

Yirmi Sekizinci Mektubun Üçüncü Meselesinin tetimmesi olabilir küçük ve husus bir mektuptur.

hiret kardeşlerim ve çalışkan talebelerim Hüsrev Efendi ve Refet Bey,

Sözler namındaki envr-ı Kurniyede üç keramet-i Kurniyeyi hissediyorduk. Sizler dahi gayret ve şevkinizle bir dördüncüsünü ilve ettirdiniz. Bildiğimiz üç ise:

Birincisi: Telifinde fevkalde suhulet ve sürattir. Hatt beş parça olan On Dokuzuncu Mektup, iki üç günde ve her günde üç dört saat zarfındamecmuu on iki saat ederkitapsız, dağda, bağda telif edildi. Otuzuncu Söz, hastalıklı bir zamanda, beş altı saatte telif edildi. Yirmi Sekizinci Söz olan Cennet bahsi, bir veya iki saatte, Süleymanın dere bahçesinde telif edildi. Ben ve Tevfik ile Süleyman bu sürate hayrette kaldık. Ve hkez... Telifinde bu keramet-i Kurniye olduğu gibi...

İkincisi: Yazmasında dahi fevkalde bir suhulet, bir iştiyak ve usanmamak var. Şu zamanda ruhlara, akıllara usanç veren çok esbab içinde, bu Sözlerden biri çıkar; birden çok yerlerde keml-i iştiyakla yazılmaya başlanıyor. Mühim meşgaleler içinde onlar herşeye tercih ediliyor. Ve hkez...

Üçüncü keramet-i Kurniye: Bunların okunması dahi usanç vermiyor. Hususan ihtiyaç hissedilse, okundukça zevk alınıyor, usanılmıyor.

İşte, siz dahi dördüncü bir keramet-i Kurniyeyi ispat ettiniz. Hüsrev gibi, kendine tembel diyen ve beş senedir Sözleri işittiği halde yazmaya cidden tembellik edip başlamayan bir kardeşimiz, bir ayda on dört kitabı güzel ve dikkatli yazması, şüphesiz dördüncü bir keramet-i esrar-ı Kurniyedir. Hususan Otuz Üçüncü Mektup olan Otuz Üç Pencerelerin kıymeti tamamen takdir edilmiş ki, gayet dikkatle ve güzel yazılmış. Evet, o risale, marifetullah ve iman-ı billh için en kuvvetli ve en parlak bir risaledir. Yalnız, baştaki pencereler gayet icmal ve ihtisar ile gidilmiştir. Fakat gittikçe inkişaf eder, daha ziyade parlar. Zaten sair telifata muhalif olarak, ekser Sözlerin başları mücmel başlar, gittikçe genişlenir, tenevvür eder.

Devam edecek