Hem madem biz gözümüzle görüyoruz ki, umum mahlklarda ve zemin yüzünde öyle bir hikmet eli işliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşer onun fevkinde düşünemiyor. Mesel, insanın bin cihazatına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek kadar kuvve-i hafızasında bütün tarihçe-i hayatını ve ona temas eden hadsiz hdistı o kuvvecikte yazıp, onu bir kütüphane hükmüne getirip ve insanın haşirde muhakemesi için neşir olacak olan defter-i amlinin bir küçük senedi olarak her vakit hatırlatmak sırrıyla her insanın eline vererek dimağının cebine koyan bir ezel hikmet; ve bütün masnuatta gayet hassas mizanlar ile zlarını yerleştiren, mikroptan gergedana, sinekten simurga kuşuna, bir çiçekli nebattan milyarlar, trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeğine kadar, israfsız ölçülerle bir tenasüp, bir muvazene, bir intizam ve bir ceml içinde masnuatı bir hüsn-ü sanat yapan ve her zhayatın hukuk-u hayatını keml-i mizanla veren, iyiliklere güzel neticeler ve fenalıklara fena neticeler verdiren ve dem zamanından beri tği ve zalim kavimlere vurduğu tokatlarla kendini pek kuvvetli ihsas ettiren bir adalet-i sermediye, elbette ve hiç şüphe getirmez kigüneş gündüzsüz olmadığı gibio hikmet-i ezeliye, o adalet-i sermediye hiretsiz olmazlar ve ölümde en zalimlerin ve en mazlumların bir tarzda gitmelerindeki kıbetsiz bir dehşetli haksızlığa, adaletsizliğe ve hikmetsizliğe hiçbir vechile müsaade etmezler diye, Hakm ve Hakem ve Adl ve dil isimleri bizim sualimize kat cevap veriyorlar.
Hem madem bütün zhayat mahlkların, elleri yetişmediği ve iktidarları dairesinde olmayan bütün hctlarını, bütün fıtr matlaplarını bir nevi dua bulunan istidad-ı fıtr ve ihtiyac-ı zarur dilleriyle istedikleri vakitte, gayet rahm ve işitici ve şefkatli bir dest-i gayb tarafından verildiğinden ve ihtiyar olan daavt-ı insaniyenin, hususan havasların ve neblerin dualarının on adetten altı yedisi hilf-ı det makbul olmasından kat anlaşılıyor ki, her dertlinin hını, her muhtacın duasını işiten ve dinleyen bir Sem ve Mücb perde arkasında var, bakar ki, en küçük bir zhayatın en küçük bir ihtiyacını görür ve en gizli bir hını işitir, şefkat eder, fiilen cevap verir, memnun eder. Elbette ve herhalde hiçbir şüphe ihtimali kalmaz ki, mahlkların en ehemmiyetlisi olan nev-i insanın en ehemmiyetli ve umum olan ve umum kinatı ve umum esm ve sıft-ı İlhiyeyi alkadar eden bek-i uhreviyeye ait dualarını içine alan ve nev-i insanın güneşleri ve yıldızları ve kumandanları olan bütün peygamberleri arkasına alıp onlara duasına min, min dedirten ve ümmetinden hergün her ferd-i mütedeyyin, hiç olmazsa kaç defa ona salvat getirmekle onun duasına min, min diyen ve belki bütün mahlkat o duasına iştirak ederek Evet ya Rabben! İstediğini ver; biz de onun istediğini istiyoruz diyorlar. Bütün bu reddedilmez şerait altında bek-i uhrev ve saadet-i ebediye için Muhammed aleyhissaltü vesselmın, haşrin hadsiz esbb-ı mcibesinden yalnız tek duası, Cennetin vücuduna ve baharın icadı kadar kudretine kolay olan hiretin icadına kfi bir sebeptir diye, Mücb ve Sem ve Rahm isimleri bizim sualimize cevap veriyorlar.
Hem madem, gündüz bedahetle güneşi gösterdiği gibi, zemin yüzünde, mevsimlerin tebeddülünde küll ölmek ve dirilmekte, perde arkasında bir Mutasarrıf, gayet intizamla koca küre-i arzı bir bahçe, belki bir ağaç kolaylığında ve intizamında ve azametli baharı bir çiçek suhuletinde ve mzanlı ziynetinde ve zemin sahifesinde üç yüz bin haşir ve neşrin nümune ve misallerini gösteren üç yüz bin kitap hükmündeki nebatat ve hayvanat taifelerini onda yazar, beraber ve birbiri içinde şaşırmayarak, karışık iken karıştırmayarak, birbirine benzemekle beraber iltibassız, sehivsiz, hatasız, mükemmel, muntazam, mnidar yazan bir kalem-i kudret, bu azameti içinde hadsiz bir rahmet, nihayetsiz bir hikmetle işlediği gibi; koca kinatı bir hanesi misillü insana musahhar ve müzeyyen ve tefriş etmek ve o insanı halife-i zemin ederek ve dağ ve gök ve yer tahammülünden çekindikleri emanet-i kübryı ona vermesi ve sair zhayatlar üstünde bir derece zabitlik mertebesiyle mükerrem etmesi ve hitbt-ı Sübhniyesine ve sohbetine müşerref eylemesiyle fevkalde bir makam verdiği ve bütün semv fermanlarda ona saadet-i ebediyeyi ve bek-i uhreviyeyi kat vaad ve ahdettiği halde, elbette ve hiçbir şüphe olmaz ki, bahar kadar kudretine kolay gelen dr-ı saadeti o mükerrem ve müşerref insanlar için açacak ve yapacak ve haşir ve kıyameti getirecek diye, Muhy ve Mümt ve Hayy ve Kayym ve Kadr ve Alm isimleri, Hlıkımızdan sormamıza cevap veriyorlar.
Evet, her baharda bütün ağaçları ve otların köklerini aynen ihya ve nebat ve hayvan üç yüz bin nevi haşrin ve neşrin nümunelerini icad eden bir kudret, Muhammed ve Ms aleyhimessaltü vesselmların herbirinin ümmetinin geçirdiği bin senelik zaman, karşı karşıya hayalen getirilip bakılsa, haşrin ve neşrin bin misalini ve bin delilini iki bin baharda gösterdiği görülecek. HAŞİYE-1 Ve, böyle bir kudretten haşr-i cismnyi uzak görmek, bin derece körlük ve akılsızlıktır.
Hem madem nev-i beşerin en meşhurları olan yüz yirmi dört bin peygamberler ittifakla saadet-i ebediyeyi ve bek-yı uhrevyi Cenb-ı Hakkın binler vaad ve ahdlerine istinaden iln edip mucizeleriyle doğru olduklarını ispat ettikleri gibi, hadsiz ehl-i velyet, keşf ile ve zevk ile aynı hakikate imza basıyorlar. Elbette o hakikat güneş gibi zhir olur; şüphe eden divne olur.
Evet, bir fende ve bir sanatta mütehassıs bir iki ztın o fen ve o sanata ait hükümleri ve fikirleri, onda ihtisası olmayan bin adamın, hatt başka fenlerde lim ve ehl-i ihtisas da olsalar, muhalif fikirlerini hükümden iskat ettikleri gibi; bir meselede, mesela, Ramazan hillini yevm-i şekte ispat etmek ve Süt konservelerine benzeyen ceviz-i hind bahçesi r-yi zeminde var diye dv etmekte iki ispat edici, bin inkr edici ve nefyedicilere galebe edip dvyı kazanıyorlar. çünkü ispat eden yalnız bir ceviz-i hindyi veyahut yerini gösterse kolayca dvyı kazanır. Onu nefiy ve inkr eden bütün r-yi zemini aramak, taramakla hiçbir yerde bulunmadığını göstermekle dvsını ispat edebildiği gibi; Cenneti ve dr-ı saadeti ihbar ve ispat eden, yalnız bir izini sinemada gibi keşfen, bir gölgesini, bir tereşşuhunu göstermekle dvyı kazandığı halde; onu nefiy ve inkr eden, bütün kinatı ve ezelden ebede kadar zamanları görmek ve göstermekle ancak inkrını ve nefyini ispat ile dvyı kazanabilir. Ve bu ehemmiyetli sırdandır ki, Hususi bir yere bakmayan ve iman hakikatler gibi umum kinata bakan nefiyler, inkrlarztında muhl olmamak şartıylaispat edilmez diye ehl-i tahkik ittifak edip bir düstur-u esas kabul etmişler.
Devam edecek