Kardeşlerim! Âyetül-Kübra Ramazanda zuhur ettiği gibi zannımca Ramazanda da matbaadan çıktığını, Ispartaya geldiğini ve Ramazanda serbestiyetle okunması ve camilere okutmak için girmesi gibi, bu Ramazan-ı Şerifte Âyetül-Kübrâdan çıkan ve bir saat tefekkür bir sene ibadet mânasını taşıyan Hizb-i Nuriye Âyetül-Kübrâdan çıktığı misillü, bizim tesbihatımızda otuzüç defa Âyetül-Kübranın berekâtı ve feyziyle on dakikada aynı hakikat-ı tevhidi veren iki sahife kadar Ramazanın nuruyla kalbe ihtar edildi. Ben de on dakikada Âyetül-Kübranın tamamını okuyor gibi ve herbir mertebede, mukaddemesinde denildiği gibi Küre-i Arzın küllî dili benim hayâlen lisanım olup der; ve denizler ve dağlar, o unsurların ve insan tabakatlarının lisan-ı halleri benim dillerim olup Lailaheillalah der diye, ben de herbir Lailaheillalah dedikçe, ya bilisan-ı Arz, ya bilisan-ı semâvât, ya bilisan-ı cev, ya bilisan-ı anâsır derim... gibi. İnşâallah, sonra size gönderilecek. Kardeşiniz Said Nursî İKRAMI İZHAR MEKTUBUNUN TETİMMESİ (İşarât-ı Kurâniyenin başında yazdık.) Risale-i Nurun makbuliyetine imza basan ve gaybî işaretlerle ondan haber veren sekiz parçadan birinci parçadır. Aynı meseleye bu risalede yirmidokuz işaret var. Sâir parçalar ile beraber bine yakın işaretler, rumuzlar, îmalar, emareler aynı meseleye, aynı dâvaya bakmaları sarahat derecesindedir. Vahdet-i mesele cihetiyle, o emareler birbirine kuvvet verir, teyid eder. O sekizden üç tanesi: İmam--ı Ali Radiyallahu Anh, üç keramet-i gaybiyesiyle Risale-i Nurdan haber vermiş. Bu sekiz parçayı Ankara ehl-i vukufu tedkik etmiş, itiraz etmemişler. Yalnız demişler: Keramet sahibi, kerametini yazmaz. Ben de onlara cevap verdim ki: Bu benim değil; Risale-i Nurun kerametidir. Risale-i Nur ise, Kurânın malıdır ve tefsirirdir dedim, onlar sustular; demek kabul ettiler. Gerçi bu çeşit ikramlar yazılmasaydı daha münasip olurdu; fakat bu hadsiz ve kuvvetli ve kesretli düşmanlar karşısında az ve zaif ve fakir olan bizlere kuvve-i mâneviye ve gaybî imdat ve teşci ve sebat ve metanet vermek için mecburiyet-i katiye oldu, ben de yazdım. Benim benliğime bir hodfuruşluk verip sukutuma sebep olsa da, ehemmiyeti yok. Bu hizmete, yani ehl-i imanı dalâlet-i mutlakadan kurtarmağa, lüzum olsa dünyevî hayat gibi, uhrevî hayatımı da feda etmek bir saadet bilirim. Binler dostlarım ve kardeşlerim Cennete girmeleri için, Cehennemi kabul ederim.
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim! Şimdi bir hâlimi size beyan etmek lâzım geliyor; tâ başka sebepler sizi müteessir etmesin. O hal de şudur: Bu yirmi sene tazyik neticesi, ehemmiyetli ve müzmin bir hastalık bana ârız olmuş. Zaten eskiden beri o hastalığın esası bende vardı ki; ona merdümgirizlik yani, insanlardan çekinmek, temas etmemek, temastan müteessir olmak... Hattâ şimdi en hafif ruhlu bir kardeşim, bir şâkirdimle görüşmeyi -fakat Risale-i Nur hizmetine ait olmamak şartıyla- ruhum kaldırmıyor. Hattâ dostâne bakmaktan cidden müteessir oluyorum. Bu ehemmiyetli halde insanların bana karşı zulüm ve cinayetleri bir vesile olduğu gibi; inayet-i İlâhiye ve kaderin adâleti ve hizmet-i imaniyedeki ihlâsın muhafazası en ehemmiyetli bir sebeptir ki; hem zulm-ü cinayet-i beşeriyeyi hiçe indiriyor; hem bu hastalığı tam bana sevdiriyor, sabır ve tahammül verir. Nasıl ki insanlar evham yüzünden beni temastan menede ede âsâbınma dokundurdular; inayet-i İlâhiye dahi, hizmet-i imaniyedeki ihlâsı kırmamak ve tasannukârâne hodfuruşluk vaziyetine girmeğe mecbur etmemek ve ziyade hüsn-ü zan edenlerin karşısında beni tekellüflere ve gösterişlere mecbur etmemek ve bu zamanda çok tesir eden şahsıma karşı teveccüh, muhabbet ve hizmete zarar veren kendini makam sahibi göstermek vaziyetinden kurtarmak ve Kurândan gelen Risale-i Nurun elmas gibi hakikatlerini bana mâletmekle cam parçalarına indirmemek hikmetleriyle, Cenâb-ı Erhamürrâhimîn bana bu hastalığı vermiştir. Ben, Cenâb-ı Hakka şükrediyorum. Siz de müteessir olmayınız; memnun olnuz. Fakat fıtrî teellümlere karşı, tahammülüm için duanıza muhtacım. Devam Edecek