Eskişehir hayatı Devamıdır-6
Eklenme: 8/19/2024 12:00:00 AM

Mahkemenin Reis ve zlarındanehemmiyetli bir hakkımı talep ederim.

Şöyle ki:

Bu meselede yalnız şahsım medar-ı bahis değil ki, siz beni tebrie etmekle ve hakikat-i hale muttali olmanızla mesele hallolsun. çünkü, ehl-i ilim ve ehl-i takvnın şahs-ı mnevsi, bu meselede, nazar-ı millette itham altına girdiği ve hükmete dahi ehl-i takv ve ilme karşı bir emniyetsizlik geldiği ve ehl-i takv ve ilim, tehlikeli ve zararlı teşebbüslerden nasıl sakınacağını bilmesi lzım olduğu için, benim müdafaatımı kendim kaleme aldığım bu son kısmını, herhalde yeni hurufla, matbaa vasıtasıyla intişarını isterim. T ki ehl-i takv ve ehl-i ilim, entrikalara kapılmayıp zararlı, tehlikeli teşebbüslere yanaşmasınlar ve hükmetin şahs-ı mnevisi nazar-ı millette ithamdan kurtulsun. Ve hükmet dahi, ehl-i ilim hakkında emniyet etsin ve bu anlaşmamazlık ortadan kalksın. Ve hükmete ve millete ve vatana çok zararlı düşen bu gibi hadiseler ve anlaşmamazlık daha tekerrür etmesin

Elhak, bundan dokuz sene evvel Onuncu Söz, sekiz yüz nüsha yayılmasıyla, ehl-i dalletin kalblerindeki inkr-ı haşri kalblerinde sıkıştırıp lisanına getirmeye meydan vermedi, ağızlarını tıkadı ve harika burhanlarını gözlerine soktu. Evet, Onuncu Söz, haşir gibi bir rükn-ü azm, imanın etrafında çelikten zırh oldu, ehl-i dalleti susturdu. Elbette hükmet-i Cumhuriye bundan memnun oldu ki, mebusanın ve valilerin ve büyük memurların ellerinde kemal-i serbestiyetle Onuncu Sözün nüshaları gezdi.

Dört aydan beri, bu hayat-memat meselesinde, hiçbir yerden benim acınacak halim bir mektupla dahi sordurulmadığı ve benim hakkımda halkı tenfir edecek bir surette teşhir etmekle nefret-i mmeyi aleyhime celb edip bütün bütün teshilt ve muavenetten mahrum kalmış, garip ve kimsesiz halimi tasvir eden, itiraznamemde izah ettiğim bir hikye:

Bir zaman, bir padişahın müptel olduğu bir hastalığın ilcı, bir çocuğun kanı imiş. O çocuğun pederi, çocuğu, hkimin fetvasıyla bir para mukabilinde padişaha vermiş. çocuk, mecliste ağlamak ve şekv yerine gülmüş. Sormuşlar:

Neden istimdad etmiyorsun, şikyet etmiyorsun, gülüyorsun?

Demiş ki:

İnsan, musibete giriftar olduğu vakit, evvel pederine, sonra hkime, sonra padişaha şekva eder. Benim pederim, beni kesilmek için satıyor. İşte, hkim de ölmekliğime karar veriyor. İşte, padişah benim kanımı istiyor. Bu antika ve pek garip ve şekli çok çirkin ve hiç görülmemiş bu hale karşı, ancak gülmekle mukabele edilir.

İşte, ey Şükrü Kaya Bey! Biz de o çocuk hükmüne geçtik. Derdimizi, evvel mahall hükmetteki valiye, sonra mahkeme adaletine, sonra Dahiliye Vekletine müracaat edip mazlumiyetimizi beyan ederek zalimlerden bizi kurtarmak için arzıhal etmek mukteza-yı hal iken, gördük ki: En son şekvmızı dinleyecek Dahiliye Vekilinin hakkımızda kapıldığı asılsız evhamına bir hakikat rengi vermek ve hatsını örtmek fikriyle hatsında ısrar etmesi daha büyük bir hat olduğunu düşünmediğinden, dçar olduğu gurur hastalığına, kanımızı isteyerek, bizi asılsız bahanelerle perişan etmek istiyor. Biz de Şükrü Kayanın şahsını, Dahiliye Vekili olan Şükrü Kaya Beye şekv ediyoruz. Eğer serbestiyeti tam muhafaza etmek isteyen ve hiçbir tesir karşısında mağlp olmayan ve vicdanlarındaki hiss-i adaletle hükmeden bu mahkeme, bizi Şükrü Kaya Beyin şahsı hakkında dinleyeceklerini bilseydim, en evvel biz, Şükrü Kayanın şahsı aleyhine ikame-i dv edecektik. çünkü, bir seneden beri, hergün veya her hafta hakkımızda rapor isteye isteye aleyhimize casusların, zabıtaların nazar-ı dikkatini celb ettirip, kurban koyunu gibi kesmek için bizi beslettiriyordu. Mahkeme ise, adaletten başka hiçbir şey düşünmemek lzım gelirken ve hakikaten mahkeme içindeki zatlar da adalete tam bağlı oldukları halde, yüksek makamdaki Şükrü Kaya gibi şahsın tesiratına karşı dayanamadıkları için, bizi tahliye edemeyip süründürüyorlar. Mahall hükmet olan Isparta Valisi ve zabıtası ise, herkesten ziyade bizi ve Ispartalı biçare, msum mevkufları himaye etmek ve bir an evvel kurtulmasına say etmeleri vazife-i vicdaniyeleri iken, bilkis çok mnsız ve asılsız bahanelerle Isparta mevkuflarının, hususan muhtaç ve fakirlerin tayınlarını verdirmeyip, açlıkla sefalete düşmeleri için onları ezdirmeye çalışıyorlar. İşte bu hale şekva değil, belki ağlamanın nihayet derecesini gösteren bu acı hale, o çocuk gibi gülmekle mukabele ediyoruz ve tevekkül edip, işimizi Azz-i Cebbra havale ediyoruz.

* * *

Msum kardeşlerimin mazlumiyetinden gelen feryatlarının işitilmediği ve benim de onlarla konuşturulmadığım bir zamanda, onların meyusiyetlerine bir tesell vermek için yazdığım bir fıkradır

(Bu makam münasebetiyle ilve edilmiştir)

Hafz-i Zülcellin hıfz ve himayetine bakınız ki, meselemiz münasebetiyle Risale-i Nurun risaleleri adedine muvafık olarak, yüz yirmi kusür adamın mahrem evraklarıyla istintakta oldukları halde ve ecneblerin entrikalarıyla ve muhalif komitecilerin dolaplarıyla mevcut ve münteşir müteaddit cemiyetlerin hiç birisiyle, Risale-i Nurun hiçbir şakirdinin münasebettarlığını gösterecek hiçbir madde bulunmaması, gayet zahir ve parlak bir himaye-i Rabbaniyedir. Muhafaza-i İlhiyeye ve İmam-ı Ali (r.a.) ve Gavs-ı zam (k.s.), Risale-i Nura ait keramet-i gaybiyelerini cidden teyid eden bir inayet-i Rahmniyedir. Kırk ikilik bir top güllesini, kırk iki msum ve mazlum kardeşlerimizin dergh-ı İlhiyeye açılan elleriyle doldurup, geri çevirip, atanların başlarında mnen patlattırdı. Bizlere, yalnız ehemmiyetsiz, sevaplı, hafif birkaç yara bereden başka olmadı. Böyle bir seneden beri doldurulan bir toptan, böyle pek az zararla kurtulmak harikadır. Böyle pek büyük bir nimete karşı, şükür ve sürur ve sevinçle mukabele etmek gerektir. Bundan sonraki hayatımız bize ait olamaz; çünkü müfsidlerin plnlarına göre, yüzde yüz mahv idi. Demek bundan sonraki hayatı kendimize değil, belki hak ve hakikate vakf etmeliyiz. Şekv değil, şükrettirecek rahmetin izini, yüzünü, özünü görmeye çalışmalıyız.

Devam edecek