Evet, yt-ı teşriiyeyi hvi Kurn-ı Mucizül-Beyanın hakaik ve maarifini ve yt-ı kevniyeyi şmil kitab-ı kebir-i kinatın vezif ve menisini beyan edip, mrifetullahın en yüksek derecatına, urca nev-i beşeri teşvik eden ve bugünkü günde, ölmeye yüz tutan kalbleri bile izn-i ilh ile ihtizaza getirecek kadar harika bir eser-i beda, bir sereyan-ı sera olan Risale-i Nur ile neşr-i hakaik eden bu vücud-u mesud ile beşeriyet iftihar etmek lzım gelirken; çok gariptir ki, ehl-i şekavet tarafından zehir verilmeye cesaret ve taş attırılmaya bile cüret ediliyor.
Evet Belların en şiddetlisi insanların en iyisi, en kmilleri olan peygamberlerin, sonra derecelerine göre Allahın vel kullarının üzerine gelir sırrıyla, enbiyanın vrisi olanların türlü türlü bellara uğramaları, hikmet-i İlhiye iktizasından olmasıyla, o zümre-i mübareke gibi, Üstadımız dahi nice bellara hedef olmuştur. Hatt Kastamonuya ilk teşrif ettikleri zaman çocuklar, bir bedbaht şaki tarafından teşvik edilip, abdest almak için çeşmeye çıktıkları vakit taş atmışlar. Fakat Üstadımız daima gördüğü eza ve cefalara ulül-azmane sabır ve tahammül eder. Hem saf-i sadre ve selmet-i kalbe mlik olduklarından, o çocuklara dahi hiddet etmeyip buyururlardı ki: Bunlar, Sre-i Ysinden mühim bir yetin nüktesini keşfime sebep oldular diye onlara dua ederlerdi. Sonra bu çocuklar, Üstadımızın duaları bereketiyle şyn-ı hayret bir hal kesbettiler ki; Üstadımızı uzak-yakın nerede görürlerse, koşarak yanına gelirler, mübarek elini öperler, duasını alırlardı.
Hem Üstadımızın harika hltı ve şyn-ı hayret garaib-i ahvali, başta Risale-i Nur olarak pek çoktur. Evet, biz itiraf ediyoruz ki, Üstadımız bizim htırat-ı kalbimizi bizden ziyade okur, çok defa haberimiz olmadığı bir meseleden bizleri şiddetli telşla ikaz ederler, bizi hayrette bırakırlar. Fakat günler geçtikten sonra aynen Üstadımızın ikaz ettiği şeyle karşılaşır, aklımız başımıza gelirdi.
Üstadımızla dağa gittiğimiz zaman, daha şehre dönme zamanı gelmeden, birden Üstadımız kalkarlar, bize de emrederlerdi. Hikmetini sormak istediğimizde: Acele gidelim, Risale-i Nur hizmeti için bizi bekliyorlar. Hakikaten, şehre avdetimizde, mutlaka mühim bir Risale-i Nur şakirdi bizi bekliyor bulur veya birkaç defa gelip gittiğini komşular haber verirlerdi.
Yine birgün, Mevln Hlid (k.s.) Hazretlerinin Küçük şık namında bir talebesinin neslinden mübarek bir hanım, HAŞİYE-1 yanında çok senelerden beri muhafaza ettiği Mevln Hazretlerinin cübbesini, Ramazan-ı Şerifte teberrüken Üstadımızın yanında kalsın diye Feyzi ile gönderir. Üstadımız hemen Emin kardeşimize yıkamak için emrederek Cenb-ı Hakka şükretmeye başlar. Feyzinin hatırına: Bu hanım, benim ile yirmi gün için gönderdi, Üstadım neden sahip çıkıyor? diye hayretler içinde kalır. Sonra o hanımı görür, o hanım Feyziye der ki: Üstad hediyeleri kabul etmediğinden, bu suretle belki kabul eder diye öyle söylemiştim. Fakat emanet onundur, canımız dahi feda olsun der, o kardeşimizi hayretten kurtarır. Evet, mübarek Üstadımızın o cübbeyi kabulü, Mevln Halidden sonra vazife-i teceddüd-ü dinin kendilerine intikaline bir almet telkki etmesindendir, derler. Hem de öyle olmak lzım. çünkü Hadis-i sahihte:
Allah Tela bu ümmet için her yüz senenin başında dinlerini tecdid eden bir müceddid gönderir buyurulmuş. Mevln Hazretlerinin veldeti 1193, Üstadımız Hazretlerinin ise 1293tür. Bu hadisin tam izahı Risale-i Gavsiyede vardır.
Üstadımız, arasıra bizlere hususan Feyziye, ltife tarzında buyururlardı ki: Cezanız var, tokat yiyeceksiniz, hapse gireceksiniz... diye Denizli hapsimizi bize remzen haber verip, hem bizi ikaz, hem kablelvuku bir mühim hadiseyi keşfen beyan ediyorlardı. Hakikaten çok geçmedi, Üstadımızın dediği çıktı.
Yine Denizli hapsi hadisesinden evvel buyurdular ki: Kardeşlerim, çoktandır sekiz seneden fazla bir yerde kalmamışım. Şimdi buraya geleli sekiz sene oluyor. Bu sene, herhalde ya vefat edeceğim veya başka yere nakledeceğim diye Kastamonudan teşrifini haber veriyorlardı.
Hem Denizli hapsi musibetinden evvel Üstadımız buyururlardı ki: Kardeşlerim, Risale-i Nura birkaç cihette hücum hissediyorum, ziyade ihtiyat ediniz. Hakikaten çok geçmedi, İstanbulda bir ihtiyar hoca, bilmeyerek, bir Risalenin bir meselesine itiraz ediyor. Sonra eski fetva emini merhum Ali Rıza Efendi Hazretleri, o hocanın itirazını red ve Risale-i Nurun hakkaniyetini tam tasdik ediyor
Bir müddet sonra, bir hayvan ürküp, Üstadımızın bacağını incitiyor. Aylarca, ıztıraplar içinde, vazife-i ubudiyetini ve Risale-i Nurun hizmet-i kudsiyesini çok müşkültla ifa edebildi. Sonra dağda müthiş bir zehirlenmeden mütevellid gayet ağır surette hasta iken, Denizli hapsi tevkifi meydana çıktı. Fakat o ferd-i ferd, tahammülü pek müşkül bu dehşetli halde, hem hizmet-i imaniye ve Kurniyedeki azm-i metnini, hem ubudiyetteki vezifi ifaya son derece gayret edip asla fütur getirmeden ulül-azmne bir sabır ile sebat ediyordu.
Yine, Üstadımız tevkifimizden evvel mükerreren buyururlardı ki: Ehl-i dünya, Risale-i Nura ilişmesinler, ilişirlerse, fetlerin hücumuna sebep olurlar. Hakikaten herkesçe malmdur ki, Risale-i Nur şakirtleri tevkif edilir edilmez her tarafta fetler, zelzeleler, hastalıklar başlardı; t Risale-i Nurun hakkaniyeti tasdik olunup vatana faideli olduğu itiraf edilinceye kadar çok yerlerde, ezcümle Kastamonuda zelzele devam etti. Hatt Kastamonunun tarih yüksek kalasıki bazı risalelerin medresesi hükmüne geçtiRisale-i Nura ve müellifi olan Üstadımıza iştiyak ve hasretinden matem tutup, en sağlam köklü taşlarını aşağı atarak, Üstadımızın ihbar-ı gaybsini maddeten tasdik etmiştir.
Devam edecek