İşte, küre-i arzın yirmiden ziyade büyük sahifelerinden birtek sahifenin yirmi vechinden birtek vechinin muhtasar şehadetiyle, o yolcunun sir vecihlerin sahifelerindeki müşahedatı mnsında olarak ve o müşahedatları ifade için, Birinci Makamın Üçüncü Mertebesinde böyle denilmiş:
Allahtan başka ilh yoktur. O Vcibül-Vücud ki, umumiyet ve şümul ve mükemmeliyeti bilmüşahede görünen, bütün zevilhayatın iaşesi için tohumların teshir ve tedbir ve terbiye ve feth ve tevzi ve muhafaza ve idaresi ve Rahmniyet ve Rahmiyet hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, arz bütün içindekiler ve üzerindekilerle Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna dellet eder.
Sonra, o mütefekkir yolcu her sahifeyi okudukça saadet anahtarı olan imanı kuvvetlenip ve mnev terakkiyatın miftahı olan mrifeti ziyadeleşip ve bütün kemltın esası ve madeni olan iman-ı billh hakikatı bir derece daha inkişaf edip mnev çok zevkleri ve lezzetleri verdikçe onun merakını şiddetle tahrik ettiğinden; sem, cevv ve arzın mükemmel ve kat derslerini dinlediği halde, Hel min mezd deyip dururken, denizlerin ve büyük nehirlerin cezbekrne cş u huruşla zikirlerini ve hazin ve leziz seslerini işitir. Lisan-ı hl ve lisan-ı kl ile Bize de bak, bizi de oku derler. O da bakar, görür ki:
Hayattrne mütemdiyen çalkanan ve dağılmak ve dökülmek ve istil etmek fıtratında olan denizler, arzı kuşatıp, arz ile beraber gayet süratli bir surette bir senede yirmi beş bin senelik bir dairede koşturulduğu halde, ne dağılırlar, ne dökülürler ve ne de komşularındaki toprağa tecavüz ederler. Demek gayet kudretli ve azametli bir Ztın emriyle ve kuvvetiyle dururlar, gezerler, muhafaza olurlar.
Sonra denizlerin içlerine bakar, görür ki: Gayet güzel ve ziynetli ve muntazam cevherlerinden başka, binlerce çeşit hayvanatın iaşe ve idareleri ve tevellüdat ve vefiyatları o kadar muntazamdır; basit bir kum ve acı bir sudan verilen erzakları ve tayinatları o kadar mükemmeldir ki, bilbedahe bir Kadr-i Zülcellin, bir Rahm-i Zülcemlin idare ve iaşesiyle olduğunu ispat eder.
Sonra o misafir, nehirlere bakar, görür ki: Menfaatleri ve vazifeleri ve varidat ve sarfiyatları o kadar hakmne ve rahmnedir; bilbedahe ispat eder ki, bütün ırmaklar, pınarlar, çaylar, büyük nehirler, bir Rahmn-ı Zülcelli vel-İkramın hazine-i rahmetinden çıkıyorlar ve akıyorlar. Hatt o kadar fevkalde iddihar ve sarf ediliyorlar ki, Dört nehir Cennetten geliyorlar diye rivyet edilmiş. Yani, zhir esbabın pek fevkinde olduklarından, mnev bir cennetin hazinesinden ve yalnız gayb tükenmez bir menbaın feyzinden akıyorlar demektir. Mesel, Mısırın kumistanını bir cennete çeviren Nil-i mübarek, cenup tarafından,
Cebel-i Kamer denilen bir dağdan, mütemadiyen küçük bir deniz gibi tükenmeden akıyor. Altı aydaki sarfiyatı dağ şeklinde toplansa ve buzlansa, o dağdan daha büyük olur. Halbuki o dağdan ona ayrılan yer ve mahzen, altı kısımdan bir kısım olmaz. Varidatı ise, o mıntıka-i hrrede pek az gelen ve susamış toprak çabuk yuttuğu için mahzene az giden yağmur, elbette o muvazene-i vsiayı muhafaza edemediğinden, o Nil-i mübarek det-i arziye fevkinde bir gayb cennetten çıkıyor diye rivayeti gayet manidar ve güzel bir hakikati ifade ediyor.
İşte, deniz ve nehirlerin denizler gibi hakikatlerinin ve şehadetlerinin binden birisini gördü. Ve umumu bilicm denizlerin büyüklüğü nisbetinde bir kuvvetle L ilhe ill H der ve bu şehadete denizler mahlkatı adedince şahitler gösterir diye anladı. Ve denizlerin ve nehirlerin umum şehadetlerini irade ederek ifade etmek mnsında, Birinci Makamın Dördüncü Mertebesinde,
Allahtan başka ilh yoktur. O Vcibül-Vücud ki, genişlik ve intizamı gözle görünen teshir ve muhafaza ve iddihar ve idare hakikatlerindeki ihatanın büyüklüğünün şehadetiyle, denizler ve nehirler bütün içindekilerle beraber Onun birlik içindeki vücub-u vücuduna dellet eder denilmiş.
Sonra, dağlar ve sahralar, seyahat-ı fikriyede bulunan o yolcuyu çağırıyorlar Sahifelerimizi de oku diyorlar. O da bakar, görür ki: Dağların küll vazifeleri ve umum hizmetleri o kadar azametli ve hikmetlidirler; akılları hayret içinde bırakır. Mesel, dağların zeminden emr-i Rabbn ile çıkmaları ve zeminin içinde, inkılbat-ı dahiliyeden neşet eden heyecanını ve gazabını ve hiddetini, çıkmalarıyla teskin ederek, zemin o dağların fışkırmasıyla ve menfeziyle teneffüs edip, zararlı olan sarsıntılardan ve zelzele-i muzırradan kurtulup, vazife-i devriyesinde sekenesinin istirahatlerini bozmuyor. Demek, nasıl ki sefineleri sarsıntıdan vikaye ve muvazenelerini muhafaza için onların direkleri üstünde kurulmuş; öyle de, dağlar, zemin sefinesine bu mnda hazineli direkler olduklarını, Kurn-ı Mucizül-Beyan,
Dağları direk (yapmadık mı?), Yeryüzünde sbit dağlar diktik, Dağları sapa sağlam dikti gibi çok yetlerle ferman ediyor.
Hem mesel dağların içinde zhayata lzım olan her nevi menbalar, sular, madenler, maddeler, ilçlar o kadar hakmne ve müdebbirne ve kermne ve ihtiyatkrne iddihar ve ihzar ve istif edilmiş ki, bilbedahe, kudreti nihayetsiz bir Kadrin ve hikmeti nihayetsiz bir Hakmın hazineleri ve ambarları ve hizmetkrları olduklarını ispat ederler diye anlar. Ve sahra ve dağların dağ kadar vazife ve hikmetlerinden bu iki cevhere sairlerini kıyas edip, dağların ve sahraların umum hikmetleriyle, hususan ihtiyat iddiharlar cihetiyle getirdikleri şehadeti ve söyledikleri L ilhe ill H tevhidini, dağlar kuvvetinde ve sebatında ve sahralar genişliğinde ve büyüklüğünde görür, mentü Billh der.
İşte bu mnyı ifade için, Birinci Makamın Beşinci Mertebesinde,
Allahtan başka ilh yoktur. O Vcibül-Vücud ki, Rabbn ihtiyat maddelerinin bilmüşahede vsi ve mm ve muntazam ve mükemmel iddihar ve idare ve muhafaza ve tedbiri ve tohumların neşri hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, bütün dağlar ve sahrlar bütün içindekiler ve üzerindekilerle beraber Onun vücub-u vücuduna dellet eder denilmiş.
Devam edecek