Kastamonu hayatı Devamıdır-19
Eklenme: 9/28/2024 12:00:00 AM

İşte, bu misafirin tekyeden aldığı feyze kısa bir işaret larak, Birinci Makamın nuncu Mertebesinde, Allahtan başka ilh yktur. Vcibül-Vücud ki, bütün evliyanın, muhakkak ve musaddak vezahir keşif ve kerametlerinin icmı, nun vahdet içindeki vücub-u vücuduna dellet eder. denilmiş.

Snra, kemlt-ı insaniyenin en mühimi ve en büyüğü, belki bilcümle kemlt-ı insaniyenin menbaı ve esası, iman-ı billhtan ve marifetullahtan neşet edenmuhabbetullah lduğunu bilen dünya seyyahı, bütün kuvvetiyle ve letifiyle, imanın kuvvetinde ve marifetin inkişafında daha ziyade terakki etmesini istemek fikriyle başını kaldırdı ve semvta baktı. Kendi aklına dedi ki:

Madem kinatta en kıymettar şey hayattır. Ve kinatın mevcudtı hayatamusahhardır. Ve madem zhayatın en kıymettarı zruhtur. Ve zruhun enkıymettarı zşuurdur. Ve madem bu kıymettarlık için küre-i zemin, zhayatı mütemadiyençğaltmak için, her asır, her sene dlar, bşalır. Elbette ve her halde, bu muhteşem vemüzeyyen lan semvtın dahi kendisine münasip ahalisi ve sekenesi, zhayat vezruh ve zşuurlardan vardır ki, huzur-u Muhammedde (a.s.m.) sahabelere görünen Hazret-i Cebrailin (a.s.) temessülü gibi, melikeleri görmek ve nlarla knuşmak hadiseleri, tevatür suretinde eskiden beri nakil ve rivayet ediliyr. Öyle ise keşke ben semvt ehliyle dahi görüşseydim, nlar ne fikirde lduklarını bilseydim. çünkü, Hlık-ı Kinat hakkında en mühim söz nlarındır diye düşünürken, birdensemv şöyle bir sesi işitti:

Madem bizimle görüşmek ve dersimizi dinlemek istersin. Bil ki, başta Hazret-i Muhammed aleyhissaltü vesselm ve Kurn-ı Mucizül-Beyan larak bütün peygamberlere vasıtamızla gelen mesil-i imaniyeye en evvel biz iman etmişiz. Hem insanlara temessül edip görünen ve bizlerden lan bütün ervh-ı tayyibe, bil istisna ve bilittifak, bu kinat Hlıkının vücub-u vücuduna ve vahdetine ve sıft-ı kudsiyesine şehadet edip birbirine muvafık ve mutabık larak ihbar etmişler. Buhadsiz ihbaratın tevafuku ve tetabuku, güneş gibi sana bir rehberdir dediklerini bildi ve nun nur-u imanı parladı, zeminden göklere çıktı.

İşte, bu ylcunun melikeden aldığı derse kısa bir işaret larak, Birinci Makamın n Birinci Mertebesinde, Allahtan başka ilh yktur. Allah ki, insanların nazarına temessül eden ve beşerin havs kısmıyla knuşan melikenin ittifakı, birbirine tetabuk ve tevafuk eden ihbaratıyla, nun vahdetiçindeki vücub-u vücuduna dellet eder. denilmiştir.

Snra, pür-merak ve pür-iştiyak misafir, lem-i şehadet ve cismn ve maddcihetinde ve mahsus taifelerin dillerinden ve lisan-ı hallerinden ders aldığından,lem-i gayb ve lem-i berzahta dahi mütala ile bir seyahat ve bir taharri-i hakikatarzu ederken, her taife-i insaniyede bulunan ve kinatın meyvesi lan insanın çekirdeği hükmünde bulunan ve küçüklüğüyle beraber, mnen kinat kadarinbisat edebilen müstakim ve münevver akılların, selim ve nuran kalblerin kapısı açıldı. Baktı ki, nlar, lem-i gayb ve lem-i şehadet rtasında insan berzahlardır; ve iki lemin birbiriyle temasları ve muameleleri, insana nisbeten nktalarda luyr gördüğünden, kendi akıl ve kalbine dedi ki:

Gelin, bu emsalinizin kapısından hakikate giden yl daha kısadır. Biz öteki yllardaki dillerden ders aldığımız gibi değil, belki iman nktasındaki ittisaflarından ve keyfiyet ve renklerinden mütalamızla istifade etmeliyiz dedi, mütalaya başladı. Gördü ki:

İstidatları gayet muhtelif ve mezhepleri birbirinden uzak ve muhalif lan umumistikametli ve nurlu akılların iman ve tevhiddeki ittisafkrne ve rsihne itikadları,tevafuk ve sebatkrne ve mutmainne kanaat ve yaknleri tetabuk ediyr. Demek,tebeddül etmeyen bir hakikate dayanıp bağlanmışlar. Ve kökleri, metin birhakikate girmiş, kpmuyr. Öyle ise, bunların nkta-i imaniyede ve vücub vetevhidde icmları, hiç kpmaz bir zincir-i nurandir ve hakikate açılan ışıklı bir penceredir

Hem gördü ki: Meslekleri birbirinden uzak ve meşrepleri birbirine mübayin lanumum selim ve nuran kalblerin erkn-ı imaniyedeki müttefikane veitminankrne ve müncezibne keşfiyat ve müşahedatları birbiriyle tevafuk vetevhidde birbirine mutabık çıkıyr. Demek, hakikate mukbil ve vsıl vemütemessil bu küçücük birer arş-ı marifet-i Rabbniye ve bu cmi birer yine-i Samedniyelan nuran kalbler, şems-i hakikate karşı açılan pencerelerdir; ve umumu birden, güneşe yinedarlık eden bir deniz gibi, bir yine-i zamdır. Bunların vücub-u vücudda ve vahdette ittifakları ve icmları, hiç şaşırmaz ve şaşırtmaz bir rehber-i ekmel ve bir mürşid-i ekberdir. çünkü, hiçbir cihetle hiçbir imkn ve hiçbir ihtimal yk ki, hakikatten başka bir vehim ve hakikatsız bir fikir ve asılsız bir sıfat, bu kadarmüstemirrne ve rsihne bu pek büyük ve keskin gözlerin umumunu birden aldatsın, galat-ı hisse uğratsın. Buna ihtimal veren bzulmuş ve çürümüş bir akla, bu kinatı inkr eden ahmak sfestler dahi razı lmazlar, reddederler diye anladı. Kendi akıl ve kalbiyle beraber mentü billh dediler.

İşte, bu ylcunun müstakm akıllardan ve münevver kalblerden istifade ettiğimrifet-i imaniyeye kısa bir işaret larak, Birinci Makamın n İkinci ve n Üçüncü Mertebelerinde, Allahtan başka ilh yktur. Vcibül-Vücud ki, istidat ve mezheplerinin farklılığıyla beraber bütün münevver ve müstakim akıl sahiplerinin birbirine tetabuk eden kanaat ve yaknleri, nun vahdet içindeki vücub-u vücuduna dellet eder. Kez, birbirine mütebayin meslek ve meşreplerine rağmen bütün selim ve nuran kalb sahiplerinin birbirine tetabuk eden keşifleri ve birbirine tevafuk eden müşahedeleri de, nun vahdet içindeki vücub-u vücuduna dellet eder. denilmiş.

Snra, lem-i gayba yakından bakan ve akıl ve kalbde seyahat eden ylcu, Acabalem-i gayb ne diyr? diye merakla kapıyı da şöyle bir fikirle çaldı.

Yani, Madem bu cismn lem-i şehadette, bu kadar ziynetli ve sanatlı hadsizmasnularıyla kendini tanıttırmak ve bu kadar tatlı ve süslü ve nihayetsiznimetleriyle kendini sevdirmek ve bu kadar mucizeli ve maharetli, hesapsız eserleriyle gizli kemltını bildirmek, kavilden ve tekellümden daha zhir bir tarzda fiilen isteyen ve hal diliyle bildiren bir Zt, perde-i gayb tarafında bulunduğu bilbedahe anlaşılıyr. Elbette ve her halde, fiilen ve halen lduğu gibi,kavlen ve tekellümen dahi knuşur, kendini tanıttırır, sevdirir. Öyle ise, lem-i gaybcihetinde nu, nun tezahüratından bilmeliyiz dedi. Kalbi içeriye girdi, akıl gözüyle gördü ki:

Gayet kuvvetli bir tezahüratla, vahiylerin hakikati, lem-i gaybın her tarafında, her zamanda hükmediyr. Kinatın ve mahlkatın şehadetlerinden çk kuvvetli birşehadet-i vücud ve tevhid, Allmül-Guybdan vahiy ve ilham hakikatleriyle geliyr. Kendini ve vücud ve vahdetini, yalnız masnularının şehadetlerine bırakmıyr. Kendisi, kendine lyık bir kelm-ı ezel ile knuşuyr. Her yerde ilim vekudretiyle hzır ve nzırın kelmı dahi hadsizdir. Ve kelmının mnsı nu bildirdiği gibi, tekellümü dahi nu sıftıyla bildiriyr.

Evet, yüz bin peygamberlerin (aleyhimüsselm) tevatürleriyle ve ihbaratlarınınvahy-i İlhye mazhariyet nktasında ittifaklarıyla ve nev-i beşerden ekseriyet-i mutlakanın tasdik-gerdesi ve rehberi ve muktedası ve vahyin semereleri ve vahy-i meşhud lan kütüb-ü mukaddese ve suhuf-u semviyenin delil ve mucizatlarıyla,hakikat-i vahyin tahakkuku ve sübutu bedahet derecesine geldiğini bildi ve vahyinhakikatı beş hakikat-ı kudsiyeyi ifade ve ifaza ediyor diye anladı: