Birincisi: Bu ztta (a.s.m.), hatt düşmanlarının tasdikiyle dahi, bütün güzel huyların ve hasletlerin bulunması; ve Ay yarıldı ve Attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı yetlerinin sarahatiyle, bir parmağının işaretiyle kamer iki parça olması; ve bir avucuyla adasının ordusuna attığı az bir toprak, umum o ordunun gözlerine girmesiyle kaçmaları; ve susuz kalmış kendi ordusuna, beş parmağından kevser gibi akan suyu kifayet derecesinde içirmesi gibi, nakl-i kat ile ve bir kısmı tevatürle yüzer mucizatın onun elinde zhir olmasıdır. Bu mucizattan, üç yüzden ziyade bir kısmı, On Dokuzuncu Mektup olan Mucizat-ı Ahmediye (a.s.m.) namındaki harika ve kerametli bir risalede kat delilleriyle beraber beyan edildiğinden, onları ona havale ederek dedi ki:
Bu kadar ahlk-ı hasene ve kemltla beraber bu kadar mucizat-ı bhiresi bulunan bir zt (a.s.m.) elbette en doğru sözlüdür. Ahlksızların işi olan hileye, yalana, yanlışa tenezzül etmesi kbil değil.
İkincisi: Elinde, bu kinat Sahibinin bir fermanı bulunduğu ve o fermanı her asırda üç yüz milyondan ziyade insanların kabul ve tasdik ettikleri ve o ferman olan Kurn-ı Azmüşşanın, yedi vech ile harika olmasıdır. Ve bu Kurnın, kırk vech ile mucize olduğu ve Kinat Hlıkının sözü bulunduğu, kuvvetli delilleriyle beraber Yirmi Beşinci Söz ve Mucizat-ı Kurniye namlarında ve Risale-i Nurun bir güneşi olan meşhur bir risalede tafsilen beyan edilmesinden, onu, ona havale ederek dedi: Böyle ayn-ı hak ve hakikat bir fermanın tercümanı ve tebliğ edicisi bir ztta (a.s.m.), fermana cinayet ve ferman sahibine hıyanet hükmünde olan yalan olamaz ve bulunamaz.
Üçüncüsü: O zt (a.s.m.) öyle bir şeriat, bir İslmiyet, bir ubdiyet ve bir dua, bir davet ve bir iman ile meydana çıkmış ki, onların ne misli var ne de olur. Ve onlardan daha mükemmel, ne bulunmuş ve ne de bulunur. çünkü, ümm bir ztta (a.s.m.) zuhur eden o şeriat, on dört asrı ve nev-i beşerin humsunu, dilne hakkaniyet üzere ve müdakkikane hadsiz kanunlarıyla idare etmesi, emsal kabul etmez.
Hem, ümm bir ztın (a.s.m.) efl ve akvl ve ahvlinden çıkan İslmiyet, her asırda, üç yüz milyon insanın rehberi ve mercii ve akıllarının muallimi ve mürşidi ve kalblerinin münevviri ve musaffsi ve nefislerinin mürebbsi ve müzekksi ve ruhlarının medr-ı inkişafı ve maden-i terakkiyatı olması cihetiyle, misli olamaz ve olamamış.
Hem, dininde bulunan bütün ibdtın bütün envında en ileri olması; ve herkesten ziyade takvda bulunması ve Allahtan korkması; ve fevkalde daim
mücahedat ve dağdağalar içinde tam tamına ubdiyetin en ince esrarına kadar müraat etmesi; ve hiç kimseyi taklit etmeyerek ve tam mnsıyla ve müptediyne fakat en mükemmel olarak, hem iptid ve intihyı birleştirerek yapması, elbette misli görülmez ve görünmemiş.
Hem binler dua ve münctlarından Cevşenül-Kebr ile, öyle bir marifet-i Rabbniye ile, öyle bir derecede Rabbini tavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen ehl-i mrifet ve ehl-i velyet, telhuk-u efkr ile beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife yetişememeleri gösteriyor ki, duada dahi onun misli yoktur. Risale-i Münctın başında Cevşenül-Kebrin doksan dokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacık bir melinin beyan edildiği yere bakan adam, Cevşenin dahi misli yoktur diyecek.
Hem, tebliğ-i risalette ve nsı hakka davette o derece metanet ve sebat ve cesaret göstermiş ki, büyük devletler ve büyük dinler, hatt kavim ve kabilesi ve amcası ona şiddetli adavet ettikleri halde, zerre miktar bir eser-i tereddüt, bir telş, bir korkaklık göstermemesi ve tek başıyla bütün dünyaya meydan okuması ve başa da çıkarması ve İslmiyeti dünyanın başına geçirmesi ispat eder ki, tebliğ ve davette dahi misli olmamış ve olamaz.
Hem, imanda, öyle fevkalde bir kuvvet ve harika bir yakn ve mucizne bir inkişaf ve cihanı ışıklandıran bir ulv itikad taşımış ki, o zamanın hükümranı olan bütün efkrı ve akideleri ve hükemanın hikmetleri ve ruhan reislerin ilimleri ona muarız ve muhalif ve münkir oldukları halde onun ne yaknine, ne itikadına, ne itimadına, ne itminanına hiçbir şüphe, hiçbir tereddüt, hiçbir zaaf, hiçbir vesvese vermemesi ve mneviyatta ve meratib-i imaniyede terakki eden başta Sahabeler ve bütün ehl-i velyet, onun, her vakit, mertebe-i imanından feyz almaları ve onu en yüksek derecede bulmaları, bilbedahe gösterir ki, imanı dahi emsalsizdir.
İşte, böyle emsalsiz bir şeriat ve misilsiz bir İslmiyet ve harika bir ubdiyet ve fevkalde bir dua ve cihan-pesendne bir dvet ve mucizne bir iman sahibinde, elbette hiçbir cihetle yalan olamaz ve aldatmaz diye anladı ve aklı dahi tasdik etti.
Dördüncüsü: Enbiyaların (aleyhimüsselm) icmı, nasıl ki vücud ve vahdniyet-i İlhiyeye gayet kuvvetli bir delildir; öyle de, bu ztın (a.s.m.) doğruluğuna ve risaletine gayet sağlam bir şehadettir. çünkü enbiya aleyhimüsselmın doğruluklarına ve peygamber olmalarına medar olan ne kadar kuds sıfatlar ve mucizeler ve vazifeler varsa, o ztta en ileride olduğu tarihçe musaddaktır. Demek onlar, nasıl ki, lisan-ı kl ile Tevrat, İncil, Zebur ve suhuflarında bu ztın (a.s.m.) geleceğini haber verip insanlara beşaret vermişlerki, kütüb-ü mukaddesenin o beşaretli işrtından yirmiden fazla ve pek zhir bir kısmı, On Dokuzuncu Mektupta güzelce beyan ve ispat edilmişöyle de, lisan-ı halleriyle, yani nübüvvetleriyle ve mucizeleriyle, kendi mesleklerinde ve vazifelerinde en ileri ve en mükemmel olan bu ztı tasdik edip dvsını imza ediyorlar. Ve lisan-ı kl ve icm ile vahdniyete dellet ettikleri gibi, lisan-ı hal ile ve ittifak ile de, bu ztın sadıkıyetine şehadet ediyorlar diye anladı.
Beşincisi: Bu ztın düsturlarıyla ve terbiyesi ve tebaiyetiyle ve arkasından gitmeleriyle hakka, hakikate, kemlta, kermta, keşfiyata, müşahedata yetişen binlerce evliya, vahdniyete dellet ettikleri gibi, üstadları olan bu ztın sadıkıyetine ve risaletine icm ve ittifakla şehadet ediyorlar. Ve lem-i gaybdan verdiği haberlerin bir kısmını nur-u velyetle müşahede etmeleri; ve umumunu, nur-u iman ile, ya ilmelyakn veya aynelyakn veya hakkalyakn suretinde itikad ve tasdik etmeleri, üstadları olan bu ztın derece-i hakkaniyet ve sadıkıyetini güneş gibi gösterdiğini gördü.
Devam edecek