İkinci Hakikat: Sıfat-ı kelmdan gelen tekellüm-ü İlhdir.
Rabbimin sözlerini yazmak için bütün denizler mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden o denizler tükenirdi yetinin sırrıyla, kelm-ı İlh nihayetsizdir. Bir ztın vücudunu bildiren en zhir almet, konuşmasıdır. Demek bu hakikat, nihayetsiz bir surette Mütekellim-i Ezelnin mevcudiyetine ve vahdetine şehadet eder.
Bu hakikatin iki kuvvetli şehadeti, bu risalenin On Dördüncü ve On Beşinci Mertebelerinde beyan edilen vahiyler ve ilhamlar cihetiyle; ve geniş bir şehadeti dahi, Onuncu Mertebesinde işaret edilen kütüb-ü mukaddese-i semviye cihetiyle, ve çok parlak ve cmi bir diğer şehadeti dahi On Yedinci Mertebesinde Kurn-ı Mucizül-Beyan cihetiyle geldiğinden, bu hakikatın beyan ve şehadetini o mertebelere havale edip, o hakikati mucizne iln eden ve şehadetini sair hakikatlerin şehadetleriyle beraber ifade eden Bütün kinatı adletle tedbir ve idare etmekte olan Allah, Ondan başka ibdete lyık hiçbir ilh bulunmadığını ap açık delillerle bildirdi. Buna melekler ve ilim sahipleri de şhitlik ettiler. Ondan başka ilh yoktur; Onun kudreti herşeye galiptir ve Onun her işi hikmet iledir yet-i muazzamanın envrı ve esrarı bizim bu yolcuya kfi ve vfi gelmiş ki, daha ileri gidememiş.
İşte, bu yolcunun bu makam-ı kudsden aldığı dersin kısa bir meline bir işaret olarak, Birinci Makamın On Dokuzuncu Mertebesinde,
Allahtan başka ilh yoktur. O öyle bir Vcibül-Vücud ve Vhid-i Ehaddir ki, bütün güzel isimler, bütün yüce sıfatlar ve en yüce vasıflar Ona aittir. İrade ve kudretle icad ve halk ve sun ve ibd fiillerini, ihtiyar ve hikmetle takdir ve tasvir ve tedbir ve tedvir fiillerini, kasd ve rahmetle ve keml-i intizam ve muvazene ile tasrif ve tanzim ve muhafaza ve idare ve iaşe fiillerini tazammun eden faaliyet-i müstevliyenin devamı içinde görünen tezahür-ü rububiyet ve onun içinde görünen tebarüz-ü ulhiyet hakikatinin azametinin şehadetiyle; ve Bütün kinatı adaletle tedbir ve idare etmekte olan Allah, Ondan başka ilh bulunmadığını ap açık delillerle bildirdi. Buna melekler ve ilim sahipleri de şahitlik ettiler. Ondan başka ilh yoktur; Onun kudreti herşeye galiptir ve hikmeti herşeyi kuşatır (l-i İmrn Sresi, 3:18.) melindeki yet-i kerimenin hakikat-i esrarının azamet-i ihatasının şehadetiyle; bütün kuds ve muht sıfatlarının ve kinatta tecell eden bütün Esm-i Hüsnsının icmı ve kinatta tasarruf eden bütün şuunat ve eflinin ittifakı, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna dellet eder denilmiştir.
* * *
Üçüncü Şua olan bu Münact Risalesi, yetül-Kübra ve beş altı risaleler ile birlikte Kastamonuda telif edilmiştir. Üstadın Kastamonudaki hayatının seyrine ve meşguliyetine ve hizmetinin hangi meseleler etrafında döndüğüne parlak bir nümunedir. Evet, Said Nurs, bu risalelerdeki hakikatların delletiyle, millet ve İslmiyet için en elzem hizmet olan imanın takviyesi için çalışıyordu.
* * *
Mukaddime
Bu Sekizinci Hüccet-i İmaniye1, vücub-u vücuda ve vahdniyete dellet ettiği gibi, hem delil-i katiye ile rububiyetin ihatasına ve kudretinin azametine dellet eder. Hem hkimiyetinin ihatasına ve rahmetinin şümulüne dahi dellet ve ispat eder. Hem kinatın bütün eczasına hikmetinin ihatasını ve ilminin şümulünü ispat eder.
Elhasıl, bu Sekizinci Hüccet-i İmaniyenin herbir mukaddimesinin sekiz neticesi var. Sekiz mukaddimelerin herbirinde, sekiz neticeyi delilleriyle ispat eder ki, bu cihette bu Sekizinci Hüccet-i İmaniyede yüksek meziyetler vardır.
Said Nurs
* * *
Münct
Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde, insanlara faydalı şeylerle denizde akıp giden gemilerde, Allahın gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, her türlü canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgrları sevk etmesinde ve gökle yer arasında Allahın emrine boyun eğmiş bulutlarda, aklını kullanan bir millet için Allahın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine işaret eden nice deliller vardır
Y İlh ve y Rabb,
Ben imanın gözüyle ve Kurnın talimiyle ve nuruyla ve Resul-i Ekrem aleyhissaltü vesselmın dersiyle ve ism-i Hakmin göstermesiyle görüyorum ki, semvtta hiçbir deveran ve hareket yoktur ki, böyle intizamıyla Senin mevcudiyetine işaret ve dellet etmesin.
Ve hiçbir ecram-ı semviye yoktur ki, süktuyla, gürültüsüz vazife görerek direksiz durmalarıyla, Senin rubbiyetine ve vahdetine şehadeti ve işareti olmasın.
Ve hiçbir yıldız yoktur ki, mevzun hilkatiyle, muntazam vaziyetiyle ve nuran tebessümüyle ve bütün yıldızlara mümselet ve müşabehet sikkesiyle Senin haşmet-i ulhiyetine ve vahdniyetine işaret ve şehadette bulunmasın.
Ve on iki seyyareden hiçbir seyyare yıldız yoktur ki, hikmetli hareketiyle ve itaatli musahhariyetiyle ve intizamlı vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle Senin vücub-u vücuduna şehadet ve saltanat-ı ulhiyetine işaret etmesin.
Evet, gökler sekeneleriyle, herbiri tek başıyla şehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, derece-i bedahette, ey zemin ve gökleri yaratan Yaratıcı, Senin vücub-u vücduna öyle zhir şehadet, ve ey zerrtı muntazam mürekkebatıyla tedbirini gören ve idare eden ve bu seyyare yıldızları manzum peykleriyle döndüren, emrine itaat ettiren, Senin vahdetine ve birliğine öyle kuvvetli şehadet ederler ki, göğün yüzünde bulunan yıldızlar sayısınca nuran burhanlar ve parlak deliller o şehadeti tasdik ederler.
Hem bu sfi, temiz, güzel gökler, fevkalde büyük ve fevkalde süratli ecramıyla muntazam bir ordu ve elektrik lmbalarıyla süslenmiş bir saltanat donanması vaziyetini göstermek cihetiyle, Senin rububiyetinin haşmetine ve herşeyi icad eden kudretinin azametine zhir dellet ve hadsiz semvtı ihta eden hkimiyetinin ve herbir zhayatı kucağına alan rahmetinin hadsiz genişliklerine kuvvetli işaret ve bütün mahlkat-ı semviyenin bütün işlerine ve keyfiyetlerine taallk eden ve avucuna alan, tanzim eden ilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin her işe şümlüne şüphesiz şehadet ederler. Ve o şehadet ve dellet o kadar zhirdir ki, güya yıldızlar, şahit olan göklerin şehadet kelimeleri ve tecessüm etmiş nuran delilleridirler.
Devam edecek