Yalanlarının birkaç delili de şunlardır:
Üstadımız Said Nurs için Bir şah ve bir padişah gibi yaşamakta ve gelen yardımlarla geçinmektedir diye o vicdansızlar ap açık bir iftirada bulunmuşlardır. Said Nurs, amcasının çorbasını dahi içmemiş olup, hayatında kimsenin minneti altında kalmayıp, beş bin lira hediyeye beş para değer vermeden red ve iade eden, hayatındaki istiğna düsturunu en zlimne muameleler ve mahrumiyetler içinde kaldığı zamanlarda dahi bozmayan ve böylece izzet-i İslmiye ve şeref-i diniyeyi muhafaza etmiş olan bir zttır.
Evet, Üstadımızın, halkların hediyesini kabul etmemek düsturu, seksen senelik hayatıyla sabit olduğu ve otuz senelik müteaddit mahkemelerde dahi vesikalarla tahakkuk etmiş, dost ve düşmanın gözleri önünde zahir olmuştur. Bu bedih hakikatin herkesçe bilindiği bir zamanda böyle ittihamda bulunanların ne kadar dehşetli garazkr olduklarını ehl-i vicdanın takdirlerine bırakıyoruz.
Ankara hükmetinin adaletiyle Üstadımız Said Nursnin Risale-i Nur eserleri basılmaktadır. Hissesine düşen bir miktar kitap fiyatlarını Üstadımız, hayatını Nurlara vakfedip nafakasını çıkaramayan Nur talebelerine tayın olarak vermektedir. Kendisi de bugün artık herkesin malmu olmuş olan zam bir iktisat ve kanaatle yaşamaktadır. Ve bütün ömrü boyunca fevkalde bir iktisat dairesinde kendini idare ettiğine, seksen senelik hayatını bir şahid-i sadık olarak gösteriyoruz.
Halkı Demokrat hükmet aleyhine geçirmek plnlarını takip eden muhtelif gazetelerin diğer bir zahir yalanları ise, Nazillide iki mübarek adamın Ramazan-ı Şerif hakkındaki hasbihalini İslm bir devlet kurmak gibi siyasetvri bir tarzda tebdil edivermeleri, o sahte siyaset bezirgnlarının, çocukları dahi kandıramayacakları acemice bir iftira ve bir uydurmalarından ibarettir. Böyle yalanları yapmakla hangi maksatlarının istihsaline çabaladıkları kimsenin meçhulü değildir.
Nazilliye hiç gitmemiş olan, orada bir kimseyi tanımayan, kırk seneden beri Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allaha sığınırım deyip, siyasetle alkasını kesen, yalnız ve yalnız Kurn ve iman hakikatleriyle imanı kurtarmak dvsına ömrünü hasreden, bunun haricinde dünyev şeylerle alkadar olmayan, seksen yedi yaşında, daima yatakta olan, zehirli hastalıkların tesiratıyla ölüm nöbetleri geçirip Kabir kapısındayım diyen ve süknet ve istirahate pek muhtaç olan Said Nurs gibi bir İslm müellifini böyle siyas iftiralarla mevzubahs etmek, çok vecihlerle vicdansızlıktır. Müthiş bir gaddarlıktır. di bir yalancılık derekesine sukuttur.
Herhangi bir din limine, bir bahane ile peygamberlik isnadını yapmak, doğrudan doğruya İslmiyete bir taarruz ve Kurna bir ihanettir.
Üstadımız Said Nurs bütün ömrü müddetince Sünnet-i Seniyeye ittib etmiş ve bir Sünnet-i Seniyeye muhalif hareket etmemek için idam cezalarını hiçe saymış ve Sünnet-i Seniyeyi ihya ve imanı muhafaza uğrunda yüz otuz parça eser telif etmiştir. Hunhar din düşmanlarına karşı hayatını istihkar ederek mücahede etmiş ve nihayet muvaffak ve muzaffer olmuştur.
Evet, ittib-ı sünnet-i Ahmediyeye dir yazdığı bir eseri otuz seneden beri binlerce nüsha neşrolmuştur. Fahr-i Kinat, Resul-i Ekrem (a.s.m.) Efendimizin son ve hak peygamber olduğuna dair muazzam bir eseri olan Mucizt-ı Ahmediye kitabı da meydandadır. Hakikat-ı hal böyle olduğu halde, Said Nursye böyle bir ittihamı yapanların, hak ve hakikatten, insaf ve vicdandan ne kadar uzak oldukları kıyas edilsin. Bu ittihamı yapmak, şeytanların bile hatırından geçmez.
Bu hadisenin bir sebebi şu olmak kavdir ki, Risale-i Nur, aile hayatına büyük bir fide verip hanımların iffet ve namus ve ismetle ve saadetle hayat geçirmelerini temin ettiğinden, kadınlar Risale-i Nura çoklukla rağbet göstermektedirler. Buna bir hüsn-ü misal olarak hanımların neşrolunan birkaç makalesini din düşmanları görmüşler ve bolşeviklik hesabına birtakım uydurma bahanelerle hücuma geçmişlerdir. Fakat asla muvaffak olamayacaklardır. Onların maksatlarının tam aksine olarak Risale-i Nurun neşriyatı erkek ve kadınlar arasında harika bir tarzda inkişaf etmektedir ve edecektir.
Hastalığı münasebetiyle hizmetinde bulunan
Thir, Zübeyir, Ceyln, Bayram, Sungur, Rüştü
Mektup: 138
En mühim bir mahkemede son sözüm olarak Mahkeme-i Kübrya Şekv namıyla yazılan ve Tarihçe-i Hayatta birkaç defa neşrolunan ve mahkemede iken Ankara makamatına, Temyiz Mahkemesine ve mahkeme reislerine gönderilen şekvnın sebebi, o hadisenin acip, garip, küçük bir nümunesi bu defa aynen başıma geldiği için, o Mahkeme-i Kübrya Şekvya bir haşiyecik olarak beyan ediyorum:
İki gün evvel, çok müştak olduğum ve eski zamanda Anadolu medrese-i ilmiyesi hükmünde olan Konyaya üç sebep bahanesiyle,
Biri: İki hakikatli Nur kardeşim fakir halleriyle beraber büyük bir masrafa girip İzmir mahkemesine gitmişler. Dönüşlerinde yanıma uğradılar. Ben de onları kısmen masraftan kurtarmak için, husus otomobilimle Konyaya kadar beraber almak;
İkincisi: On beş sene benim yanımda okumuş ve yirmi seneye yakın müftülük etmiş ve kırk seneden beri birtek defadan başka görmediğim ve bütün kardeşlerim, akrabalarım içinde hayatta bir o kalmış olan kardeşimi ve çocuklarını ziyaret etmek ve onlarla görüşmek.
Üçüncüsü: Eski Saidin ve Yeni Saidin mühim üstadlarından olan ve onun müridleri olan Mevlevlerin her yerde Risale-i Nurla alkadarlıkları cihetiyle çok alkadar olduğum ve İmam-ı Rabbn, İmam-ı Gazl gibi mühim bir üstadım olan Mevln Celleddini ziyaret için gitmiştim.
Hem, Tarihçe-i Hayatta insanlarla görüşemediğime dair neşredilen yazı ki, Ziyaretçilerle görüşemiyorum. Nasıl ki, hediyelerden men etmek için Cenb-ı Hak hastalık verdiği gibi, bu hürmetkrne ziyaret de bir nevi hediye-i mneviye olduğundan, sesim kesilip bir eser-i inyet olarak konuşmaktan men olunduğumdan kardeşimin evine dahi gidemedim ki, konuşmayayım. Hiç olmazsa Konyada iki üç gün kalmak zarur iken mecbur olarak bir saat içinde namazımı kılıp dönmüşüm. Fakat orada bana birden bire öyle bir vaziyet verildi ki, bütün gazetelerde neşrettiler. Kırk senedir bir defadan başka görüşmediğim kardeşimin evine dahi gidip görüşemediğim ve konuşamadığım halde, sanki binler adamlarla görüşmüşüm gibi muamele gördüm.
Gerçi, polislerin, aldıkları emre binaen o vaziyetleri cidden büyük bir sehiv idi. Fakat bu şiddetli hastalıklı halime muvafık geldiği için onlardan sıkılmadım. Bilakis hell ettim. Allah razı olsun dedim, teşekkür ettim. Ben tebdil-i havaya çok muhtaç olduğum için, yazın dağlarda, kışın da kira ettiğim ayrı ayrı menzillerde gezmeye mecbur oluyorum. Bir yerde duramıyorum. Hastalığım şiddetleniyor. Niyet ettim, tekrar ara sıra Konya gibi yerlere gideceğim. Hatt kirasını verdiğim Emirdağında iki menzilim, Eskişehirde bir menzilim varken, o mnsız vaziyet beni o tebdil-i havadan, o menzilleri ziyaret etmekten men edilmeme sebep olduğunu Konyadaki vaziyetten hissetmiştim. Ben katiyen kimseyle görüşemiyorum.
Bunun gibi, detim hilfına bana yapılan çok gayr-ı kanun muameleler var. İşte bu defaki mezkr vaziyeti beyan eden şu ifdtım evvelce yazılan Mahkeme-i Kübrya Şekvya bir zeyil olarak neşredilebilir.
Said Nurs