Mektup: 205
Eklenme: 1/10/2024 12:00:00 AM

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvel: Size hem acip, hem elm, hem ltif bir macera-yı hayatımı, düşmanlarımın hem şen, hem bin ihtimalden bir tek ihtimalle hiçbir şeytan hiçbir kimseyi kandıramadığı bir iftiralarını ve Nura karşı istimal edilecek hiçbir silhları kalmadığını beyan etmeye bir münasebet geldi. Şöyle ki:

Tarih-i hayatımı bilenlere malmdur. Elli beş sene evvel ben, yirmi yaşlarında iken, Bitliste merhum vali Ömer Paşa hanesinde iki sene onun ısrarıyla ve ilme ziyade hürmetiyle kaldım. Onun altı adet kızları vardı; üçü küçük, üçü büyük. Ben, üç büyükleri, iki sene beraber bir hanede kaldığımız halde, birbirinden tefrik edip tanımıyordum. O derece dikkat etmiyordum ki bileyim. Hatt bir lim misafirim yanıma geldi, iki günde onları birbirinden fark etti, tanıdı. Herkes ve ben de bu hale hayret ederdik. Bana sordular: Neden bakmıyorsun?

Derdim: İlmin izzetini muhafaza etmek, beni baktırmıyor.

Hem kırk sene evvel İstanbulda Kğıthane şenliğinin yevm-i mahsusunda, Köprüden t Kğıthaneye kadar Haliçin iki tarafında binler açık saçık Rum ve Ermeni ve İstanbullu karı ve kızlar dizildikleri sırada, ben ve merhum mebus Molla Seyyid Th ve mebus Hacı İlyas ile beraber kayığa bindik, o kadınların yanlarından geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu. Halbuki Molla Th ve Hacı İlyas, beni tecrübeye karar verdikleri ve nöbetle beni tarassut ettiklerini bir saat seyahat sonunda itiraf edip dediler:

Senin bu haline hayret ettik, hiç bakmadın.

Dedim: Lüzumsuz, geçici, günahlı zevklerin kıbeti elemler, teessüfler olmasından, istemiyorum.

Hem bütün tarih-i hayatımda hediyeleri kabul etmek ve minnet altına girip halkın sadaka ve ihsanlarını almaktan çekindiğimi, benimle arkadaşlık edenler bilirler. Nurların ve hizmet-i imaniye ve Kurniyenin şerefini ve selmetini himaye etmek için, dünyanın madd ve içtima ve siyas bütün ezvakını ve merakını terk ettiğimi ve idam gibi ehl-i garazın bütün tehditlerine beş para ehemmiyet vermediğimi, yirmi sene işkenceli esaretimdeki, iki dehşetli hapislerimde ve mahkemelerimde kat göründü.

İşte, yetmiş beş sene devam eden bu düstur-u hayatım varken, Risale-i Nurun fevkalde kıymetini kırmak fikriyle, şeytanların bile hatır ve hayaline gelmeyen bir iftira, resm makamını işgal eden bir adam yaptı. Ve demiş: Gecede tablalarla baklavalar, fhişe ve namussuzlar yanına gidiyorlar. Halbuki benim kapım gecede dışarıdan ve içeriden kilitli, hem sabaha kadar bir bekçi, o bedbahtın emriyle kapımı bekliyordu. Hem buradaki komşular ve bütün dostlar bilirler ki, ben, iş namazından sonra, t sabaha kadar hiç kimseyi yanıma kabul etmemişim.

İşte böyle bir iftiraya bir sefih, ahmak insan, eşek olsa, sonra şeytan olsa, buna ihtimal vermez. O adam anladı, o gibi plnlardan vazgeçti, buradan başka yere cehennem olup gitti. Onun resmiyet cihetiyle beni değil, belki Nurcuları lekedar etmek için kurduğu plnıyla, bu yeni hadiseyi vesile edip şakirtlere leke sürmek istenildi. Fakat hıfz ve himayet ve inayet-i İlhiye, o plnı da harika bir tarzda akm bıraktı.

Bu beyanla ben nefsimi tebrie etmiyorum. Belki Kuds hizmet-i imaniye, o nefsi bütün hevesatından vazgeçirmiş; ve o hizmetteki mnev zevk ona kfi geliyor demek istiyorum ve Nurcuların ihtiyat ve dikkate ihtiyaçlarını beyan ediyorum.

Saniyen: Makine işinde tecrübeli ve muktedir husus ktibi size gönderiyorum. Kendim zahmetle yazdığımdan, bundan sonra kısaca yazacağım, gücenmeyiniz.

Salisen: Eflni taraflarında hatip Mehmede, Tevfike selm ediyorum, rüyası mübarektir.

Rabian: Bu dakikada Kastamonu Hüsrevi Mehmed Feyzinin tebrik ve Nur fütuhatının müjdelerini hvi parlak, güzel mektubunu aldım. Ve o kıymetli kardeşimiz başta olarak Hilmi, Emin, Beşkardeşler, Ulviyeler, Zehralar, Lütfiyeler gibi Nurcu hemşirelerimizin hem leyali-i aşerelerini, hem bayramlarını ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Hem Hulsinin, hem Feyzinin mektuplarını leffen gönderiyoruz.

Mektup: 206

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Evvel: Nurun ehemmiyetli ve çok hayırlı bir şakirdi, çokların namına benden sordu ki: Nurun hlis ve ehemmiyetli bir kısım şakirtleri, pek musırrne olarak, hir zamanda gelen l-i Beytin büyük bir mürşidi seni zannediyorlar ve o kadar çekindiğin halde onlar ısrar ediyorlar. Sen de bu kadar musırrne onların fikirlerini kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Elbette onların elinde bir hakikat ve kat bir hüccet var ve sen de bir hikmet ve hakikate binaen onlara muvafakat etmiyorsun. Bu ise bir tezattır, herhalde hallini istiyoruz.

Ben de bu ztın temsil ettiği çok mesaillere cevaben derim ki:

O has Nurcuların ellerinde bir hakikat var. Fakat iki cihette bir tbir ve tevil lzım.

Birincisi: çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdi-i l-i Resulün temsil ettiği kuds cemaatinin şahs-ı mnevsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlhiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:

Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tunu, beşer içine intişar etmesiyle, herşeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır.

Ehl-i imanı dalletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdinin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez. çünkü hilfet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatı, onunla iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zt, o taifenin uzun tetkikatıyla yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onunla o birinci vazifeyi tam yapmış olacak.

Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mnev ordusu, yalnız ihls ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirtlerdir. Ne kadar da az da olsalar, mnen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.

İkinci vazifesi: Hilfet-i Muhammediye (a.s.m.) unvanıyla şeir-i İslmiyeyi ihya etmektir. lem-i İslmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti madd ve mnev tehlikelerden ve gazab-ı İlhiden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lzımdır.

Üçüncü vazifesi: İnkılbt-ı zamaniye ile çok ahkm-ı Kurniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) kanunları bir derece ttile uğramasıyla, o zt, bütün ehl-i imanın mnev yardımlarıyla ve ittihad-ı İslmın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa l-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmyı yapmaya çalışır.

Şimdi hakikat-i hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan imanı kurtarmak ve imanı, tahkik bir surette umuma ders vermek, hatt avamın da imanını tahkik yapmak vazifesi ise, mnen ve hakikaten hidayet edici, irşad edici mnsının tam sarahatini ifade ettiği için, Nur şakirtleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nurda gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecedir diye, Risale-i Nurun şahs-ı mnevsini haklı olarak bir nevi Mehdi telkki ediyorlar. O şahs-ı mnevnin de bir mümessili, Nur şakirtlerinin tesanüdünden gelen bir şahs-ı mnevsi ve o şahs-ı mnevde bir nevi mümessili olan biçare tercümanını zannettiklerinden, bazan o ismi ona da veriyorlar. Gerçi bu, bir iltibas ve bir sehivdir, fakat onlar onda mesul değiller. çünkü ziyade hüsn-ü zan, eskiden beri cereyan ediyor ve itiraz edilmez. Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsn-ü zanlarını bir nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin keml-i itikatlarının bir tereşşuhu gördüğümden, onlara çok ilişmezdim. Hatt eski evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nuru aynı o hir zamanın hidayet edicisi olduğu diye keşifleri, bu tahkikat ile tevili anlaşılır. Demek iki noktada bir iltibas var; tevil lzımdır.

Birincisi: hirdeki iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller; fakat hilfet-i Muhammediye (a.s.m.) ve ittihad-ı İslm ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı İslmiyeyi sürmek cihetinde herkeste, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkrında, o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor. Ve bu isim bir adama verildiği vakit, bu iki vazife hatıra geliyor; siyaset mnsını ihsas eder, belki de bir hodfuruşluk mnsını hatıra getirir; belki bir şan, şeref ve makamperestlik ve şöhretperestlik arzularını gösterir. Ve eskiden beri ve şimdi de çok safdil ve makamperest zatlar, Mehdi olacağım diye dv ederler. Gerçi her asırda hidayet edici, bir nevi Mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş. Fakat herbiri, üç vazifelerden birisini bir cihette yapması itibarıyla, hir zamanın Büyük Mehdi unvanını almamışlar.

Hem mahkemede Denizli ehl-i vukufu, bazı şakirtlerin bu itikatlarına göre, bana karşı demişler ki: Eğer Mehdilik dv etse, bütün şakirtleri kabul edecekler.

Ben de onlara demiştim: Ben, kendimi seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki hir zamanın o büyük şahsı, l-i Beytten olacaktır.

Gerçi mnen ben Hazret-i Alinin (r.a.) bir veled-i mnevsi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve l-i Muhammed Aleyhisselm bir mnda hakik Nur şakirtlerine şmil olmasından, ben de l-i Beytten sayılabilirim. Fakat bu zaman şahs-ı mnev zamanı olmasından ve Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik ve şahsiyet ve şahs makamları arzu etmek ve şan şeref kazanmak olmaz; ve sırr-ı ihlsa tam muhalif olmasından, Cenb-ı Hakka hadsiz şükür ediyorum ki, beni kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahs ve haddimden hadsiz derece fazla makamata gözümü dikmem. Ve Nurdaki ihlsı bozmamak için, uhrev makamat dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur biliyorum dedim, o ehl-i vukuf sustu.