Risale-i Nurun yolu, mesleği, bu zamandaki hayat şartlarına, insanların ahval-i ruhiyelerine göre en selmetli, en kısa ve umum bir cadde-i Kurndır. Serapa ilim ve tefekkür üzerine gitmektedir. İçtima hayatta çeşitli hizmetler gören fertlerin istifadesi büyüktür. Risale-i Nuru okuyan ve ondan ders alarak tefekkür-ü imaniyeyi kazananlar, dünyev vazife ve mesleklerini hiret hayatına ve ebed saadete vesile yaparak büyük bahtiyarlığa erişecektir. İslm dinindeki bu büyük hakikati derk eden münevverler, elbette, hak dininin hizmetini büyük bir saadetle deruhte edecekler, hakikati arayan, fakat bulamayan insanlığa da neşre çalışacaklar. Evet, talebe, profesör, mebus, kim olursa olsun, mesuliyet dairesi olanlar, muhitini tenvir ile mükelleftir. Bir vilyet, hatt bir memleketin, saadet ve selmeti, tenvir ve irşadıyla mükellef olanlar, elbette çok daha ziyade müteyakkız davranmak mecburiyetindedirler. Said Nurs, Risale-i Nurla bu millete en büyük hizmeti, iyiliği yapmıştır. Mukabilinde, şahsı için bir teşekkür dahi istemiyor. Gerçi şahsına tevcih edilen yüksek medih ve tavsifatı hvi mektuplar var. Bunları, okuyucuların Nurlardan istifadelerine bir almet olduğu cihetle, Risale-i Nur hesabına kabul etmiş. Hakikatte Said Nursnin bu milletten, gençlikten istediği, iman ile, dünyev ve uhrev saadeti kazanmalarıdır. Bunun için, Kurnın bu zamana ait dersi olan Risale-i Nuru esas tutup her yerde, her dairede neşrini, iman hakikatlerinin öğrenilmesini istemektedir. Kendisi defalarca bu millet ve memleket aleyhindeki cereyanlara karşı yegne çarenin Risale-i Nur olduğunu ihtar etmekte ve müjdelemektedir.
Üstadın rıza-yı İlhye matuf hizmet, hareket ve faaliyetlerini başka maksat ve gayelere yorumlamak isteyenler, ancak basiretsizliklerini iln ediyorlar.
İnsanın yüksek mahiyet ve ruhunun istediği hakik saadet, ancak Kurnın gösterdiği yolda ve rıza-yı İlhinin parıldadığı ufuktadır. Bediüzzaman, Risale-i Nurla insanlığa bu yolu ve bu ufku göstermekte, sırat-ı müstakm ashabının nurlu kafilesine iltihak etmenin insan için elzem olduğunu duyurmakta ve ispat etmektedir.
İşte biz, cizne hazırladığımız bu eserle, bu hakikate bir nebze hizmet etmek istedik. İstikbalin münevver bahtiyarlarına bir mehaz olarak bu eseri neşrediyoruz. Daha derin ve geniş bir tarihçe hazırlanması dileğimizdir.
BİRİNCİ KISIM İLK HAYATI
Bediüzzaman Said Nurs, (Rm 1293)1 tarihinde Bitlis vilyetine bağlı Hizan kazasının İsparit nahiyesinin Nurs köyünde doğmuştur. Babasının adı Mirza, anasının adı Nuriyedir. Dokuz yaşına kadar peder ve validesinin yanında kaldı. O esnada bir hlet-i ruhiye, tahsilde bulunan büyük biraderi Molla Abdullahın ilimden ne derece feyizyb olduğunu tetkike sevk etti. Molla Abdullahın gittikçe tekmül ederek köydeki okumamış arkadaşlarından okumakla tezahür eden meziyetini düşünüp hayran kaldı. Bunun üzerine cidd bir şevk ile tahsili gözüne aldı ve bu niyetle nahiyeleri İsparit ocağı dahilinde bulunan Tağ köyünde Molla Mehmed Emin Efendinin medresesine gitti. Fakat fazla duramadı. Hlet-i fıtriyeleri icabı, daima izzetini HAŞİYE-1 koruması ve hatt mirne söylenen küçük bir söze dahi tahammül edememesi, medreseden ayrılmasına sebep oldu. Tekrar Nursa döndü.
Nursta ayrıca bir medrese olmadığından dersini büyük biraderinin haftada bir defa sılaya geldiği günlere hasrederdi. Bir müddet sonra Pirmis karyesine, sonra Hizan Şeyhinin yaylasına gitti. Burada da tahakküme tahammülsüzlüğü, dört talebe ile geçinmemesine sebep oldu. Bu dört talebe birleşip kendisini daima tciz ettiklerinden, birgün Şeyh Seyyid Nur Muhammed Hazretlerinin huzuruna çıkıp, izhar-ı acz ile, arkadaşlarını şikyet etmeyerek şöyle dedi:
Şeyh efendi, bunlara söyleyiniz, benimle dövüştükleri vakit dördü birden olmasınlar, ikişer ikişer gelsinler.
Seyyid Nur Muhammed, küçük Saidin bu mertliğinden hoşlanarak,
Sen benim talebemsin, kimse sana ilişemez buyurdu.
Bu hadiseden sonra Şeyh talebesi diye yd edildi. Burada bir müddet kaldıktan sonra, biraderi Molla Abdullah ile beraber Nurşin köyüne geldiler. Yaz olması dolayısıyla, ahali ve talebelerle birlikte Şeyhan Yaylsına gittiler. Orada, biraderi Molla Abdullah ile birgün dövüşmüş. Tğ Medresesi Müderrisi Mehmed Emin Efendi, küçük Saide,
Niçin kardeşinin emrinden çıkıyorsun? diye işe karışmış.
Bulundukları medrese, meşhur Şeyh Abdurrahman Hazretlerinin olması dolayısıyla, hocasına şu yolda cevap verir:
Efendim, şu tekyede bulunmak hasebiyle, siz de benim gibi talebesiniz. Şu halde burada hocalık hakkınız yoktur diyerek, gündüz vakti bile herkesin güçlükle geçebileceği cesm bir ormandan geceleyin geçerek Nurşine gelir.
Şark Anadoluda medrese teşkiltındaki hususiyetlerden birisi şudur ki: İcazet almış bir lim, istediği köyde hasbeten lillh bir medrese açar. Medrese talebelerinin ihtiyacı, iktidarı olursa medrese sahibi tarafından, iktidarı yoksa halk tarafından temin edilir; hoca meccanen ders verir, talebelerin iaşe ve levazımatını da halk deruhte ederdi. Bunların içinde yalnız Molla Said, hiçbir suretle zekt almıyordu. Zekt ve başkasının eser-i minneti olan bir parayı katiyen kabul etmiyordu.
Devam edecek