Risale-i Nur eczaları, bütün mühim hakaik-i imaniye ve Kurniyeyi, hatt en muannide karşı dahi parlak bir surette ispatı, çok kuvvetli bir işaret-i gaybiye ve bir inyet-i İlhiyedir. çünkü hakaik-i imaniye ve Kurniye içinde öyleleri var ki, en büyük bir dhi telkki edilen İbni Sina, fehminde aczini itiraf etmiş, Akıl buna yol bulamaz demiş. Onuncu Söz risalesi, o ztın dehsıyla yetişemediği hakaiki, avmlara da, çocuklara da bildiriyor.
Hem mesel, sırr-ı kader ve cüz-i ihtiyarnin halli için, koca Sad-ı Taftazan gibi bir allme, kırk elli sahifede, meşhur Mukaddemt-ı İsn Aşer namıyla Telvih nam kitabında ancak hallettiği ve ancak havassa bildirdiği aynı mesili, kadere dair olan Yirmi Altıncı Sözde, İkinci Mebhasın iki sahifesinde tamamıyla, hem herkese bildirecek bir tarzda beyanı, eser-i inyet olmazsa nedir?
Hem bütün ukulü hayrette bırakan ve hiçbir felsefenin eliyle keşfedilemeyen ve sırr-ı hilkat-i lem ve tılsım-ı kinat denilen ve Kurn-ı Azmüşşnın iczıyla keşfedilen o tılsım-ı müşkülküş ve o muamm-yı hayretnüm, Yirmi Dördüncü Mektup ve Yirmi Dokuzuncu Sözün hirindeki remizli nüktede ve Otuzuncu Sözün, tahavvült-ı zerrtın altı adet hikmetinde keşfedilmiştir. Kinattaki faaliyet-i hayretnümnın tılsımını ve hilkat-i kinatın ve kıbetinin muammsını ve tahavvült-ı zerrattaki harektın sırr-ı hikmetini keşif ve beyan etmişlerdir; meydandadır, bakılabilir.
Hem sırr-ı ehadiyet ile şeriksiz vahdet-i rububiyeti, hem nihayetsiz kurbiyet-i İlhiye ile nihayetsiz budiyetimiz olan hayret-engiz hakikatleri, keml-i vuzuhile On Altıncı Söz ve Otuz İkinci Söz beyan ettikleri gibi, kudret-i İlhiyeye nisbeten zerrat ve seyyarat müsavi olduğunu ve haşr-i zamda umum zruhun ihysı, bir nefsin ihysı kadar o kudrete kolay olduğunu ve şirkin hilkat-i kinatta müdahalesi imtin derecesinde akıldan uzak olduğunu keml-i vuzuh ile gösteren Yirminci Mektuptaki O her şeye kdirdir kelimesi beyanında ve üç temsili hvi onun zeyli, şu azm sırr-ı vahdeti keşfetmiştir.
Hem hakaik-i imaniye ve Kurniyede öyle bir genişlik var ki, en büyük zek-yı beşer ihata edemediği halde, benim gibi zihni müşevveş, vaziyeti perişan, müracaat edilecek kitap yokken, sıkıntılı ve süratle yazan bir adamda, o hakaikin ekseriyet-i mutlakası dekaikiyle zuhuru, doğrudan doğruya Kurn-ı Hakmin icz-ı mnevsinin eseri ve inyet-i Rabbniyenin bir cilvesi ve kuvvetli bir işaret-i gaybiyedir.
DÖRDÜNCÜ İŞARET
Elli altmış risaleler öyle bir tarzda ihsan edilmiş ki, değil benim gibi az düşünen ve zuhurata tebaiyet eden ve tetkike vakit bulamayan bir insanın, belki büyük zeklardan mürekkep bir ehl-i tetkikin say ve gayretiyle yapılmayan bir tarzda telifleri, doğrudan doğruya bir eser-i inyet olduklarını gösteriyor. çünkü bütün bu risalelerde bütün derin hakaik, temsilt vasıtasıyla, en mi ve ümm olanlara kadar ders veriliyor. Halbuki o hakaikin çoğunu, büyük limler Tefhim edilmez deyip, değil avma, belki havassa da bildiremiyorlar.
İşte, en uzak hakikatleri en yakın bir tarzda, en mi bir adama ders verecek derecede, benim gibi Türkçesi az, sözleri muğlk, çoğu anlaşılmaz ve Zhir hakikatleri dahi müşkülleştiriyor diye eskiden beri iştihar bulmuş ve eski eserleri o s-i iştiharı tasdik etmiş bir şahsın elinde bu harika teshilt ve suhulet-i beyan, elbette, bilşüphe, bir eser-i inyettir ve onun hüneri olamaz ve Kurn-ı Kermin icz-ı mnevsinin bir cilvesidir ve temsilt-ı Kurniyenin bir temessülüdür ve iniksıdır.
BEŞİNCİ İŞARET
Risaleler umumiyetle pek çok intişar ettiği halde, en büyük limden tut, t en mi adama kadar ve ehl-i kalb büyük bir velden tut, t en muannid dinsiz bir feylesofa kadar olan tabakat-ı ns ve taifeler o risaleleri gördükleri ve okudukları ve bir kısmı tokatlarını yedikleri halde tenkit edilmemesi ve her taife derecesine göre istifade etmesi, doğrudan doğruya bir eser-i inyet-i Rabbniye ve bir keramet-i Kurniye olduğu gibi, çok tetkikat ve taharriytın neticesiyle ancak husul bulan o çeşit risaleler, fevkalde bir süratle, hem idrakimi ve fikrimi müşevveş eden sıkıntılı inkıbaz vakitlerinde yazılması dahi, bir eser-i inyet ve bir ikram-ı Rabbndir.
Evet, ekser kardeşlerim ve yanımdaki umum arkadaşlarım ve müstensihler biliyorlar ki, On Dokuzuncu Mektubun beş parçası, birkaç gün zarfında, hergün iki üç saatte ve mecmuu on iki saatte, hiçbir kitaba müracaat edilmeden yazılması, hatt en mühim bir parça ve o parçada lfz-ı Resul-i Ekrem aleyhissaltü vesselm kelimesinde zhir bir htem-i nübüvveti gösteren dördüncü cüz, üç dört saatte, dağda, yağmur altında, ezber yazılmış. Ve Otuzuncu Söz gibi mühim ve dakik bir risale, altı saat içinde bir bağda yazılmış. Ve Yirmi Sekizinci Söz, Süleymanın bahçesinde bir, nihayet iki saat içinde yazılması gibi, ekser risaleler böyle olması; ve eskiden beri sıkıntılı ve münkabız olduğum zaman en zhir hakikatleri dahi beyan edemediğimi, belki bilemediğimi yakın dostlarım biliyorlar. Hususan o sıkıntıya hastalık da ilve edilse, daha ziyade beni dersten, teliften men etmekle beraber, en mühim Sözler ve risaleler, en sıkıntılı ve hastalıklı zamanımda, en süratli bir tarzda yazılması, doğrudan doğruya bir inyet-i İlhiye ve bir ikram-ı Rabbn ve bir keramet-i Kurniye olmazsa nedir?
Hem hangi kitap olursa olsun, böyle hakaik-i İlhiyeden ve imaniyeden bahsetmişse, alküllihal bir kısım mesili, bir kısım insanlara zarar verir. Ve zarar verdikleri için, her mesele herkese neşredilmemiş. Halbuki şu risaleler ise, şimdiye kadar hiç kimsedeçoklardan sorduğum haldes-i tesir ve aksülmel ve tahdiş-i ezhan gibi bir zarar vermedikleri, doğrudan doğruya bir işaret-i gaybiye ve bir inyet-i Rabbniye olduğu bizce muhakkaktır.
Devam edecek