Suriye'de 2014 sonunda toprakların üçte ikisini işgal ederek zirve noktasına ulaşan DEAŞ, 2015'ten bu yana hızla elindekileri kaybediyor.
DEAŞ, Ayn el-Arab (Kobani) kuşatmasının ardından ABD ve uluslararası koalisyonun desteği alan PKK/PYD'ye karşı Halep'in doğusunda ve Rakka kuzeyinde giriştiği çatışmaları kaybederek bu bölgeleri boşaltmıştı.
Böylece 2016 eşiğinde Halep kuzeyinden Rakka güneyine uzanan bir eğride sıkışmıştı.
Rusya ve rejim karşısında da Halep ve Humus'ta büyük alanlar kaybeden örgüt Deyrizor bölgesine çekilmiş, Rakka'da kent merkezinde ABD destekli terör örgütü PKK/PYD tarafından kuşatılmıştı.
DEAŞ'ın Suriye'de kendisini var eden yabancı savaşçı merkezli politikasının tıkanması ve insan kaynağı sorunu yaşaması askeri olarak kaybettiği alanları geri kazanma girişimlerinin sonuçsuz kalmasına neden oldu.
Rakka kuzeyinden başlayan ABD ve uluslararası koalisyonun PKK/PYD işbirliği ile saldırılarına karşı, 2016 yılında öldürülen, örgütün sözcüsü Adnani yaklaşık 2 yıl önce çöllere çekiliriz açıklaması yapmıştı.
Örgütün bu kayıpları, öngördüğü ve devlet iddiasını kendilerinin de tam olarak somutlaştıramadığının ilk göstergesi idi.
- Humus çölünde kuşatma ihtimali
Bugün ise öldürülen Ebu Muhammed Adnani'nin dediği gibi DEAŞ, Suriye'nin doğusunda hızla geri çekiliyor. Deyrizor'un Irak sınırına bakan kuzeydoğu kırsalında sıkışan örgüt, aynı şekilde Haseke'de de El Hul'un güneyinden Deyrizor'da kendi alanlarına ve Irak'ın batısındaki Enbar'a ve Enbar çölüne açılan sınır boyu hattını elinde tutuyor.
Bu bölgelere ek olarak örgüt Humus'un doğusundaki Palmira'dan geçen aylar içinde çekilerek yine Humus çölünde varlığını korumaya çalışıyor. Ancak Deyrizor'da Fırat vadisi üzerinde Esed rejimi ve İran destekli terörist grupların Rus hava desteği ile kuzeyden Mayadin ve Irak sınırına yakın Elbu Kemal'i ele geçirerek daralttığı alan, DEAŞ’ın Humus çölünde kuşatmaya alınacağına dair işaretleri güçlendiriyor.
- Hücreler, eylemler ve yıldırım harekatları
Elbette örgütün burada kuşatmada kalmaktansa çekilmeyi seçmesi de muhtemel. Çünkü cephede kaybettiği bölgelerde örgütlediği hücreler ile yıldırım askeri harekatlar geliştirebilen bir örgütten söz ediyoruz. Yakın zamanda Karyeteyn örneğindeki gibi gizli hücrelerini hızlıca askeri bir operasyona devşirebilen örgütün, cephe savaşında kaybettiği toprakları başka bir eylem biçimine motivasyon olarak kullanabildiğini anlıyoruz.
Tüm bu büyük alanların dışında, Suriye'de DEAŞ’ın kontrolü altındaki iki alan dikkati çekiyor. Şam'ın güneyinde daha önce Filistinli mültecilerin yoğun olarak yaşadığı Yermük ile Dera ilinin batısında İsrail işgalindeki Golan sınırında bulunan Cevlan, Advan, Tasil gibi yerleşimler.
Örgütün ana hattından oldukça uzakta ve kuşatmada olmalarına rağmen uzun süredir varlığını sürdüren militanların Yermük'teki var olma stratejisi, hava gücüne sahip ve lojistiği güçlü olan Esed rejimi ile dönemsel anlaşmalar yaparak muhaliflere saldırmak. Dera'da ise batısında İsrail ordusu bulunan örgütün temel stratejisi, Neva ve Cisr es-Aşri üzerinden Dera'ya uzanan karayoluna ulaşmaktı. Suriyeli muhalifler ile bu amaçla savaşan örgütün askeri olarak lojistiği nasıl sağladığı ise halen cevaplanmamış bir soru.
Örgütün görünür kontrol alanları azalırken cephe arkasına sarkan ve uyuyan hücreleri ile Suriye içinde rejim ve muhalif alanlarda eylemlere girişmesi ise büyük bir ihtimal.
Geçen ay içinde Hama kuzeydoğu kırsalında Esed rejimi kontrolündeki alandan Hama doğusu ve Halep güneyine denk düşen muhalif alanlara geçerek saldırı başlatan DEAŞ'ın bu hamlesi de örgütün hayatta kalmak için her türlü işbirliğine açık olduğunu gösteriyor.
- DEAŞ'lılar imha ediliyor mu ?
DEAŞ ile Mücadele Uluslararası Koalisyonu toplantılarında özellikle son dönemde bilhassa ABD ve Avrupa ülkeleri, örgüt kadrolarını bulundukları yerde imha stratejisine vurgu yapıyor.
Batı ve Rusya, bilhassa Suriye'yi, "radikal unsurları içine kısıldıkları kapanda imha edecekleri bir uluslararası havuz" şeklinde görüyor.
Nitekim, Batı ve Rusya, yıllarca söz konusu unsurların kendi topraklarından ayrılarak Suriye ve Irak'a akışına müsade etti.
Şimdiyse geri dönüşlerine izin verilmeden yerlerinde imha edilmelerini istiyorlar.
Diğer yandan binlerce yabancı savaşçısı olduğu iddia edilen örgütün ele geçirilen bölgelerinden dünyaya duyurulan "yabancı DEAŞ militanları" ile "yoğun çatışma" haberlerine rağmen hiçbir tutuklama veya ölüm bilgisinin paylaşılmaması dikkatlerden kaçıyor.
Bu durum, özellikle ABD ve Rusya tarafından dillendirilen binlerce yabancı savaşçının şu anda ne olduğuna dair durumu açıklayamıyor.
DEAŞ’ın askeri manadaki esnekliği ile hayatta kalma refleksleri geçmişteki anlaşma ve uzlaşma girişimleri düşünüldüğünde örgütün yeni bir stratejiye geçebilecek potansiyele sahip olduğuna işaret ediyor.
AA'nın 15 Ekim'de duyurduğu ve BBC'nin dün bazı tanıklıklarla haberleştirdiği Rakka'da DEAŞ-PKK/PYD tahliye anlaşması bu çerçevede değerlendirilmeli.
- En muhtemel senaryo
Örgüt açısından ele alınacak en muhtemel senaryo, Arapça konuşan Körfez ve Mağrib kökenli yabancılarının, Suriyeli kimliğine bürünerek mukim haldeki cephe gerisi hücrelere dönüşmesi veya mülteci kimliği ile başka ülkelere geçmeleri. Arapça konuşmayan yabancı savaşçılar için ise durum oldukça farklı.
Rakka kuşatması sırasında karşılaştığımız tablo, örgütün yabancı savaşçı senaryosunu bu bakımdan resmediyordu. Arap kökenli ve yerli unsurlarını Rakka’dan anlaşma ile çeken örgüt, geride komutan ve emir pozisyonu dışında Arap olmayan unsurlarını bırakıyordu.
Bu tercih, IŞİD’in yeni dönemdeki hedefinin muhtemel bir Arap ülkesi olduğuna dair görüşleri destekliyor.
Yine de başta ABD ve Rusya, kontrol edildiğini iddia ettikleri ve haklarında onlarca veri yayınladıkları yabancı savaşçıların DEAŞ bölgelerinden boşaltılmasına yerel ortakları olan terör örgütleri ve terör rejimleri ile izin veriyor.
Bu minvalde örgütün tercihinin, ilerde yeni bir coğrafyada kullanılmak üzere göz yumulmuş bir manivelaya dönüşüp dönüşmeyeceğini bekleyip göreceğiz.
Örgütün kendi içerisindeki (Araplar/Arapça konuşanlar, elit savaşanlar/savaşamayanlar) ayrıştırıcı tutumunu, ABD ve Rusya’nın göz yumduğu anlaşmalı tahliyelerle birleştirdiğimizde, muhtemel senaryoların Suriye ve Irak’ın güneyindeki Arap ülkelerini risk grubuna aldığını söylemek mümkün.
Hala iç ve sınır güvenliğini tamamlayamamış Suriye ve Irak’ta ne kadar DEAŞ üyesinin Arap kimliği üzerinden cephe gerisindeki alanlarda hareket ettiği, ne kadarının mülteci statüsü kullanarak geçişken sınırları aştığı bilinmiyor.
Mevcut parametrelerin analizi, iki Arap ülkesi, Ürdün ile Suudi Arabistan'ı risk grubunun ilk sırasına taşıyor.
- DEAŞ yeniliyor mu, değişiyor mu?
DEAŞ, Suriye'de eline geçirdiği Haseke'nin güneyi ile Deyrizor, Rakka, Humus'un doğu kesimleri ve Halep doğusunda oluşturduğu hattı bugün büyük ölçüde kaybetmiş durumda.
Örgütün Musul ve Ramadi'den Halep'e uzanan alanları bir anda ele geçirmesi ve demografik, etnik ve siyasi dönüşümlere neden olan 3 yılda kaybetmesi, bölgeyi yeni birçok sorun ile karşı karşıya bıraktı.
Ne var ki bu sorunların en hafife alınanı, üzerinde en az konuşulanı binlerce yabancı savaşçısı olduğu iddia edilen DEAŞ’ın bu kadrolarının nerede olduğu.
Art arda Rakka, Deyrizor, Mayadin ve Bukemal gibi büyük merkezleri kaybeden örgütün bu merkezleri yabancı savaşçı deposu olarak kullandığı iddiaları, ya çoğu çöllük kırsalda sıkışan DEAŞ konusunda pek çok parametrenin gözden geçirilmesine neden olacak ya da DEAŞ’ın cephe gerisinde çok farklı bir savaş stratejisini giyindiğini bize gösterecek.
Çeşitli dillerde ve kökenlerde savaşçılara sahip olan örgütün toprak kaybını bir yenilgi olarak değerlendirmesi, örgüt sosyolojisi açısından kabul edilemez bir durum.
Diğer yandan örgütün kendi içine ve sempatizan kitlesine seslenen yayın araçlarında dil ve söylem sürekliliğinin korunduğu dikkate alınmalı.
Malum gözlemler ve çıkarımlar ile kökenlerinde El Kaide benzeri yeni tip bir örgüt ile Irak BAAS’ı gibi bir istihbarat birleşiminin yattığı DEAŞ’ın, askeri manada cephe savaşında yenilse bile, varlığını devam ettirmek amacıyla askeri stratejisinde değişime gitmiş olması muhtemel.
Kaynak: Diyarbakır Söz