Filistin Devleti 15 Kasım 1988 yılında Yasir Arafat öncülüğündeki Filistin Ulusal Konseyi tarafından Birinci İntifada'nın gölgesinde Cezayir’de, diasporada ilan edildi. Bu ilanın sadece Filistinlileri değil, aynı zamanda İsraillileri de ilgilendiren boyutu ise Filistin liderliğinin, Britanya Manda dönemi Filistin topraklarının tamamında değil, başkenti Doğu Kudüs olan Batı Şeria ve Gazze topraklarını kapsayan bir devlet ilanı olması ve ilgili Birleşmiş Milletler (BM) kararlarını, dolayısıyla İsrail’in yaşam hakkını tanımasıydı. Filistin Ulusal Konseyi, 1964 yılında kurulan Filistin Kurtuluş Örgütünün (FKÖ) yasama koluydu. Örgüt, 1974 yılında Arap Birliği tarafından Filistin halkının yegane meşru temsilcisi olarak kabul edildi ve aynı yıl içerisinde BM tarafından da tanınarak gözlemci statüsü edindi.
DEVLETLER ARASI SAVAŞLAR SONRASI KURULUŞA GİDEN YOL
1967 6 Gün Savaşı ve 1973 Yom Kippur Savaşı, Arap-İsrail çatışması tarihinin son devletler arası savaşlarıydı. 6 Gün Savaşı’nda Britanya Manda dönemi Filistin topraklarının tamamının İsrail tarafından ele geçirilmesi, Yom Kippur Savaşı sonrasında Mısır’ın İsrail ile diplomatik ilişki kurma sürecine girmesi gibi etkenler Filistin meselesinin hem diplomatik mücadeleye evrilmesini hem de Filistinli aktörlere devredilmesini hızlandırdı. Başlangıçta Arap devletleri himayesinde kurulan FKÖ de 1967 yenilgisi sonrasında müstakil Filistin hareketini önceleyen yeni bir liderlik ekseninde yeniden örgütlendi. Başlangıçta Ürdün üzerinden İsrail hedeflerine saldırılar gerçekleştiren Filistinli gerilla grupları, 1968 yılındaki Kerame Muharebesi’nde İsrail’e kayıplar verdirdi ve aynı zamanda gerilla hareketinin Filistin mücadelesi içerisindeki prestijini artırdı. Bu grupların elde ettiği bu meşruiyet ve Ürdün toprakları içerisinde silahlı olarak varlıklarını sürdürmesi Ürdün rejimi tarafından bir tehdit olarak algılandı ve Ürdün ordusu ile Filistinli gerillaları karşı karşıya getiren 1970-1971 Ürdün İç Savaşı (Kara Eylül) meydana geldi. Bunun sonucunda Ürdün’ü terk etmek zorunda kalan FKÖ, 1971’de Lübnan’a giderek askeri eylemlerini burada sürdürmeye başladı. Dahili gelişmelerin iç savaşa sürüklediği ve otorite boşluğunun yaşandığı Lübnan, FKÖ açısından bir sığınak haline geldi. Hareket 1980’li yıllara kadar Lübnan’da kalmışsa da 1982 yılında İsrail’in Lübnan’ı işgaliyle bu ülkeden ayrılarak Tunus’a gitmek zorunda kaldı. Silahlı mücadeleden devşirilen meşruiyet kaynağından mahrum kalan FKÖ, 1987’de başlayan İntifada ertesinde 1988’de Cezayir’de bağımsız Filistin Devleti’ni ilan etti. Ancak 1967 sınırlarını esas alan bu devlete, İntifada sürecinde ortaya çıkan İslami bir direniş örgütü olan Hamas karşı çıktı.
FKÖ'NÜN FİLİSTİN'E DÖNÜŞÜ
Yasir Arafat liderliğindeki FKÖ’nün Filistin’e dönüşü ise 1990’lı yıllarda başlayan "barış süreci" ile gerçekleşti. 1991 yılındaki Madrid görüşmelerinden sonra başlayan müzakereler 1993 yılındaki "İlkeler Bildirgesi" ya da Oslo Anlaşması ile yeni bir evreye girdi ve FKÖ ile İsrail birbirlerini tanıdı. Anlaşmaya göre 5 senelik bir geçiş süreci ve nihai görüşmeler öngörüldü. Bu süreç, FKÖ’nün sınırları belirsiz bir İsrail’in yaşama hakkını tanımasına, bunun karşılığında ise Filistinlilerin yoğun yaşadıkları yerlerde bir Filistin idaresinin kurulmasına olanak sağladı. Gazze’nin bir bölümü ve Eriha’da ve Batı Şeria’daki Filistin yoğun kentlerde İsrail’in kontrolü yeni kurulan Filistin Yönetimi’ne bırakması kararlaştırıldı. Batı Şeria’yı A, B, C bölgeleri olarak bölen süreç de bu döneme denk gelir. Bu çerçevede Batı Şeria’nın teritoryel anlamda en büyük bölgesini oluşturan C bölgesi hem idari hem de askeri açıdan İsrail yönetimine bırakıldı. Kudüs’ün statüsü ise bu görüşmelerde ele alınmadı ve nihai çözüm görüşmelerine bırakıldı. Batı Şeria’daki Filistin şehirleri arasındaki teritoryel kopukluk ve bunun gündelik ekonomik ve sosyal hayata olumsuz etkisi bugün derinleşerek devam ediyor. Gittikçe sayıları artan yerleşimci nüfus ile de demografik bir dönüşüm yaşanıyor.
EL-FETİH İLE HAMAS'IN AYRIŞMASI
Oslo sürecinin yarattığı hayal kırıklığına bir tepki olarak ortaya çıkan ve Ariel Şaron’un Harem-i Şerif ziyaretiyle patlak vererek 2005 Şarm El Şeyh zirvesine kadar süren İkinci İntifada, sadece İsrail işgalinin devamına değil, aynı zamanda Filistin Yönetimi’nin yarattığı hayal kırıklığına da bir tepkiydi. 2004 yılında Yasir Arafat’ın vefat etmesi ise Filistin hareketi açısından bir dönüm noktasıydı. 2006 yılında gerçekleştirilen ulusal seçimleri Hamas'ın kazanması, İsrail’in ve Hamas’ı meşru görmeyen aktörlerin seçimlere tepki göstermesine ve boykot uygulamalarına sebep oldu. Sonrasında FKÖ içerisindeki en etkin grup olan El-Fetih ile Hamas’ın giriştiği mücadele 2007 yılında Gazze’de Hamas’ın kontrolü ele geçirmesi ile sonuçlandı ve teritoryel olarak Gazze ve Batı Şeria yönetimleri birbirinden fiilen koptu. Bu kopukluğun mevcut siyasi ayrışmayı derinleştirmesi neticesinde, ulusal birlikten yoksun bir Filistin liderliği durumu ortaya çıktı. Sonraki yıllarda Hamas ve El-Fetih’in ulusal birlik yolunda adım atmaya dönük prensip kararlarına rağmen bu gerçekleştirilmedi ve bu iki hareket Filistin mücadelesinin liderliği konusunda ayrı hareket etmeyi sürdürdü.
Gazze’deki Yahudi yerleşimlerinin 2005 yılında kaldırılması Gazze Şeridi’ni topraksal bütünlük anlamında Batı Şeria’dan farklılaştırıyor. İsrail ile kurulan ilişkiler bakımından da El-Fetih ve Hamas’ın ya da Gazzeli Filistinliler ile Batı Şerialı Filistinlerin deneyimleri farklılık gösteriyor. Özellikle Filistinliler anlamında bu farklılaşma işgalin tarihsel olarak yarattığı yoksunluklar ya da ortak ulusal gayeler ve dayanışma noktasında değil, gündelik pratikler anlamındadır. Örneğin Yahudi yerleşimler ve yerleşimciler Batı Şeria’daki Filistinlilerin kentler arası kopukluk ve yerleşimci şiddeti gibi sorunlara maruz kalmasına neden olurken Gazze’de yerleşimler değil, abluka ve izole edilmenin yarattığı sorunlar gündelik hayatı etkiliyor.
Örgütsel düzeyde ise İsrail ve pek çok Batı ülkesi tarafından Hamas'ın meşruiyeti kabul edilmezken Ramallah merkezli Filistin Yönetimi, varlık sebebine de uygun biçimde Batı Şeria’nın bir bölümünde Filistinlilerin kendi kendini yönetecekleri bir entite olarak daha meşru bir çizgide görülüyor. Bu durum aynı zamanda İsrail’in güvenlik kaygıları açısından da farklılık yaratıyor. 7 Ekim saldırılarına kadar Gazze, hava harekatı ve füze savunma sistemleriyle kontrol altında tutulabilecek askeri bir hedef olarak görülüyordu. Batı Şeria ise Yahudi yerleşimlerinin genişletilmesi yoluyla gelecekteki İsrail Devleti’nin sınırlarının belirleneceği "doğal" bir yayılma alanı olarak görülüyordu. Dolayısıyla hakim siyasal liderliğin hem kurumsal hem ideolojik anlamda farklılığı, İsrail ile kurulan ilişkilerin abluka ya da teritoryel yayılma şeklinde tezahür eden farklı doğası ve İsrail ile olan askeri ilişkilerindeki farklılık, Gazze ve Batı Şeria’nın zaman zaman iki ayrı birim olarak görülmesine yol açıyor. Ancak bu algı örgütlerin söylemleri düzeyinde ya da halk düzeyinde görülmüyor. Gazze’de yaşananlara Batı Şeria’da verilen tepkiler ya da Batı Şeria’da yaşanan olaylara Gazze’deki Filistinlilerin tepkileri bunu gösteriyor. Hatta İsrail yurttaşı Filistin vatandaşlarının da bu kolektif bilincin tamamen dışında olmadıkları Mayıs 2021 olaylarının İsrail’in Arap-Yahudi kentlerine sıçraması sürecinde ortaya çıkmıştı. Dolayısıyla Filistin hareketinin birbiriyle rekabet eden aktörler öncülüğünde fiili olarak Gazze ve Batı Şeria olarak ikiye ayrılmasına ve bu ayrımın gittikçe yerleşmesine rağmen işgal karşıtı köklü bir siyasal bilincin varlığı çoklu Filistin tahayyüllerine meydan okuyor.
[Dr. Ferit Belder, Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Kaynak: Diyarbakır Söz