Orta Doğu ülkelerinde başlayan ve kamuoyunda 'Arap Baharı' olarak adlandırılan süreçte Türkiye’nin sınır komşusu olan Suriye’de 2011 yılının Mart ayında gösteriler başladı. Diğer ülkelerde olduğu gibi sokaklara çıkan Suriyeliler, daha fazla demokrasi ve özgürlük talebinde bulundu. Suriye’nin Deraa kentinde 15 Mart 2011 günü, rejim güçleri sivillerin bu isteğine ateşle karşılık verdi. Sivillerin yaşamını yitirmesiyle başlayan olaylar, kısa sürede tüm ülke geneline yayıldı.
SÜREKLİ SALDIRI ALTINDA İDLİB
Rejimin demokrasi ve özgürlük talebiyle sokağa çıkanları üzerlerine ateş açarak önlemeye çalışmasına yönelik tepkilere, siviller de ordudan ayrılarak yanlarında yer alan askerlerin de desteğini alarak silahlanma ile karşılık verdi. Kısa sürede silahlanan ve bu oluşuma 'Özgür Suriye Ordusu' ismini veren yapı, birçok noktada rejimle çatışmaya başladı. Rejim karşıtlarının ortak noktası olan ve mevcut Suriye bayrağına üçüncü yıldızı ekleyerek yeni bayraklarını da belirleyen ÖSO güçleri, süreç içerisinde ülkenin her köşesinde organize bir yapıya bürünerek verdiği mücadele ile birçok yerleşim alanında kontrolü sağlamayı başardı. Ancak zaman içerisinde ÖSO içerisindeki fikir ayrılıkları ile yaşanan parçalanma, DEAŞ ve PKK/PYD gibi terör örgütlerinin Suriye'deki aktörler arasında aktif rol almasıyla rejim karşıtlarının birbirleriyle savaşmasına zemin hazırladı. Ülkenin birçok noktasında muhalif grupların, rejim yerine kendi aralarında çatışmaya başlaması, Beşar Esad yönetiminin de daha rahat hareket etmesine olanak sağladı. Esad'a bağlı rejim güçleri, başta Rusya olmak üzere aldığı dış destekler ile ülke içinde muhaliflerin elindeki bölgeleri bir bir geri almaya başladı.
REJİM KARŞITLARI İDLİB’E SÜRGÜN EDİLDİ
Rejim, bazı bölgelerde kimyasal silahlar kullanarak ya da su ve gıda gibi ihtiyaçlara ulaşılmasını engelleyip, sivillerin yaşamlarını tehdit ederek Özgür Suriye Ordusu bünyesinde yer alan muhalif grupları silah bırakmaya zorladı.
Birçok noktada muhalifler, sivillerin zarar görmemesi için bölgeleri gönüllü veya zorunlu olarak rejime bırakmayı kabul etti. Rejim güçleri de bu bölgelerdeki siviller ile silahlarını bırakan muhaliflerin İdlib’e tahliyesine onay verdi. Böylece, son birkaç yıllık süreçte ülkenin farklı bölgelerinden tahliye edilen yüz binlerce kişi, zorunlu olarak Türkiye sınırında Heyeti Tahriri Şam kontrolündeki İdlib’e yerleşti. Tahliyeler ile nüfusu 4 milyonu bulan İdlib, her kentten gelen rejim karşıtlarından dolayı ‘Küçük Suriye’ olarak anılmaya başlandı.
SON KALE İDLİB
Esad rejimine bağlı birlikler, geçen yıl Temmuz ayında iç savaşın fitilinin ateşlendiği kent olan Deraa’da kontrolü sağladı. Muhaliflerin kaybettiği Deraa’da da rejim karşıtı binlerce kişi, farklı bölgelerde olduğu gibi İdlib’in yolunu tuttu. Deraa’nın da kaybedilmesiyle muhaliflerin elinde kalan son kent merkezi olma özelliğini taşıyan İdlib ise yeni süreçte Esad rejiminin hedefine girdi. İdlib, geçen yıl Ağustos ayından itibaren rejimin karadan ve havadan bombardımanı ile gündeme geldi.
TÜRKİYE’NİN ÇABASI İLE OLASI KATLİAM ÖNLENDİ
Ağustos ayından itibaren Suriye rejim birlikleri, Rus savaş uçaklarının da desteğiyle İdlib’in güneyi ile Hama’nın kuzeyinde kalan kırsal bölgeleri karadan ve havadan yoğun bombardıman altına aldı. Saldırılarda yüzlerce kişi ölürken, binlerce kişi evlerini terk ederek İdlib kent merkezi ile Türkiye sınırına yöneldi. Askeri bir operasyonun binlerce sivilin ölümü ile katliama dönüşebileceği endişesi üzerine bölgede 12 üssü bulunan ve 'Gerginliği Azaltma Kontrol Gücü' görevi de yürüten Türkiye harekete geçti. Türkiye’nin diplomatik çabasıyla Türkiye, Rusya ve İran arasındaki üçlü zirveler ile önemli aşamalar kaydedildi. Soçi’de geçen yıl Eylül ayında yapılan zirvede varılan mutabakat ile rejim ile silahlı muhalifler arasında 15 kilometrelik çatışmasızlık bölgesi oluşturulması kararlaştırıldı. Varılan mutabakatın ardından hava saldırıları son bulurken, karadan saldırılar azaldı ve göç eden binlerce kişi yeniden evlerine döndü.
SALDIRILAR YENİDEN BAŞLADI
Ancak, 9 Şubat’tan itibaren rejim birlikleri, Rusya’nın desteği ile İdlib kırsalındaki bölgeler ile kent merkezini yeniden hedef almaya başladı. Havadan ve karadan ateş altına alınan İdlib kırsalındaki birçok köy, kasaba ve ilçede yaşayanlar zorunlu olarak göç etti. Bu bölgelere karadan ve havadan saldırılar, göçün ardından da sürdü. İdlib’in özellikle Cisr Şugur, Maaret Annuman, Han Şeyhun ilçeleri ile bu ilçelere bağlı kasaba ve köyler, bombardımanlarla harabeye döndü. Nadiren insanların gözüktüğü mahalle ve sokaklarda geriye enkaz yığınları kaldı.
TEK UMUT TÜRKİYE
Bu bölgelerden göç edenlerin büyük bölümü Türkiye sınırındaki kamplar veya yakınlarındaki zeytinlik alanlarda kendi kurdukları çadırlarda yaşamaya başladı. Saldırıların son bularak evlerine dönme hayali kuran Suriyeli sivillerin bu konuda en büyük umudu ise Türkiye. Türkiye’nin devreye girmesini isteyen siviller, rejimin varılan tüm mutabakatları Rusya ile birlikte ihlal ettiğini ifade ediyor. Rejimin geçmişte uyguladığı baskıcı anlayışın, günümüzde bombardımana dönüştüğünü ve hayatlarının risk altında olduğunu vurgulayan siviller, seslerini Türkiye dışında duyan hiçbir ülkenin olmadığını söyledi. Siviller, doğdukları topraklarda, evlerinde yaşamlarını sürdürmek istediklerini kaydetti, bunun için tüm dünyayı, Esad zulmüne son vermeye davet etti.
Kaynak: Diyarbakır Söz