Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye Yüzyılında Ailemiz, İstikbalimiz” temasıyla Cumhurbaşkanlığı’nda düzenlenen 8. Aile Şurası’na katıldı. Erdoğan, burada yaptığı konuşmada; şunları söyledi:
“Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutladığımız bir döneme tekabül eden 8. Aile Şurası’nın, hem kapsamlı bir muhasebe imkânı sunacağı hem de geleceğe dair hedeflerin belirlenmesine katkı sağlayacağı açıktır.
İnancımızda ve kültürümüzde aile, mukaddes bir müessesedir. İnsanı doğumundan ölümüne kadar her alanda kuşatan, hayatın iniş çıkışları karşısında koruyan aile, çok büyük bir nimet, eşsiz bir hazinedir…. Aile, insanı insan yapan en önemli hasletlerdendir. Devletin vazifelerinin başında aile kurumu ve neslin muhafazası gelir. İnancımızın bize vazettiği bu husus, Anayasamızda da yer almıştır… Aile toplumun temelidir ve temeli sağlam olmayan toplumlar ayakta kalamaz. Güçlü bir millet, güçlü bir aileden oluşur….
Aileyi devletin taşıyıcı sütunu ve kilit taşı olarak görüyoruz. Nesilden nesile aktarılan milli kültür ve değerlerimizin vasatı, aynı şekilde aile kurumudur. Dil, ailede öğrenilir. Ahlak, kuşatılır. İnanç, ailede yerleşir. Milli şuur, ailede kazanılır. Merhamet, şefkat, hürmet, sevgi ailede edinilir. Karakter burada şekillenir. Kimlik, ailede inşa edilir.
Çocukları çağın marazlarından koruyan kalkan yine ailedir. Okuldan önce ilk ve en önemli eğitim kurumu ailedir. Beşeri, sosyal ve devlet hayatımızda yeri doldurulmaz olan aileye sahip çıkmak, insana, topluma, devlete ve milletin istikbaline sahip çıkmak demektir. Aileye gerekli önemi vermeyen toplum, ekonomik açıdan ne kadar müreffeh olursa olsun; geleceğine güvenle bakamaz.
İşte, batının çıkması şu anda burada. Güçlü bir toplum olmanın yolu sadece maddi imkanlardan değil; her şeyden önce güçlü bir aile yapısına sahip olmaktan geçer. Aile meselesine bakarken; anne, baba ve çocuklardan oluşan bir yapıdan ziyade çok daha geniş bir perspektiften yaklaşmalıyız. Meseleyi basitleştirmek ve sıradanlaştırmak yerine; aile kurumunun toplum hayatımızdaki yerini doğru ve isabetli bir şekilde tayip etmeliyiz.
“CUMHUR İTTİFAKI’NDA LGBT DİYE BİR ANLAYIŞ YOKTUR”
Müslüman Türk milletinin alameti farikası olan güçlü aile yapımızı zayıflatacak her türlü girişim karşısında teyakkuz halinde olmalıyız. Gerek devlet, gerekçe şahsi olarak meseleye yaklaşımımız bu yöndedir. Onun için tüm seçim kampanyasında da ifade ettiğim gibi; Cumhur İttifakı’nda LGBT diye bir anlayış yoktur. Varsın LGBT, illet ittifakının malzemesi olsun; tepe tepe kullansınlar. Ama bizde bu yok. Niye, çünkü bizde; aile kutsal bir yapı. Bu kutlu yapıyı biz lekeleyemeyiz. Buna da müsaade edemeyiz.
Modern dünyada, şehirleşmenin artması ile birlikte aile bağları zayıflarken; aile kurumunun önemi esasen daha da artmıştır. Geniş aileden, çekirdek aileye; oradan da daha bireysel yaşama geçiş günümüz insanını ailenin sunduğu imkanlardan mahrum bırakmıştır. Modern birey; daha yalnız, daha korunaksız, çok daha zayıftır…
“NÜFUSUMUZUN 85 MİLYON OLMASI YETERLİ DEĞİL”
Ekran ve sosyal medya bağımlılığı başta olmak üzere insan daha fazla içine kapanmış, toplumdan daha fazla kopmuştur. Bunun olumsuz etkilerini çok geniş bir alanda görüyoruz. Evlenme yaşı, kendi toplumumuz dahil sürekli yükseliyor. Boşanma oranları her geçen yıl daha da artıyor. Ortalama çocuk sayısı ise günden güne düşüyor. Yani boşuna en az üç çocuk demiyoruz. Çünkü bu toplumun özellikle ihtiyacı var. Bizim şu anda Türkiye olarak nüfusumuzun 85 milyon olması yeterli değil. Çok daha fazla bir nüfusa ihtiyacımız var.
Avrupa ülkeleri başta olmak üzere dünyamız giderek yaşlanıyor. Aile gibi güvenli bir sığınağa sahip olmayan toplumlarda intihar oranları, bağımlılık, uyuşturucu kullanımı ve diğer sorunlar almış başını gidiyor. Öte yandan aile kurumuna, toplum hayatına ve bireyin ruh sağlığına yönelik tehditler sadece bunlarla da sınırlı değil.
Son dönemde aileyi hedef alan en büyük tehdit, küresel güç odaklarının teşvik ettiği cinsiyetsizleştirme politikalarıdır. Uluslararası kimi şirketlerin, örgütlerin, markaların ve kurumların da destek verdiği sapkın akımların hedefinde bizatihi aile kurumu vardır. Meselenin daha vahim tarafı, bunun kişisel bir yaşam tercihinden ziyade, küresel bir dayatma haline dönüşmesidir. En küçük eleştirilerin dahi susturulduğu, itiraz edenlere adeta hayat hakkı tanınmadığı, insan fıtratını ve ailevi değerlerin savunmanın imkânsız hale geldiği, tepki gösterenlerin ekonomik, siyasi ve diplomatik olarak baskılandığı… Bir avuç azgın azınlığın milyarlarca insanı esir almaya çalıştığı küresel bir zorbalıkla karşı karşıyayız.
“TÜRKİYE VE TÜRK MİLLETİ KÜRESEL CİNSİYETSİZLEŞTİRME DAYATMALARINA KESİNLİKLE BOYUN EĞMEYECEKTİR”
Sadece kadın erkek arasındaki ilişkileri değil çocuklarımızı da hedef alan saldırılar karşısında aileyi, dolayısıyla insanı korumak bizim görevimizdir. Buradan bir kez daha ilan etmek isterim ki, Türkiye ve Türk milleti küresel cinsiyetsizleştirme dayatmalarına kesinlikle boyun eğmeyecektir. Evlatlarımızı bu sapkınların eline bırakmayacağız. Aile yapımızın dinamitlenmesine izin vermeyeceğiz.
Bu noktada çok mühim bir rol oynayacak, seçim vaadimizde olan Aile ve Gençlik Bankası’nın kuruluşunu inşallah yakında gerçekleştiriyoruz. Meclis’imizin onayını aldıktan sonra projeyi ilk etapta deprem bölgesinde hayata geçireceğiz. Böylece felaketi yaşamış gençlerimizin yuva kurmalarına yardımcı olacağız. Daha sonra Karadeniz doğalgazı ve Gabar petrolünden sağlayacağımız finansmanla projelerimizin kapsamını peyder pey genişleteceğiz. Devreye alacağımız diğer desteklerle; hem aile yapımızı yoksulluk ve sapkınlık tehdidinden koruyacak hem de gençlerimize sahip çıkacağız.
Küresel vicdanın harekete geçmesi gereken bir diğer alan hepimizin yüreğini parçalayan Gazze’dir. 7 Ekim’den beri İsrail yönetimi, yaşadığı şoku bahane ederek, Filistinli kardeşlerimize yönelik, acımasız bir katliam gerçekleştiriyor. Bütün toplumlara özellikle sesleniyorum: Camiler, kiliseler, okullar, pazar yerleri, hatta hastaneler İsrail güçleri tarafından bombalanmaktadır. Bugüne kadar İsrail’in Gazze ve Ramallah’a yönelik saldırıları neticesinde çoğu çocuk ve kadın, 6 binin üzerinde kardeşimiz şehit oldu. Yine kahir ekseriyeti çocuk ve kadın olan 17 bin kişi yaralandı. Etrafı tamamen kuşatılmış 360 kilometrekarelik dar bir alanda yaşama tutunma mücadelesi veren 2,3 milyon insanın tepesine 12 bin tondan fazla bomba yağdırıldı. Amerika orada, Avrupa orada; bütün imkanları ile orada. Tek tek gelip ziyarette bulunuyorlar. Gazze’deki konutların neredeyse yarısı ya zarar gördü ya da kullanılamaz hale geldi. BM rakamlarına göre, 600 bin Gazzeli yerlerinden edildi. BM ekipleri her an, onlar da orayı terk etmeyi planlıyorlar. Tüm savaşlarda olduğu gibi burada da en büyük mağduriyeti, kadınlar ve masum çocuklar yaşıyor.
“GAZZE’YE YÖNELİK SALDIRILAR KENDİNİ SAVUNMA SINIRINI ÇOKTAN AŞMIŞ, AÇIK BİR ZULME, MEZALİME, KATLİAMA VE BARBARLIĞA DÖNÜŞMÜŞTÜR”
Ne kadar sarsıcı olursa olsun, hiçbir eylem böyle bir vahşeti meşru kılmaz. Gazze’ye yönelik saldırılar kendini savunma sınırını çoktan aşmış, açık bir zulme, mezalime, katliama ve barbarlığa dönüşmüştür. İşin üzücü yanı, medeni geçinen gayrı medenilerin bu vahşeti sadece seyretmesidir. AB Komisyonu dün çıkmış, henüz ateşkes çağrısı yapamayız diyor. Daha ne kadar insan ölmesi lazım ne kadar çocuk ölmesi lazım? Sizin hesabınız ne? Neye göre yapıyorsunuz bunu? Bunu bir açıklayın, bilelim. Eğer siz siyaset yapıyorsanız, biz de yapıyoruz, 40 yıldır siyasetin içindeyim. Ama hiçbir zaman sizin gibi, bu tür vahşetlere seyirci kalmadık. Ve kalamayız. Ağız birliği etmişçesine, tüm batılı yönetimler; İsrail yönetimini aklı selime davet etmek yerine saldırılara koşulsuz destek veriyor. Lafa gelince insan hak ve hürriyetleri konusunda ahkam kesenler Gazzeli mazlumların hayat hakkını tam 19 gündür yok sayıyor. Ne oldu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi? Siz bu beyannameye hiç bakmıyor musunuz? Yok. İşlerine gelirse bakarlar. İşlerine gelmezse bakmazlar. Niye? Akan kan, Müslüman kanı da onun için.
Yardım gemisi göndermek yerine; uçak gemisi, savaş gemisi göndererek hangi lobilere hizmet ettiklerini açıkça ortaya koydular, koyuyorlar. Sizi daha iyi tanıdık. Daha da iyi tanıyacağız. Bunun adı iki yüzlülüktür, riyakarlıktır, ateşe benzin dökmektir. Buradan soruyorum, Avrupa Birliği Komisyonu’nun ateşkes çağrısı yapabilmesi için sayıyı versinler, daha kaç çocuk ölmelidir. BMGK’nın harekete geçmesi için daha kaç ton bombanın Gazze’ye düşmesi gerekir. Uluslararası basın organlarının gerçekler yazması, anlatması için daha kaç tane meslektaşları bombaların hedefi olmalıdır? Bölgemizi yangın yerine çeviren bu krizi sonlandırmak için daha ne kadar beklenmelidir?
“VAHŞETİN ORTAKLARIDIR”
Her masumun vebali, bombaları atanlar kadar ikircikli tavırları ile buna fırsat verenlerin de boynunadır. Savaş suçlarını aklamak için tüm ilkeleri çiğneyen medya organlarından katliamları ısrarla görmezden gelen uluslararası kuruluşlara kadar herkes Gazze’de ve Filistin topraklarında yaşanan vahşetin ortaklarıdır.
Biz bunu kabul etmedik. Etmiyoruz ve etmeyeceğiz. Burada bizim prensibimiz bellidir. Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır. Tek başımıza kalsak da hakkı ve hakikati haykırmaktan çekinmeyeceğiz. Acı da olsa, muhataplarımız için rahatsız edici de olsa, birilerinin konforları bozsa da doğru bildiklerimizi ifade edeceğiz.
“UNUTMAYIN… AÇIN TARİH KİTAPLARINIZA BAKIN”
500 sene önce… İsrail, sana sesleniyorum… 500 sene önce engizisyondan kaçan Musevilere alicenaplık gösterdiğimiz gibi… Unutmayın. Açın tarih kitaplarınıza bakın. Bunu biz yaptık… Tıpkı, 2. Dünya Savaşı’nda soykırıma uğrayan Yahudi bilim adamlarına sahip çıktığımız gibi, tıpkı Rusya-Ukrayna Savaşı’nda yurtlarından göç etmek zorunda kalan Ukraynalı çocuklara, sivillere sahip çıktığımız gibi; tıpkı Suriye’den Irak’a; zulme uğrayan masumları bağrımıza bastığımız gibi, tıpkı daha önce Kafkaslardan ve Balkanlardan hicret ederek Anadolu’ya gelen kardeşlerimize kucak açtığımız gibi, bugün de Gazze krizinde bizim yegane pusulamız; vicdandır, merhamettir, insanı insan yapan kadim değerlerin ihyasıdır.
Bizim için Gazzeli, Suriyeli, Filistinli çocuklarla; İsrailli çocuklar arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü çocuk tüm kimliklerden, tanımlardan öte çocuktur. Çocuklar öldürülürken sessim kalmanın utancını kimse bize yaşatamaz. Gözlerimizin önünde bir mezalime imza atılırken kimse sükût etmemizi bekleyemez.
“SESİNİ ÇIKARMAYANLAR İSRAİL’E BORÇLU OLANLARDIR”
Şu batının sesini çıkarmayanları var ya, bunlar İsrail’e borçlu olanlardır, borçlu. Ama Türkiye’nin İsrail’e borcu yok. Onun için haklıyız, onun için güçlüyüz. Bundan sonra da aynı şekilde hakkı haykırmaya devam edeceğiz.”
Kaynak: Diyarbakır Söz