Evlilik programlarının efsane ismi Esra Erol, oynadığı makarna reklam filminden 3 milyon lira aldığı iddialarına daha fazla dayanamayıp açıklık getirdi.
Evlilik programlarının sunucusu Esra Erol, oğluyla birlikte oynadığı bir makarna firmasının reklam filminde 45 saniye boy gösterip 3 milyon lira aldığı yönündeki iddialara daha fazla dayanamayıp sonunda iddialara açıklık getirdi.
Evlilik programlarının efsanesi Esra Erol’un açıklamaları şu şekilde…
"O rakamlar hayal ürünü. Yönetmen Fırat Parlak rica etti, biz de anı olsun diye oğlumla oynadık" dedi.
Esra Erol Kimdir?
Esra Erol, 12 mayıs 1982 tarihinde İstanbul Eyüp’de doğdu. 5 kız çocuğun ortancasıdır. Aslen Sinop Ayancık'lı bir ailenin çocuğudur. Adı Seyfi ve polis olan babasının tayin olduğu Kütahya’da İlk, orta ve lise öğrenimini tamamladı. Kız lisesi Çini Seramik mezunudur. Açık Öğretim Fakültesiden mezun oldu. Maltepe Üniversitesi’nin diksiyon-spikerlik kurslarına katıldı. Sonra Marmara Üniversitesi Radyo-Televizyon bölümünde eğitim aldı.
Kanal D’de “Turkuaz” adlı bir proğram sundu. Ardından Technology Channel’da Siemens Mobile Kuşak Sunuculığu yaptı.
Esra Erol, evlilik programı sunmaya Flash TV’de “Desti Izdivaç”adlı proğramla başladı. Oradan Star TV’ye geçip “Esra Erol'la İzdivaç” adlı programı ile bir ekran yıldızı haline geldi. Sonra kanalla yollarını ayırıp ATV’ye transfer oldu “Esra Erol`la Evlen benimle” proğramı sunmaktadır.
2 Temmuz 2010 tarihinde Kürt İdris lakaplı mafya babasının oğlu Ali Özbir ile sunucusu olduğu programında, canlı yayında evlendi. 23 Temmuz 2011 tarihinde İdris Ali Özbir adında erkek çocuğu oldu. 21 Kasım 2015 tarihinde Ömer adında bir oğlu daha oldu.
Esra Erol, 2004 yılında Kanal 7’de yayınlanan Kalp Gözü adlı dizide, Cennet Mahallesi adlı TV dizisinde, 2005’te Başkan adlı TV filminde, aynı yıl Tuzak adlı TV dizisinde, 2009 yılında Okan Bayülgen’in oynadığı Kanal-İ-zasyon adlı sinema filminde konuk oyuncu ve 2010 yılında da Kamerayla İzdivaç adlı filmde roller üstlendi.
Esra Erol, uzun süreden beri ATV’de yayınlanmakta olan “Esra Erol`la Evlen benimle” adlı evlilik programıyla birçok kişinin mutluluğuna aracılık etmektedir. Son dönemde, popülaritesinin artması nedeniyle de sosyal sorumluluk projelerinde de yer alan Esra Erol, kadınlara şiddete karşı kaleme aldığı kitabıyla da, şiddete uğrayan kadınların sesi olmaya onlara destek vermeye çalışmaktadır.
Esra Erol, 2013 yılı yayın sezonu için temmuz 2013'de Atv'den Fox TV'ye transfer oldu.
Filmleri
2004 - Kalp Gözü (TV Dizisi) (Kanal 7)
2004 -Cennet Mahallesi (Hayat Kadını) (TV Dizisi) (Show TV)
2005 - Başkan (TV Filmi)
2005 - Tuzak (Banu) (TV Dizisi)
2009 - Kanal-İ-Zasyon (Konuk Oyuncu) (Film)
2010 - Kamerayla İzdivaç (Film)
2012 - Alemin Kıralı (Yılbaşı Özel, 56 Bölüm) (TV Dizisi)
Okan Bayülgen Kimdir?
Okan Bayülgen, 1964 İstanbul doğumlu televizyon programcısı, sinema ve tiyatro oyuncusu; ayrıca tiyatro yönetmeni, dublaj sanatçısı ve fotoğrafçı.
Okan Kaan Bayülgen, 23 Mart 1964'te Cihangir'de dünyaya geldi. Bayülgen henüz 6 yaşındayken, öz babası, Albay Hamid Bey'in oğlu, hukuk ve gazetecilik eğitimi almış Ümit Bayülgen ile annesi ressam Ayla Hanım boşandılar. Bayülgen'in büyükbabası avukat Hamdi Üge bir dönem, Atatürk'ün Kuran-ı Kerim'i Türkçe'ye tercüme ettirdiği Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın ailesinden, Rahime Hanım ile evliydi (büyükbabası toplamda beş evlilik yaptı).
1970 yılında annesi ve babası, ayrıldıklarını anlamaması için Bayülgen'i, yatılı olan İstanbul Göztepe'deki Taş Mektep'e yazdırdı. Babası Ümit Bey daha sonra, Okan'a şehir hatları vapurunda tanıştırdığı, avukat Doğudan Bayülgen ile ikinci evliliğini yaptı ve çiftin daha sonra Ozan ve Okşan adında iki çocukları oldu. Ayrıldıktan sonra Bodrum'a yerleşen ve burada resim yapmaya devam eden annesi Ayla Hanım ise bir süre sonra İsmet Görgün'le evlendi.
1970'te, Okan Bayülgen altı yaşındayken annesi ve babasının ayrılmasından sonra dedesi ve anneannesi ile yaşamaya başlayan Bayülgen, Göztepe'deki Taş Mektep'ten ayrılarak Şişli 19 Mayıs İlkokulu'na geçti ve buradan mezun oldu. Galatasaray Lisesi'nde öğrenimine devam etti ve okuldaki öğrenci kulüplerinden müzik, edebiyat, folklor gibi kollarda etkin oldu. Bir sene iftiharla geçtiğini, ertesi sene sınıfta kaldığını söyleyen Bayülgen, okuldaki son dönemlerinde Rasih Nuri İleri'nin bir akrabasına aşık olup da okula gitmeme durumu sorun olmaya başladığında, annesi Ayla Hanım onu yanına Bodrum'a çağırdı ve Galatasaray Lisesi'ndeki 6 yılından sonra Bodrum Lisesi'ne devam etti ve ardından da Şişli Lisesi'nden mezun olarak 1984'te lise eğitimini tamamladı.
Bu yıllarda psikiyatrik sorunlar yaşayan Okan Bayülgen, Türkiye'nin en ünlü psikiyatrlarından Metin Özek'e gider.
Bunun ardından 1984 yılında Okan Bayülgen, fotoğraf eğitimi almak için Fransa'ya gitti. Tours Üniversitesi Hukuk ve Ekonomik Bilimler Fakültesi'nde hukuk okumaya başladı. Ardından fikir değiştirerek aynı üniversitenin ekonomi bölümüne geçti. Fransa'da tanıştığı antikacı bir kadınla antika mezatlarına katıldı, üniversitedeki fotoğraf ve tiyatro kulüplerinde çalıştı. Orada bir yıl okuduktan sonra ekonomi eğitimini de yarıda bırakarak Türkiye'ye döndü ve Mimar Sinan Üniversitesi Konservatuar Bölümü sınavlarında başarı göstererek buradaki eğitimine başladı. 1989 yılında mezun oldu ve aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Fakültesi'nde mastır yaptı.
Devlet Tiyatroları'ndaki en genç yönetmen olarak 1989-1994 yılları arasında çeşitli oyunlar yönetti. Bazı oyunlarda da oynayan Okan Bayülgen, 1991'de Kent FM'de Son Saatler adlı bir programla radyoculuğa başladı. Bu sıralarda Genç Indiana Jones dizisinin Türkiye'de çekilen bölümünde rol aldı. 1993 yılı sonunda Trabzon Devlet Tiyatrosu'na tayini çıktı. Rejisi kendisine verilen bir oyun yönetim tarafından kaldırılınca 1994 yılında Devlet Tiyatrosu'ndan istifa ederek şansını radyo ve televizyon alanında kullanmaya karar verdi. Radyolarda haber spikerliği ve programcılık yapmaya başladı. Televizyona geçtikten sonra da radyoda işler yapmaya devam etti. 1995'te Radyo Contact'ta çalışmaya başladı. 1997'de Kiss FM'de Okan Bayülgen On Air programını sundu. Özellikle 1998 ve 1999 yılında drive time'da yayınlanan Radyo D'deki Hayat Bilgisi programı ile dikkatleri çekti. En son 2001 yılında Radio Contact'ta, yine akşamın sıkışık trafik saatlerindeki Yol programı ile karşımıza çıktı.
Okan Bayülgen televizyon hayatına Satel TV'de klipler sunarak başladı ve ATV ekranlarında gece yarısında yayına başlayan Gece Kuşu adlı programı ile tanındı. Gece Kuşu'nun ardından late night show tarzını 100 gece boyunca Televizyon Çocuğu ile devam ettirdi. 2 yıl kadar ekranlardan uzak kalan Bayülgen, bu aradan sonra Kanal D'de yayınlanan Zaga ile geri döndü. Sürekli değişen ekipler, skeçler, jenerikler, dekor, orkestra ve farklı program anlayışı, canlı telefon bağlantıları, içinde barındırdığı beklenmedik tuhaflıkları ve Medya Arkası ile kısa bir dönemin haricinde Cumartesi geceleri yayınlanan Zaga, Türk televizyon hayatındaki uzun soluklu, yeni bir anlayışın ürünü ve özgün bir program olarak kendine çekirdek bir izleyici kitlesi oluşturdu. Okan Bayülgen, Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz ve Beyazıt Öztürk’le birlikte döneminin yükselen dört şovmeninden biri oldu.
2004'de Herkes Bunu Konuşuyor ile karşımıza çıkan Bayülgen, eğlenceli olan ama eğlence programı olmayan bu denemesinde; akademi, bilim, müzik, popüler kültür, medya dünyasından ve çeşitli sanat dallarından çok yönlü konuklarla birlikte,kalite, eğlence ve izlenebilirliğin bir arada sunulduğu alternatif bir yayıncılık örneği sundu. 2005 yayın döneminde Televizyon Makinası ile izleyiciyle buluştuğunda, her zaman kendisi kadar ekibini de ön plana çıkaran Bayülgen bu sefer Hakkı Devrim ile beraberdi.
Okan Bayülgen, magazin ve basın üzerine takındığı eleştirel tavrıyla televizyon dünyasında gerçek devrimler yapmış, birçok tabu yıkmış, taklit etmeden yeni ve özgün çalışmalar yapmış bir isimdir. Zaman içinde programcılık anlayışında ve tarzında belirgin değişimler göstermekle beraber, bir şekilde kendi çizgisini yaratıp koruyabilen Bayülgen bir röportajında "Kendinizi nasıl tanımlarsınız?" sorusuna şu cevabı vermişti:
" Salak, aptal... Herkes kendine o sözleri kullanır zaten. Mesela kendi kendine uyanıp, ne yakışıklıyım diyen adamın herhalde kafadan bir problemi vardır. Genelde kendi kendimize kullandığımız sözler, ne salakmışım, ne aptalmışım, keşke öyle yapmasaydım. Kendi kendime kullandığım kelimeler salak ve aptaldır..."
Sinema oyunculuğuna, Mustafa Altıoklar'ın yönetmenliğini yaptığı 1996 yapımı İstanbul Kanatlarımın Altında filmi ile başlayan Okan Bayülgen, canlandırdığı Salih karakteriyle Sadri Alışık En İyi Erkek Oyuncu Ödülü aldığı 1997 yapımı Ağır Roman, 1999 yapımı Romantik, 2000 yapımı Oyun Bozan, 2001 yapımı Hemşo ve Komiser Şekspir, 2002 yapımı Sır Çocukları ve Gülüm adlı sinema filmlerinde; ayrıca Utanmaz Adam ve Size Baba Diyebilir Miyim? adlı TV dizilerinde rol aldı.
Okan Bayülgen etkileyici ses tonu, etkin vurgulamaları ve düzgün Türkçe'siyle aranan seslendirme sanatçılarından biri oldu ve bugüne kadar çeşitli yabancı animasyonlar ve filmlerin (Shrek serisi, Garfield, ...) Türkçe dublajında bulundu. Uzun dönemdir reklam ve kampanya filmi seslendirmeleri yapan Bayülgen, National Geographic dergisi tarafından En İyi Sualtı Kitabı seçilen ve çeşitli ödüller alan Alptekin Baloğlu'nun çektiği fotoğrafların da yer aldığı Sualtından Yansımalar DVD'sinin Türkçe seslendirmesini de yaptı.
Bir kaç sene önce kendisine doğum gününde hediye edilen bir Leica M6 ile başladığını söylediği fotoğraf merakını, bugüne dek çeşitli firmalar için katalog ve moda çekimleri yaparak profesyonelleştirdi. Bayülgen'in, 2006 Mayıs ayında Dolmabahçe Sarayı Sanat Galerisi'nde, Zekai Demir ile beraber yaptıkları Madagaskar gezisinden fotoğrafların yer aldığı Baobab Yolu isimli sergisi açıldı ve bu analog çekimlerden oluşan fotoğrafların bulunduğu bir kitabı da yayımlandı.
İlk evliliğini çok genç yaşta ve ilk eşiyle tanışmalarından sadece 13 gün sonra bir Fransız kadınla yapan Bayülgen, kısa süren bu ilişkisinden sonra iki kez daha nikah masasına oturdu. Sonra reklamcı Gaye Hanım ile evlendi. Ama bu evlilik de boşanmayla sonuçlandı. Okan Bayülgen üçüncü evliliğini ise 1997 yılında oyuncu Zeyno Günenç ile yaptı ancak çift 16 ay evli kaldıktan sonra 1998 yılında boşandı. Dördüncü evliliğini 1 ocak 2009 tarihinde Şirin Ediger ile yaptı. Çift, Roma'daki Türk Büyükelçiliği'nde sade bir nikah ile evlendi. Bu evliliğinden “İstanbul” (d.2009) adında bir kızı vardır. 2014 yılında Şirin Ediger`den boşandı.
Okan Bayülgen, yıllardır Galata’daki tarihi Doğan Apartmanı’nda oturmaktadır.
2013 Mart ayında TV 8 ile yollarını ayıran Okan Bayülgen'in yeni adresi Beyaz TV oldu. Okan Bayülgen ayrıca 2013 yılında Sadettin Saran'ın sahibi olduğu104.2 frekansında yayın yapan Radyo Trafik İstanbul'da kitap okumaları dinleyiciyle buluşacak. Radyo Trafik Ankara’da 100.7 frekansından dinlenebilecek.
2013 senesinde Hakan Bayülgen ile kurduğu "Bayulgen & Bayulgen Danışmanlık Şirketi" ile marka ve imaj danışmanlığı yapmaktadır.
Anton Çehov Kimdir?
Rus tiyatro yazarı ve modern kısa öykülerin kurucularındandır. Çehov, ince ayrıntılara dayanan kısa hikâye türünün en büyük yazarlarından biri kabul edilir. Oyunlarında ihtilâl öncesi umutsuz bir atmosfer içinde yaşayan soyluların ve aydınların iç dünyasını başarıyla anlattı. Bugün de en çok oynanan ve yorumlanan oyun yazarlarından biri olma sıfatını korumaktadır.
Anton Pavloviç Çehov, 29 Ocak 1860 tarihinde Rusya'nın güneyinde bir taşra kenti olan Taganrog'da ortanca çocuk olarak doğmuştur. Maria, Nikolai, Alexander,Mikhail, Ivan adlarında kardeşleri vardır. Babası Pavel Çehov, bakkaldı. Anton Çehov babasının bakkalında çıraklık yapıyordu. 1876 yılında babası iflas edince Moskova'ya taşındı. Anton Çehov ise abisi ile Tagangrog'da kalarak liseye devam etti. Üç yıl boyunca, henüz çok genç olmasına karşın kendi hayatını kendi kazandı. "Kılıflı Adam", "Edebiyat Öğretmeni" adlı hikayelerini bu dönemde yazdı.
Anton Çehov'un hikayelerinde çocuklar oldukça geniş yer tutar. Onun hikayelerinde mutlu, çoşkulu çocuklar çok azdır. Tıpkı kendi çocukluğu gibi hüzünlü, incinmiş çocuklar vardır.
1879 yılında liseyi bitiren Çehov Moskova'ya ailesinin yanına döndü. Moskova Tıp Fakültesi'ne yazıldı. Tıp Fakültesinde okurken bir yandan da ailesinin geçimine katkıda bulunmak için dergilerde yazı yazmaya başladı. Erkek kardeşinin de desteğiyle para kazanmak için gülmece dergilerine kısa yazılar göndermeye başladı. Moskova ve Petersburg gülmece dergilerinde yüzlerce fıkra, öykü, öyküsel yazı, nükte, dramatik taslaklar yayımladı. 1883-86 yıllarında Oskolsi (Alıntılar) dergisinde 300′den çok yazısı çıktı. Bu dönemde kaleme aldığı yapıtlarını "Melborne'nin Masalları" adı altında birleştirerek üniversiteyi bitirdiği yıl ilk kitabını yayınladı. Üniversiteyi bitirdiği yıl doktorluğa başladı. "Cerrahlık", "Kaçak", "Cansız Ceset" hikayelerini bu sırada yazdı.
Hekimlik, vaktini fazlasıyla aldığından yazmaya vakit bulamıyordu. Bu durumda doktorluğu bırakmaya karar verdi. Çehov'un sistemli, düzenli bir sosyal- politik görüşü yoktu. Her türlü haksızlığa, bayağılığa, dalkavukluğa, ikiyüzlülüğe düşmandı. Eserlerinde bu sosyal kusurları ele aldı. ("Memurun Ölümü", "Madalya", "Bukalemun")
1886 yılında çıkan "Alacalı Hikayeler" adlı kitabından sonra 1887'de Çehov iki hikaye kitabı birden çıkardı: "Masum Sözler", "Alaca Karanlıkta". Ertesi yıl 1888 yılında "Alaca Karanlıkta" Puşkin Ödülü'nü kazandı. Bundan sonra başarılar ardı ardına geldi.
1892 yılında kolera salgını olan bölgelerde doktor olarak aktif rol oynadı. Bir dönemden sonra kendini sosyal işlere verdi. 1892 yılında Nijni Naugored vilayetinde başgösteren kıtlıkla savaşmak için kurulan teşkilata katıldı. Aynı yıl Melihova adlı bir köyde aldığı çiftliğe yerleşti.
Böylece Çehov'un Melihova Dönemi denilen dönem başladı. Yaratıcılığının zirvesindeydi. Yaşayışı çok sadeydi. Halka yakın olmak, sosyal işlerle uğraşmak, onu mutlu ediyordu. Bu arada 1894 yılında vereme yakalandı sağlık durumu gittikçe bozuluyordu. Hastalığı iklim tedavisi istiyordu ve Çehov güneye gidiyordu. Kırım, Yalta'da bir yazlık evi vardı.
1895-1904 yılları arasındaki çalışmalarıyla Rus tiyatrosunun yenileyicisi oldu, oyunları özellikle de ”Martı” büyük başarı kazandı.
Yalta'da devrin büyük yazarları ve sanatçıları Anton Çehov’u ziyaret ediyordu. Anton Çehov en çok Lev Tolstoy'la ve Maksim Gorki'yle görüşüyordu. 1901 yılında Moskova Devlet Tiyatrosu oyuncusu Olga Leonardovna Knipper'le evlendi.
1902′de, Çar II. Nikola’nın Gorki’nin Rus Bilimler Akademisi’ne üye olmasını onaylamaması üzerine, 1900 yılında onursal üye seçildiği Akademi’den ayrıldı. 1903-1904 yıllarını sağlık nedenleriyle Güney Almanya’daki bir sağlık yurdunda geçirmek zorunda kaldı.
Sağlık durumu gittikçe bozulunca, Doktorlarının tavsiyesiyle Almanya Badenweiler 'e taşındı.
Anton Çehov, 15 Temmuz 1904 tarihinde Almanya’nın Badenweiler kentinde 44 yaşında verem hastalığından öldü.
Çehov'un bütün yapıtları ölümünden 40 yıl sonra 20 cilt halinde yayımlandı.
Lev Tolstoy kimdir?
Kont Lev Nikolayeviç Tolstoy, 9 Eylül 1828'da Rusya'nın Tula bölgesinde, ailesine ait geniş topraklarda dünyaya geldi. Tolstoy ailesi, tarihe yön veren bir çok önemli kişinin çıktığı, oldukça ilgi gören aristokrat bir aileydi. Atalarından biri Çar Petro'nun başarılı bakanlarından biriydi. Yeğeni Kont Aleksi Konstantinoviç Tolstoy ise ''Mütiş İvan'ın Ölümü'' gibi oyunlarıyla ün salmış bir şair ve drama yazarıydı. Anne tarafından da, dedesi Prens Nikola Volkonski, Büyük Katerina'nın ordularının başkomutanıydı.
Sosyal durumu ve sahip olduğu zenginlikler bakımından geniş bir aile içinde dünyaya gelmiş olması, daha doğuşundan Tolstoy'un rahat ve huzurlu bir hayata adanmış olduğu kanısını uyandırabilir. Son derece geniş toprakların efendisi olarak, yüzlerce köylünün yaşaması ve ölümü onun dudakları arasındaydı. İsteseydi saray çevrelerinin neşesine ve büyüleyici renkli eğlencelerine katılabilir, St. Petersburg'daki Rus yüksek sosyetesine girebilirdi. Oysa Tostoy, mutluluğu genç yaşından beri maneviyatta aradı.
Daha altı yaşına varmadan annesi öldü. Dokuz yaşında da babasını kaybeden Lev, akrabaları ve kardeşleri tarafından şevkatle büyütüldü. Özellikle sevgili teyzesi Tatyana'yla olan yakınlığı ve çocukluğu üzerinde bıraktığı izler hayatı boyunca silinmemiştir. Kişiliği zıtlıklarla dolu olan dahi yazarın çocukluğunda bile gözlerinde hem fanatizme varan dinsel bir anlam, hem de şen hayat dolu bir ifade okunabiliyordu. Dünyaya soylu bir aristokrat olarak geldiği halde hiçbir zaman bundan bir övünme payı çıkarmamış, aksine kendini bir köylü olarak görmüştü. Yüzünün çirkinliği yüzündende oldukça muzdarip olan Tolstoy, yüzünü gizlemek için gençliğinden beri sakallını uzatarak yüzünü gizlemeye çalıştı. Gerçekten de görünüşündeki çirkinlik,eserleri sayesinde ünü bütün Rusya'ya daha sonra da bütün Avrupa'ya yayıldığı zaman, hayranlarında da hayal kırıklığı yaratmıştır. Çok defa kendisini görmek için uzak yerlerden geliyorlar, sofada üstadı bekliyorlar, içeri iri-yarı, heybetli görünüşlü kocaman papaz sakallı bir devin, bir dahinin girmesini bekliyorlardı. Fakat karşılarında kısa boylu tıknaz bir adam görünce hayranlıkla hayalkırıklığı karışımı bir duyguya kapılıyorlardı. Ancak kalın kaşlarının altındaki bıçak kadar keskin bakışları baktığı kişiyi adeta esir eder büyülerdi. Maksim Gorki'nin de dediği gibi; ''Tolstoy'un gözlerinde yüzlerce göz gizlidir''.
St. Petersburg'daki okul yıllarında sosyete çevresinin rahat ve sorumsuz yaşantısı içinde savrulurken bile ahlak yönünden her zaman kusursuz kalmaya özen gösteren Tolstoy, henüz yirmi iki yaşındayken ilk defa ciddi bir karar almak zorunda kaldı. 1851'de üniversitedeki öğrenim süresi sona ermek üzereyken, ailesi babasından kalan toprakların yönetimini eline alması için onun eve dönmesini istediler. Bunun dışında Tolstoy için seçecek bir tek başka yol vardı; Toprakların yönetimini kardeşlerinden birine bırakmak ve devlet memurluğuna girmek. Fakat bir türlü karar veremiyordu.
Sonra hiç beklenmedik bir anda, birden bir karara vardı, ama bu beklenenlerin ikiside değildi. İki alternatif yerine Çar ordusunda subay olan kardeşi Nikola'yla birlikte, Çar kuvvetlerinin, Tatar kavimlerinin isyanını bastırmak için savaştıkları Kafkasya'ya gitmeyi tercih etti. Gönüllü olarak askerlerin dağ köylerine yaptıkları baskınlara katıldı. Bir yıl sonra bu sefer sırasında edindiği tecrübelerden yararlanarak, '' Baskın '' adlı kitabını yazdı. Daha ilk eserinde bile, şairce anlatımının ustalığı ve çarpıcılığı dönemin büyük yazarlarının ve edebiyat eleştirmenlerinin dikkatini çekti. Baskın, Tolstoy'un ilk denemesi değildi. St Petersburg'da yayınlanan bir dergide ''Çocukluk'' adlı otobiyografi niteliğinde bir oyunu çıkmıştı. Bu oyun bile gerek oyuncu kitlesi, gerekse önde gelen yazarlar arasında Tolstoy'un çok şeyler vaaddettiği kanısını uyandırmıştı.
Baskın'dan sonra ordudaki görevinden arta kalan zamanlarda ilk büyük romanı '' Kazaklar''ı yazmaya başladı. Fakat bu eseri, 1863'e kadar yayınlanamadı. Kazaklar'dan önce Sivastapol kuşatması üzerine yazdığı izlenimleri ile ( ''Sivastapol Hikayeleri'' ) ününü biraz daha pekiştirdi. Ünlü şair İvan Sergeyeviç Turgenyev bile onun için şöyle diyecekti: '' Bu genç yazar hepimizi gölgede bırakacak. En iyisi yazmaktan vazgeçmek.''
Asker olarak hiç mutlu olmayan Tolstoy, edindiği acı deneyimler ve karşılaştığı dehşet verici olaylar yüzünden savaştan nefret etmeye başlamıştı. Gördükleri karşısında hayatın gerçek anlamını düşnüyor, kafasını karıştıran sorulara cevap arıyordu. Henüz yirmi altı yaşında 1855 Martında günlüğüne şunları yazıyordu: ''İnsanı şaşkına çevirecek büyük bir fikrim var... İnsanoğlunun gelişmesine uygun yeni bir din kurmak; Hz İsa'nın dini... Pratik bir din, gelecek için mutluluk vaadetmiyor. Sadece bu dünya üzerinde mutluluğu sağlıyor... Din aracılığıyla insanoğlunun birlik olması için bilinçli bir şekilde çalışmak...''
Bu hedefe ulaşmak için usanmadan çalışmaya başlaması için aradan yirmi dört yıl daha geçecekti. Fakat düşünce ile uygulamayı birbirinden ayıran çeyrek yüzyıl boyunca hep bu hedefe ulaşmak için uğraşıp didinmiştir.
Ordudan ayrıldıktan sonra bir süre St Petersburg'da yaşadı ardından bir Avrupa turuna çıktı. 1858 başlarında da Rusya'ya, Yasnaya Polyana'ya, topraklarına döndü. Topraklarıyla ilgilenmeye başladı. Artık bir köy efendisi gibi yaşıyordu, köylülerin yaşam tarzını yakından incelemeye başladı.
İki yıl sonra tekrar yabancı ülkelere ama bu sefer buralardaki eğitim sistemini incelemeye gitti. Dönüşünde Yasnaya Polyana'da bir okul açıp, bu okulda tamamen devrimci metotlarla eğitime başladı. Derslere katılmak zorunlu değildi. Ceza, ödül ya da derecelendirme yoktu. Çocuklar okula istedikleri kılıkta gelebiliyor, canları isterse dersi dinliyor, istemezse dinlemiyorlardı.
Ne yazık ki Tolstoy'un sağlık durumunun bozulması, bir yıl sonra bu denemesinden vaz geçmesine sebep oldu. Tedavi için başka bir yerde bulunduğu sırada, polis onu devrimci olarak suçlayarak evini didik didik aradılar. Ancak işlerine yarayacak hiç bir belge bulamadılar. Ayrıca ailesinin toplumda oldukça nüfuslu oluşu ve onun da artık çok ünlü bir yazar olması, polisi kendinden uzak tutuyordu.
Bütün zamanını topraklarının yönetimine ve eserlerini yazmaya ayıran Tolstoy, hayatının ortasına rastlayan 1862-1876 döneminde en sakin ve mutlu olduğu yılları yaşadı. 1862'de eski bir aile dostunun kızı Sofia Behrs ile bir aşk evliliği yaptı. Genç evliler daha başlangıçtan beri çok mutlu bir hayat sürmeye başladılar. Tolstoy, nikahtan kısa bir süre sonra başyapıtı ''Savaş ve Barış''ı yazmaya koyuldu. İki soylu ailenin, tarihi olayların akışı içinde çizilen alınyazılar çevresinde kurulmuş olan roman, tolstoy ailesinin ve annesinin ailesi Volkonski'lerin arşivlerinden esinlenilerek yazılmıştır. Bir çok eleştirmene göre dünyanın en büyük romanı olan bu eserinde Tolstoy'un dehası, bütün göz kamaştırıcılığıyla görülmektedir.
Tolstoy 1873 yılı Mart ayında ikinci büyük eseri olan '' Anna Karenina''yı yazmaya başladı. Bu dönemde hayatı oldukça bunalımlı olan yazar, önce çok sevdiği Tatyana teyzesini, ardından da çocuklarından ikisini kaybetti. Ayrıca karısının hastalığı ve resmi makamların eğitimle ilgili çalışmalarını kösteklemesi de cabasıydı. Bütün bunlara rağmen '' Anna Karenina'', yadsınamaz şekilde bir usta eseridir. Bu romanında Tolstoy, William Shakespeare dışında hiçbir yazarın ulaşamadığı biçimde, insan karakterini çözümlemektedir.
Tolstoy'u bu sıkıntılı döneminden kurtaran yirmi dört yıl önce oluşturduğu fikrin bir anda zihninde büyük bir saydamlıkla belirmesi oldu. Yeni din fikrini uygulamaya artık kararlıydı. Son nefesini verdiği 1910 yılına kadar, insanoğlunun din aracılığıyla birlik olması uğruna çaba gösterdi. Eserlerinin hepsi, '' Karanlığın Kudreti'', ''Kroyçer Sonatı'' ve ''Diriliş'', hep bu amaca yönelmişti. Kendi yaşantısını da öğretisine uydurmak için elinden geleni yaptı. Basit bir köylünün yaşayış biçimine ayak uydurmak için her şeyini sadeleştirdi. Hayatının son yılında da evini ve karısını bırakıp köylüler arasına karışıp kaybolmak için bindiği trende rahatsızlandı ve bir hafta sonra da 20 Kasım 1910 yılında 82 yaşında hayatını kaybetti.
Kaynak: Diyarbakır Söz