Çelik, TRT Haber canlı yayınına katılarak gündeme ilişkin soruları yanıtladı, değerlendirmelerde bulundu.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın ramazan ayının ilk hutbesindeki ifadelerinden dolayı bazı baroların açıklamalar yaptığının ve bunun da 27 Nisan e-muhtırasıyla aynı güne rastladığının hatırlatılması üzerine Çelik, 27 Nisan günü ilk defa bir hükümetin kendisine dayatılan bir muhtırayı kabul etmeyerek aynen iade ettiğini belirtti.
Çelik, "Bu Cumhuriyet tarihinde bir ilktir. Dolayısıyla siyasi hayatımız, demokrasimizin olgunlaşması bakımından fevkalade önemli bir dönüm noktasıdır." diye konuştu.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın hem inancının gereği olarak açıklamalarını yaptığını hem de Diyanet İşleri Başkanlığına kanunla verilen görevin gereği olarak da faaliyetlerini sürdürdüğünü söyleyen Çelik, şöyle devam etti:
"Yaptığı bir açıklamaya barolar bunun 'kan kokan bir açıklama' olduğunu ifade ederek, 'yüzyıllar öncesinden gelen ses' diyerek, çok bildiğimiz tarihimizde acı yaratan, büyük acılara imza atmış olan bir zihniyeti yeniden diriltmek gibisinden bir çaba içerisine giriyorlar. Şimdi bu daha öncelerinde çok karşılaştığımız örneğin 27 Nisan'da da 'sözde değil özde' diyerekten bir özcülük yaparak, niyet sorgulamasına girerek bir yaklaşım sergilenmişti. Şimdi de Diyanet İşleri Başkanı'nın kan kokan bir zihniyete sahip olduğunu Ankara Barosunun açıklamasında iddia edildiğini görüyoruz. Bu ne kadar vahim bir açıklamadır, bir hukuk kurumu Türkiye'deki anayasal bir kurumun başındaki kişiyi kan kokan bir zihniyete sahip olmakla suçlayan bir açıklama yapıyor."
Baronun ikinci bir açıklama daha yaptığını hatırlatan Çelik, "İlk açıklama faşizmin bir metni, bir örneği olarak kayıtlara, tarihe geçecek. Utanç verici bir açıklama olduğu için ikincisini biraz yumuşatıcı dil kullanarak yumuşatmaya çalışmışlar." dedi.
Çelik, Ankara Barosunun ikinci açıklamasında yer alan "Bizim korumaya çalıştığımız laiklik ilkesidir, o sebeple bu açıklamayı yaptık, İslam'ın değerleriyle bir meselemiz yok." ifadesini aktararak, şunları söyledi:
"İlk yaptıkları açıklama bir eleştiri değil, ilk yaptıkları açıklamada doğrudan Diyanet İşleri Başkanı'nın dinimizin kaidelerinden birini dile getirmesinden duyulan rahatsızlığı ifade ediyorlar, bunu bir nefret suçu olarak etiketliyorlar. İkinci, Diyanet İşleri Başkanımızı 'kan kokan bir zihniyetin temsilcisi' olarak nitelemeye çalışıyorlar, ahlaksızca ve vicdansızca ve daha da ileri giderek faşizmin tipik bir örneği olacak şekilde terbiyesizce Diyanet İşleri Başkanımızı 'yakında cadı avı oluşturarak kadınları yakmaya çağıracak bir kişi' olarak göstermeye çalışıyorlar. Şimdi bunun neresi kanunlarla barolara verilmiş görevlerin içindedir.
Birinci açıklamanın ne kadar faşist bir açıklama olduğunu fark ettikten sonra ikinci açıklamayla bir örtbas etme faaliyetine girerek laikliği korumak için yaptıklarını, insan haklarını korumak için yaptıklarını söylüyorlar. Kamuoyu önünde bütün hukuk insanlarına soruyorum, demokratik zihniyete sahip herkese soruyorum, anayasal bir kurumun başında olan kişiye 'kan kokan zihniyetin sahibi' demek kutsala referans verdiği için onu dogmatik olarak nitelendirmek ve sırf kutsala referans verdiği için 'insan onuruna direnen bir kişi' olarak nitelendirmek insan hakları savunusunun neresine düşmektedir. Baro 'Ben insan haklarını savunuyorum' derken Diyanet İşleri Başkanı'na 'yakında cadı avı yaparak kadınları yakmaya çağırması şaşırtıcı olmayacaktır' gibisinden ahlaksızca, vicdansızca ve terbiyesizce bir niteleme içerisine giriyor."
İçinden geçilen zor günlerde bu meseleyi konuşmak istemediklerini dile getiren Çelik, "Tam da 27 Nisan gibi hükümete muhtıra verilmeye çalışılmış bir günün yıl dönümünde bunun benzeri, daha vahimi bir açıklamanın gündeme gelmesi hiçbirimizin görmezden gelmeyeceği bir açıklamadır." diye konuştu.
Çelik, "Türkiye'de bazı işler geride bırakıldı, demokrasi gelişti, belli konularda zihni olgunlaşma oldu" şeklinde analizler ve değerlendirmeler yaptıklarını ifade ederek, "Fakat görüyoruz ki bu topluma acı çektirmiş olan faşizm yeniden her an kendisini gündem yapmak üzere, meydana çıkmak üzere pusuda bekliyor." dedi.
"İNSAN HAKLARINI İSTİSMAR ETMEK, AŞAĞILAMAK DEĞİL MİDİR?"
Bazı siyasetçilerin konuya ilişkin açıklamalar yaptığını hatırlatan Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bazı siyasetçiler bize muhalefet yapmak adına Ankara Barosunu savunmuşlar. Ben önce iyi niyetle bu siyasetçilerin Ankara Barosunun açıklamasını görmeden bunu yaptıklarını da düşündüm çünkü Ankara Barosunun faşizmin net bir örneği olan açıklamasını gördükten sonra kimsenin bunu savunmaması gerekir. Bu kadar düşük idrak ile bu kadar militanca bir saldırganlıkla yapılmış ibretlik bir açıklamadır. Fakat sonra fark ettim ki Türkiye'de geçmişte önemli görevler yapmış, halen parlamentoda bulunan bazı siyasilerin bu faşist açıklamayı etiketleyerek Ankara Barosunu savunmaları ve üstelik de bunu ayrımcılığa karşı bir savunu gibi sunmaları içinde bulunduğumuz tehlikenin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir.
Türkiye'de terk ettiğimizi, geride bıraktığımızı sandığımız birtakım vesayet arayışlarının, genç insanları kılık kıyafetlerinden dolayı eğitim hakkından mahrum eden, insanları annelerinden tevarüs ettikleri dili kullanmaktan men eden birtakım yasakçı, faşist zihniyetlerin nasıl kendini saklayarak gündeme yerleşmek için beklediğini göstermektedir. Nasıl olur da bir anayasal kurumun başındaki kişiye 'kan kokan zihniyetin sahibi' demek insan hakları savunusu olur, bu insan haklarını istismar etmek, aşağılamak değil midir? Nasıl olur ki Diyanet İşleri Başkanımıza 'yakında cadı avına çıkarak kadınları yakacak' demek kendilerine kanunla verilmiş bir görev olarak baro tarafından nitelenebilir?"
"İSLAM'IN DEĞERLERİNİ SAVUNMAYACAKSA NEYE GÖRE KONUŞACAK"
"Diyanet İşleri Başkanı kendi inancının, İslam'ın değerlerini savunmayacaksa neye göre konuşacak?" ifadesini kullanan Çelik, şunları söyledi:
"Baroya göre, Diyanet İşleri Başkanı İslam'a göre konuşmasın, Ortodoks Patriği Hristiyanlığa göre konuşmasın, Hahambaşı Yahudiliğe göre konuşmasın, bunun adına da insan hakları densin, baronun anlayışı bu. Aslında burada baronun savunması gereken şuydu; herkesin kendi inandığı değer sistemine göre konuşma hürriyetinin var olmasının adıdır hukuk devleti ve demokrasi. Ankara Barosu doğrudan hukuk devletinin ve demokrasinin teminatı altında olan, üstelik Diyanet İşleri Başkanına yasalarla, anayasayla verilmiş göreve dönük bir saldırı gerçekleştirmektedir. Ankara Barosu içindeki bu İslamofobik yaklaşımı saklayamamış ve netice itibarıyla doğrudan aslında Diyanet İşleri Başkanı ile ilgili bir saldırı gerçekleştirdiğini düşünerek hukuk devleti ve demokrasi ile mücadele etmeye girişmiştir. Herkes inandığı gibi konuşamayacaksa, herkesin nasıl konuşacağına Ankara Barosu karar verecekse bu zihniyetin adının ne olduğunu biz biliyoruz."
Erbaş'a tam destek!
Çelik, Diyanet İşleri Başkanı Erbaş'a dönük olarak belli bir kesimi nefret suçu ile hedef gösterdiğinin söylendiğini ifade ederek, "Diyanet İşleri Başkanımızın konuşmasında öyle bir şey yok. İslam'ın kaidelerini söylemiş, onun dışında da belli bir kesime dönük olarak Diyanet İşleri Başkanımız bunların temel hak ve hürriyetleri askıya mı alınsın demiş, bunların vatandaşlık haklarının eksiltilmesine dönük bir yaklaşım mı söylemiş ya da Diyanet İşleri Başkanımız herhangi bir şekilde belli bir toplumsal kesime dönük olarak şiddet çağrısı mı yapmış? Kesinlikle böyle bir şey yok." dedi.
Ömer Çelik kimdir?
Ömer Çelik, 15 Haziran 1968 tarihinde Adana’da doğmuştur.
Babasının adı Yusuf Ziya, annesinin adı Dudu'dur.İlk ve ortaokuldan sonra Adana Motor Teknik Lisesi'nde lise öğrenimine başladı, sonra da geçtiği Adana Erkek Lisesi'nden mezun oldu.
Ankara Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü'nden mezun oldu ve aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Siyaset Bilimi alanında, Türkiye'de çoğulculuğun yeni görünümleri “Son dönemdeki çoğulcu toplum modeli tartışmaları” başlıklı yüksek lisans tezini yazarak yüksek lisansını 1998 yılında tamamladı.
Mezun olduktan sonra siyaset bilimci ve gazeteci olarak çalıştı. Bilgi ve Hikmet dergisinin Ankara Sorumlusu olarak görev yaptı. Çeşitli dergilerde yazılar yayınladı. Yeni Yüzyıl, Yeni Şafak ve Star gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı.
2002 yılından sonra AK parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi danışmanıdır.22., 23. ve 24. dönem AKP Adana milletvekili olarak seçildi.NATO Parlamenter Asamblesi Türk Grubu ve TBMM Dışişleri Komisyonu üyeliklerinde bulundu. ayrıca, Türkiye-ABD Dostluk Grubu Başkanlığını da yürüttü.
AK Parti'nin kuruluşundan bugüne kadar Merkez Karar Yürütme Kurulu (MKYK) üyesi oldu.
Mart 2010 yılında Ak Parti Dış İlişkilerden sorumlu Genel Başkan Yardımcılığına geldi.
61. ve 62. hükümetlerde Kültür ve Turizm Bakanı olarak görev yapmıştır.
24 Ocak 2013 tarihinde yapılan kabine değişikliği sonucu Ertuğrul Günay’ın yerine Kültür ve Turizm Bakanlığı'na atandı.
AK Parti'nin tüzüğünde yer alan 'AKP listelerinden aday gösterilip seçilmiş olan belediye başkanları ve milletvekilleri, kesintisiz en fazla üç dönem aynı görevi yürütebilir' maddesine istinaden Ömer Çelik, 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan genel seçimlere katılamadı ve milletvekili olamadı.
28 Ağustos 2015 tarihinde göreve başlayan Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun açıkladığı Geçici Bakanlar Kurulu'nda Kültür ve Turizm Bakanlığı görevine getirilen Yalçın Topçu'ya, görevini teslim etti.
Ömer Çelik, halen bekardır.
AKP 5’inci Olağan Genel Kongre’sinin ardından yapılan Merkez Yönetim Kurulu toplantısında 13 Eylül 2015 tarihi itibariyle Adalet ve Kalkınma Partisi'nin parti sözcüsü Ömer Çelik oldu.
24 Mayıs 2016 tarihinden bu yana 65. Hükümette Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci olarak kabinede yer almaktadır.
Erbaş'ın konuşmasına bakıldığında tam tersine nefret suçlarıyla mücadele eden bir yaklaşım olduğunu dile getiren Çelik, "Ama burada güya nefret suçuyla mücadele ediyormuş gibisinden Ankara Barosu, Diyanet İşleri Başkanımıza 'kan kokan bir zihniyet', 'yakında kadınları yakmaya çağırır' diyerekten asıl nefret suçunu onlar işliyor. İkinci açıklamalarında laik bir devlet vurgusu yapmışlar, laik devlet geçmişteki bu zihniyetin temsilcilerinin olduğu gibi bir laikçilik savunusu değil ki... Laik devlette bütün inanç sistemleri kendi değerlerine göre konuşabilirler." değerlendirmesinde bulundu.
Kaynak: Diyarbakır Söz