Minimal İnvaziv Üroloji Derneği tarafından düzenlenen '5. Ulusal Minimal İnvaziv Ürolojik Cerrahi Kongresi', Antalya'nın Belek Turizm Bölgesi'ndeki Susesi Otel'de yapıldı. Kongreye, Minimal İnvaziv Ürolojik Cerrahi alanından yaklaşık 350 hekim katıldı. Birçok konuda son gelişmelerin detaylı ele alındığı kongrede 31 oturum gerçekleştirildi.
Kongrenin basın toplantısında konuşan Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Ender Özden, ilk böbrek naklinin 1954 yılında ABD'de yapıldığını hatırlatarak, “Ülkemizde ise 1975 yılında Hacettepe Üniversitesi'nde gerçekleştirildi. O günden bugüne kadar böbrek nakliyle ilgili çok iyi sonuçlar alınmaya başlandı. Bu iyi sonuçların nedenlerine baktığımızda daha çok, böbreğin vücuttan reddini engelleyen ilaçlardaki gelişmeden kaynaklandığını görüyoruz" dedi.
DOĞUM KANALINDAN İLK BÖBREK NAKLİ
İlk defa 2009 yılında Avrupa'da laparoskopik yöntemle böbrek nakli gerçekleştirildiğine dikkati çeken Doç. Dr. Ender Özden, bundan bir yıl sonra ABD'de bir ekibin robot yardımlı böbrek naklini gerçekleştirdiğini söyledi. Doç. Dr. Özden, "Ülkemizde ise ilk laparoskopik böbrek naklini, Kasım 2015'te çalıştığım üniversitede benim başkanlığımdaki ekiple gerçekleştirdik. 2015 yılından bu yana toplam 14 hastaya bu yöntemle, kadavradan elde edilen böbrekler takıldı. Sonrasındaysa ise bu yöntem bir sonraki aşamaya taşındı ve geçen yıl 2 kadın hastaya herhangi bir kesi yapılmadan vajinal yolla batın içerisine yerleştirilen böbrek yine laparoskopik yöntemle diyalize bağımlı hastalara nakledildi. Bu zor yöntemin tercih edilmesindeki temel düşünce, böbrek nakli yapılacak hastalara laparoskopik yöntemin avantajlarını yaşatırken, komplikasyon dediğimiz yan etkilerin oranını en az düzeyde tutmaktı" diye konuştu.
PROSTAT KANSERİ TANISINDA YENİ METODLAR
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Cenk Yücel Bilen de prostat kanserinin erkeklerde en sık görülen kanserken, ölüme neden olan kanserler arasında akciğer kanserinden sonra ikinci sırada yer aldığını söyledi. Yakın geçmişte manyetik rezonans görüntüleme teknolojisindeki gelişmeler sayesinde prostat içinde kanser şüphesi olan bölgelerin daha yüksek oranda tespit edilebilir hale geldiğini vurgulayan Prof. Dr. Cenk Yücel Bilen, şöyle konuştu:
“Prostat kanseri tanısında transrektal ultrason yardımlı biyopsi halen en yaygın kullanılan tanı metodu. Transrektal ultrason her ne kadar prostatın spesifik anatomik bölgelerini veya görülebilen lezyonları hedeflemede kullanışlı olsa da tek başına görüntüleme yöntemi olarak prostat içindeki lokalize kanseri saptamada magnetik rezonans (MR) ile karşılaştırıldığında yetersiz kalmaktadır. MR teknolojisindeki gelişmeler ve yenilikler, özellikle 3 Tesla denilen yüksek çözünürlükteki cihazların gelişmesiyle birlikte prostatın daha iyi değerlendirilebilmesi artık mümkün hale gelmiştir. MR ile elde edilen görüntülerde özellikle saldırgan kanser odakları yüksek oranda tespit edilebilmektedir. Biyopside kullanılan iğnenin sapma olmadan kanserli bölgeye yüksek doğrulukta ulaşması sağlanabiliyor. Navigasyon özelliği kanser şüphesi olan bölgenin yerini gösteriyor. Bu teknoloji sayesinde doğru yerden parça alınması mümkün oluyor."
Prostat kanseri ameliyatının insanlarda ciddi hasarlar bırakan bir ameliyat olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Cenk Yücel Bilen, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bu ameliyatlardan sonra erkeklerin korkulu rüyası olan iktidarsızlık, idrar kaçırma büyük risklerdir. Bu ameliyatların yüzde 30'u gereksiz olduğu bildirilmiştir. Fakat yeni gelişen yöntemlerle gereksiz tedaviden uzak kalındığı gibi, ameliyatsız tedaviler de mümkün. Günümüzde prostat kanseri erken evrede yakalandığında ve doğru tedavi uygulandığında başarı oranı yüzde 90'ların üzerine çıkmaktadır. Yapılan araştırmalar tarama yoluyla prostat kanserinden ölüm oranının yüzde 30 oranında azaldığını göstermiştir. Hastalığın erken teşhis edilmesi halinde tedavi başarısı artacaktır. Tanı anında kanser sadece prostatla sınırlı ise hastanın tamamen iyileşme şansı çok yüksektir."
TAŞ HASTALIKLARINDA ARTIŞ
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Atilla Arıdoğan ise böbrek taşının nedenleri ve tedavilerini anlattı. Son yıllarda böbrek taşında artış yaşandığına dikkati çeken Prof. Dr. Arıdoğan, “Eskiden böbrek taşı erkeklerde daha fazlaydı. Şimdi ise kadınlarda daha sık görülmeye başlandı. Özellikle beslenme alışkanlıkları ve hava durumunun değişmesi, belki küresel ısınma, bilemiyorum ama taş hastalıklarının artışına sebep oluyor" dedi.
Taşların insan vücudunun bazı yerlerinde oluştuğuna işaret eden Prof. Dr. Arıdoğan, şunları söyledi:
“Taşlar insanın idrar torbasında, idrar torbası ile böbrek arasında ya da böbrekte olabilir. Öncelikle, taş oluşumunu engellemek için dengeli beslenme ve sıvı alımına dikkat etmemiz gerekiyor. Belli bir yiyeceği aşırı yeme alışkanlığımız varsa bunu değiştirmemiz lazım. Eğer taş oluşumu engellenemiyorsa o zaman çeşitli cerrahi yöntemler devreye giriyor. Aşağıdan, idrar kanalından girerek taşı kırarak, parçalayarak alabiliyoruz. Ya da sırttan bir delikle böbrek içine girip taşı kırıp alıyoruz. Taş alındıktan sonra 8-10 yıl içerisinde tekrarlama riski yüzde 50'lere kadar çıkıyor. Dolayısıyla taş alındıktan sonra beslenme alışkanlığına dikkat etmekle birlikte mutlaka yılda en az bir kez kontrole gitmemiz gerekiyor."
Türkiye'de en sık taş hastalıklarının Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde görüldüğünü belirten Prof. Dr. Atilla Arıdoğan, “Ancak ülkemizin geneli taş hastalığı açısından yoğun görülen bir konumdayız. Dünyada yüzde 12 insanda bir taş oluyor. Bu demektir ki birtakım genetik faktörler de taş oluşumunda önemli rol oynuyor. Soda ve maden sularının aşırı tüketimi de taş oluşumuna neden olabiliyor" dedi.
Kaynak: Diyarbakır Söz