Tiroid cerrahisine ilişkin açıklamalarda bulunan Dr. Öğr. Üyesi Yaşar Özdenkaya, tiroid nodüllerinin boynun ön bölgesindeki tiroit bezinde gelişen yapısal değişiklikler olduğunu belirterek “Tiroid nodülleri genellikle beslenme ya da genetik faktörlerden dolayı gelişir. Çünkü tiroidin hammaddesi iyottur ve yeterli iyot alınamadığı zaman tiroid bezi kendini büyüterek, eksik kalan hormonu yerine koymaya çalışır. Tiroid nodülleri bazen yaygın dediğimiz her taraftan bazen de lokal olarak büyüyebilir. Bunlar içinde fonksiyon göstermeyen nodüllerde hiçbir değişiklik hissetmezsiniz. Ancak fonksiyon gösteren nodüllerde aşırı çalışmayla alakalı olarak çarpıntı, terleme, ishal, aşırı yemeye rağmen kilo kaybı ve sinirlilik görülebilir. Bunlar zehirli guatr dediğimiz tiroidin aşırı çalışması yani hipertroidizmin belirtileridir” diye konuştu.
“T3, T4 VE TSH DEĞERLERİ BELİRLİYOR”
Hastada belirti vermeyen tiroid rahatsızlıklarına subklinik denildiğini ifade eden Dr. Özdenkaya, şöyle devam etti:
“Klinik bulgu vermeyen, belirtileri aşikar olmayan ama hastanın da bir takım sıkıntılarını çözemediği durumda laboratuvar sonuçlarına bakıyoruz. Ultrasonla baktığınızda herhangi bir yapısal değişiklik görmezsiniz ama laboratuvar sonuçlarında T3, T4 ve TSH dediğimiz tiroidin fonksiyonlarını gösteren hormonların yüksekliğini veya düşüklüğünü görerek tiroidin aslında az ya da çok çalıştığını tespit edebilirsiniz.”
“4 DURUMDA CERRAHİ YÖNTEM UYGULANABİLİYOR”
Tiroid cerrahisi gerekçelerinin çok net çerçevede belirlendiğine dikkat çeken Dr. Özdenkaya, “Nodüllerin doğasını ortaya koymak için, gelişmiş olan nodüllerin içerisinden biyopsiler alınıyor. Yani halk arasında merakla sorulan iyi mi, kötü mü sorularına cevap veriliyor. Eğer biyopside malign dediğimiz kanser hücresi belirlenirse mutlaka ameliyat gerekiyor. Bazı şüpheli durumlarda pataloglar net bir şey söyleyemiyor. O zaman da nodülün tamamını alıp, pataloglara gönderiyoruz. Bazen de çok büyüyen nodül hastanın hem kozmetik olarak görüntüsünü hem de nefes almasında, yutkunmasında sorun oluşturuyorsa ameliyat edebiliyoruz. Son olarak zehirli guatrlarda bazen ilaçların ve atom tedavisinin işe yaramadığı ya da hasta tercih ettiği durumlarda cerrahi yöntem uygulayabiliyoruz. Özellikle nodüllerde ortaya çıkan zehirli guatr hali varsa ki, buna toksik multi nodüler guatr diyoruz, bunların tedavisi cerrahidir. Diğer durumlardaki tüm guatr hastalarının tedavisi yıllık ultrasonografi, kan testleri ile takip edilerek sürdürülebilir” ifadelerini kullandı.
“KANSER RİSKİ VARSA AMELİYAT TEKRARI GEREKEBİLİR”
Cerrahi yöntemin kesin sonuç verdiğini ancak söz konusu kanser olduğunda tekrarlama riski bulunduğuna işaret eden Dr. Özdenkaya, “Eğer pataloji temiz çıkmışsa, tiroid dokusunu tamamen ortadan kaldırdığımızda sorun bitiyor. Tekrarlama riski geride bıraktığınız dokunun büyüklüğü ile alakalı oluyor. Eskiden tiroidin tümünü almadığımız ameliyatlar yapıyorduk. O tiroid ameliyatlarından sonra tekrarlamalar olabiliyordu. Günümüzde ise ya iki taraflı total ameliyat yapıyoruz ya da bir tarafa hiç dokunmuyoruz öbür tarafın tamamını alıyoruz. Ancak patoloji sonucu kötü yani malign gelirse her zaman tekrarlama riski var. Çünkü kanserin biz odağını çıkarıyoruz. Ama etrafta önceden yerleşmiş hücreler varsa bizim hiçbir şekilde tespit etme şansımız yoksa zaman içerisinde onlar tekrar büyüyüp kendilerini görünür hale getirebilir. Böyle bir durumda tekrar ameliyat olasılığı gündeme gelebilir” dedi.
“3 TEMEL RİSK BULUNUYOR”
Tiroid cerrahisinde 3 temel komplikasyon riski olduğunu belirten Dr. Özdenkaya, şu değerlendirmede bulundu:
“Birinci ve en korkulanı ses kısıklıkları yani ses değişikleridir. Çünkü tiroidin hem sağ hem sol tarafının arkasında ses perdelerini hareket ettiren vokal kord dediğimiz ses perdelerini hareket ettiren sinirler geçer. Eğer bu sinirler cerrahi sırasında hasarlanırsa hastanın ses kalitesinde ve hatta nadiren nefes alma problemi de ortaya çıkabilir. Ancak bu risk çok nadirdir hatta binde 1’in altındadır. Günümüzde ameliyat sırasında bu problemin olup olmadığını test ettiğimiz sinirin fonksiyonel kalitesini takip ettiğimiz cihaz kullanıyoruz. İkinci risk ise tiroid bezinin hemen yanlarında bulunan paratiroid bezi dediğimiz vücudun kalsiyum dengesini sağlayan küçük bezciklerle ilgilidir. Ameliyat esnasında bu bezcikler hasar görürse vücudun kalsiyum mekanizması aksar. Kalsiyum düşüklüğüne bağlı ellerde uyuşma, karıncalanma hatta daha ileri safhada kasılma ve kilitlenmeler olabilir. Tabii bunun görülme riski de çok düşüktür, yüzde 1 ila binde 1 arasındadır. Ama bu durumu ilaç vererek hemen düzeltebiliriz, eksiği yerine koyarak. Üçüncü risk de her cerrahi işlemde olduğu gibi kanama olabilir. Bu kanamadan dolayı hasta tekrar ameliyat olabilir ama çoğu zaman hastada hafif bir ödem olarak geçip gidiyor.”
“AMELİYATTAN SONRA HORMON TAKVİYESİ ŞART”
Tiroid ameliyatlarından sonra hastaların dikkat etmesi gereken hususlar olduğunu söyleyen Dr. Özdenkaya, “Eğer ameliyatta doku bırakılırsa ve yetersiz iyot alımı tekrarlanırsa nodüller yeniden gelişebilir. Çünkü hammadde az ise vücut eksik olan hormonu tiroid bezini büyüterek karşılamaya çalışır ve hastalığın tekrarına sebep olabilir. Günlük iyot ihtiyacı kilo başına 70-100 mikrogramdır. Bazen iyot alınsa da çevresel faktörler devreye girer. Mesela Karadeniz bölgesinde karalahana benzeri gıdaların, suyun iyot eksikliğini oluşturma potansiyeli vardır. Ameliyattan sonra tiroidin ürettiği hormonu vücuda vermemiz gerekir. Tiroid ameliyatından sonra hastalara endokrinolog arkadaşlarımızla beraber tiroid hormon ilacını ayarlayıp, ömür boyu düzenli kullanmasını sağlamak gerekir. Hastalar yılda bir kere kontrollerle yaşamlarına devam edebiliyor” dedi.
Kaynak: Diyarbakır Söz