KUR’AN VE ŞİİR

Kur’an-ı Kerim’e inanmayan insanlar, onun, şiir veya kâhin sözü olduğunu söylüyorlardı. Bu sebeple Allah, bunlara cevap mahiyetinde çeşitli ayetlerde açıklamada bulundu ve Kur’an’ın şiir olmadığını haber verdi. Önemine binaen bu konu üzerinde durmayı uygun gördük. Önce şiir hakkında bazı bilgileri verdikten sonra, Kur’an ve sünnet açısından şiiri değerlendirmeğe çalışacağız. 

Arapça bir kelime olan şiir, “şaara-yeşuru” fiilinden türemiş bir isimdir. Bu fiil şiir söylemek, nazım etmek, farkında bilincinde, idrakinde olmak, bilmek, hissetmek, algılamak ve benzeri manaları ifade etmektedir. Edebiyat alanında şiiri, kafiyeli, vezinli ve serbest bir edebî tür olarak tarif etmek mümkündür. Son zamanlarda şiirin Edebiyat alanındaki tanımı hakkında farklı görüşler ortaya atılmaktadır. Beliğ bir manaya sahip olan nesir türü yazıları da şiir olarak kabul edenler vardır. Buna göre şiiri, manzum şiir ve mensur şiir diye iki kısma ayırmak mümkün olabilmektedir. Şiir kelimesi Arapçadan Türkçeye geçtiği gibi, Farsçaya da “şi’r” şeklinde geçmiştir. Şiir kelimesinin menşei, aslı hakkında farklı görüşler de vardır.

Kur'an’ın nazil olduğu dönemde, Araplar şiir sanatında zirvede idiler. Fesahat ve belâgatin en mükemmelini kullanıyorlardı. Çöl hayatı bu konuda onları etkiliyordu.  Bu gün bile, o zamanın şiirleri yazılamamaktadır. Bu gün elimizde bulunan en eski edebî mahsul, miladi V. yüzyıla kadar çıkan şiirlerdir. Bu şiirler, Arapların İslamiyet’ten önceki hayatlarından kalan en büyük sanat eserleridir. Cahiliye döneminin Arapları, yazıyı bilmedikleri halde, fevkalade mükemmel bir şiir diline sahip bulunuyorlardı. Söz söylemede mahir idiler. Cahiliye döneminde Arap kabilelerinde şiir ve şaire önem veriliyordu. Bu ilgi, şiirin gelişmesini sağlıyordu. Bir kabilede bir şairin bulunması, o kabile için şeref sayılırdı. Herhangi bir kabilede bir şair yetişince, o kabileyi tebrike giderler, o şair için törenler düzenler ve oyunlar sergilerlerdi. Eski Arap toplumlarında kadın şairlerin de ayrı bir yeri ve vazifeleri vardı. Kadın şairler, kabilelerinden ölenler için ağlar, onları mersiyeleriyle yaşatır ve öldürülenler için intikam alma teşvikinde bulunurlardı. Bu sebeple kadın şairlerin çoğundan muhtelif tarihi hadiselerle ilgili, çoğunlukla kısa parçalar halinde olan şiirler kalmıştır. Bununla beraber kadın şairler arasında el-Hansa (ö.24/644) gibi şiirleri daha III/IX. asırda divan halinde toplanmış ve günümüze kadar kalmış olan şairler de vardır.

Cahiliye döneminin şiiri, daha çok fahr, vasf, gazel, medih, risa, hica, hamr ve benzeri konularda yazılmıştır. Bu konular, cahiliye döneminde            özellikle muallakât şiirlerinde çokça işlenmiştir. Cahiliye döneminin şairlerinin şiirleri arasından seçilip kebenin duvarına asılan şiirlere muallakat şiirleri yani asılı şiirler denmektedir.  Bu şiirlerde konu, resim gibi tasvir ile anlatılmaktadır.

            Arapların İslâm’dan önceki dönemleri için, genel olarak cahiliye dönemi denmektedir. Cahiliye kelimesi, ilmin zıddı olan bilgisizlik demektir. Buna göre cahiliye dönemi, bilgisizlik dönemi diye anlaşılır. Aslında Araplar o dönemde cahil ve bilgisiz insanlar değildi. Onlar, şiir, felsefe, hitabet ve benzeri edebî ilimler hakkında geniş bilgi sahibi idiler. Cahiliye kelimesi, Arapların İslâm’dan önceki ahlaksızlıklarını, tutum ve davranışlarını İslâmî devirden ayırt etmek için kullanılmaktadır. Bu kelime, o dönemin inançsızlığını, kötü ahlâkî davranışlarını, zulüm ve haksızlıklarını yansıtmaktadır.

            Kur’an’ın nazil olmasından ve İslâm dininin Arabistan'ın her tarafına yayılmasından sonra, Arap âleminde her alanda değişiklikler meydana geldiği gibi, şiir alanında da değişiklikler meydana gelmiştir. Hz. Muhammed (sav.), çeşitli hikmetleri kapsayan Kur’an ve sünnete ters düşmeyen şiirleri normal kabul ederek teşvik etmiş ve hatta şairleri mükâfatlandırdığı da olmuştur. Artık şiirler sağlam inanç, güzel ahlak, dürüstlük ve benzeri dini konularda yazılmaya başlanmıştır.

Şiir kelimesi, Kur'an'da sadece bir yerde, şair kelimesi ise, biri çoğul olmak üzere beş yerde geçmektedir. Önce şiir, ondan sonra da şair kelimelerinin bulunduğu ayetleri birer birer ele alıp inceleyeceğiz:

                                                           وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنبَغِي لَهُ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُّبِينٌ

            "Biz ona/peygambere şiir öğretmedik. Hem bu ona gerekli de değildir. Onun söyledikleri ancak Allah'tan gelmiş bir hatırlatma, açık bir okumadır.

            Hz. Muhammed (sav.), Kur'an'ı okuduğu zaman müşrikler onun okuduğu şeylerin şiir olduğunu söylüyorlardı. Allah, onların bu söylediklerinin yanlış olduğunu ortaya koymak için bu ayeti indirdi ve peygamberine şiir öğretmediğini anlattı. Bu ayetle beraber, önce ve sonraki ayetlerde üç konu üzerinde durulmaktadır: Allah'ın birliği, peygamberlik ve ahiret. İşte bu ayette peygamberlik hakkında bilgi verilmekte ve peygamberin anlattığı şeylerin şiir olmadığı anlatılarak bir nevi savunulmaktadır. Onun anlattığı şeylerin, açıklayıcı mahiyetteki Kur'an ve Allah'ın kelamı olduğu haber verilmektedir. Bir de Hz. Muhammed (sav.)’in tebliğ ettiği bu kitap/Kur’an, Allah tarafından kendisine gönderilmiştir.

            Allah Hz. Muhammed’e (sav.) şiiri öğretmemiş. Bu, Hz. Muhammed (sav.) için bir eksiklik değildir. Aynı zamanda bu durum, şiirin kötü olduğuna dair bir delil de değildir. Eğer Hz. Muhammed’e (sav.) şiirin öğretilmemesi, şiirin kötülüğüne dair bir delil olsaydı, onun yazı bilmemesi de yazının kötülüğüne dair bir delil olması gerekirdi. Böyle bir şeyin mümkün olmadığı açıktır. Hz. Muhammed’in (sav.) şiiri bilmemesi, diğer bir ifade ile Allah'ın ona şiiri öğretmemiş olması, onun için bir fazilettir. Onun yazı ve şiiri bilmemesi, Kur'an'ın kendi uydurması olduğu yönündeki şüpheleri giderip yok etmek için bir delildir. Çünkü yazı ve şiir bilmeyen bir insanın, Kur'an gibi mükemmel bir kitabı yazması mümkün değildir. Dolayısıyla bu ayette şiir bilmenin veya bilmemenin kötü olduğuna delalet eden herhangi bir işaret yoktur.

وَالشُّعَرَاء يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُونَ {224} أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ {225} وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَ {226} إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيراً وَانتَصَرُوا مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ

           

Şairlere gelince, onlara da sapıklar uyarlar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi? Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah'ı çokça ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, hangi akibete/sonuca döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.”

            Bu ayetlerde geçen “şuarâ” kelimesi, şairler demektir ve Kur'an'ın 26’ıncı suresinin 224’üncü ayetinde bu kelime geçtiği için, bu sureye şuarâ yani şairler ismi verilmiştir.

            Bu ayetlerden önceki ayetlerde, cinlerden bahsedilmektedir. Cahiliye döneminde Araplarda her şairin bir cinninin olduğuna inanılıyordu. O zamanın insanları, şairlerle cinler arasında bir bağlantı kuruyorlardı. Dolayısıyla burada da söz konusu inanışa ima edercesine cinlerden bahsedildikten sonra şairlerden söz edilmektedir.

DEVAMI YARIN