EMİRDAĞ LÂHİKASI
ve neşrine çalışıyorlar, elbette ben bir parça istirahat etsem tembellik olmaz.
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Evvelâ: Geçen mübarek Leyle-i Berâtinizi ve gelcek Ramazan-ı Şerifinizi tebrik ederiz. Bu sene, Berat Gecesi, Nurcular hakkında çok bereketli ve kerametli olduğuna bir emaresini hayretle gördük. Şöyle ki:
Ben, Berat Gecesinden az evvel Asâ-yı Mûsa tashihiyle meşgul iken, bir güvercin pencereye geldi, bana baktı. Ben dedim: ‘’Müjde mi getirdin?’’ İçeriye girdi, güya eskiden dost idik gibi hiç ürkmedi. (Hâşiye: Evet, biz gözümüzle gördük. Evet- Nureddin, Evet- Mehmed, Evet-İsmail)
Asâ-yı Mûsa üstüne çıktı, üç saat oturdu; ekmek, pirinç verdim, yemedi; tâ akşama kaldı, sonra gitti, tekrar geldi. Berât gecesinde, tâ sabaha kadar yanımda kaldı. Ben yatarken başıma geldi, Allahaısmarladık nevinden başımı okşadı, sonra çıktı gitti. İkinci gün, ben teessüf ederken, yine geldi; bir gece daha kaldı. Demek bu mübarek kuş, hem Asâ-yı Mûsa’yı, hem berâtımızı tebrik etmek istedi.
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Kastamonu Husrev’i ve Süleyman Rüştüsü olan Mehmed Feyzi ve Emin’in, üstadlarının Kastamonu’daki hayatının bir tarihçesini, hüsn-ü zanla haddimden çok fazla senalarını tebdil etmeyerek kabulümün sebebi şudur ki: Bu günlerde Afton’un büyük memuru, bir çavuşu bana ihanete vasıta yapıp güya teveccüh-ü âmmeyi hakkımda kırarak, tâ bu vilâyet, Denizli, Isparta gibi Nurlara tam sahip çıkmasın ve Nurlar parlamasın. Gerçi ben tahammül ettim, fakat buranın yeni şâkirdlerinin teessürlerinden müteessirdim. Düşünürken, Mehmed Feyzi’nin bu samimane ve âlimane, hürmetkârane mektubu o herifin ve o âmirinin ihanetlerini yüzlerine vurup hiçe indirerek, teessüratımı tam sildi, süpürdü. Binler derece o iki bedbahttan yüksek olan iki Nurcunun böyle medih ve hürmetleri, onların kanunsuz cebir ve ihanetlerinin aynı zamanda tam tamına tevafuku; Feyzi ve Emin’in sadakatlarının bir kerameti olduğuna kanaat ettiğimdir.
Kardeşlerim!
Şimdi tebeyyün etti ki: Beni karakola çağırmak, lüzumsuz bahanelerle beni hükûmete celbetmekte maksad, ihanet ve halkın nazarında ehemmiyetsizliğin ve bana müttehem vaziyeti vermek içindi. Şimdi tahammülüm kalmadı. Mümkün oldukça oraya beni çağırmamak lâzımdır. Ceza hâkimini görünüz. Bana bir dâva vekili tarzında bir adamı bulunuz; benim bedelime lüzum olsa karakola gitsin. Yirmibeş sene münzevî bir adam, böyle ihanetkâr insanlarla görüşmek, işkenceli bir azaptır. Ben, sekiz sene, Kastamonu’da, bir tek vefa valinin ısrariyle yanına ve iki defa da polishaneye gittim. Burada sebepsiz on defadan geçti. Ben, daha gidemedim. Hem, doktordan bir rapor alınız; yoksa, bu şehre maddî ve mânevî zarardır.
Husrev’in müdafaatımda yazılan dört zelzele mes’elesini tasdik eden bu geceki şiddetli dört defa zelzele, bana ve nurlara ve bu memlekette kat’î bir suikast eseri olarak hükûmet içinde hizmetçime bağırarark bana tahkirkârane ihanet ve şetmedip ‘’Git ona söyle’’ diyen ve kaymakamın emr-i cebrîsiyle ‘’Hasta da olsa buraya getiriniz’’ bekçilere ve jandarmalara emir veren ve Afyon’un perde altındaki büyük memura dayanan karakol çavuşu, hem Nur şâkirdlerinin şevklerine, hem Nurların burada yazılmasına, hem bana ehemmiyetli sıkıntı vermesinin aynı vakitte, böyle burada görülmeyen bu şiddetli zelzelenin gelmesi gösteriyor ki; Risale-i Nur, bir vesile-i def-i belâdır; tâtile uğradıkça, belâ, fırsat bulup gelir.
Nurlara az zamanda çok hizmet eden Mustafa Osman’ın gayet tevazukârane ve mahviyetkârane mektubu, tam onun hâlisane sadakatini ve ihlâsını isbat edip onbeş senelik haslarla omuz omuza geldiğini gösterir. Zaten yazdığı Asâ-yı Mûsa Mecmuası, kuvvetli bir delildir. İşte bu dakikada bunu yazarken, yine hafif zelzele başladı.
Devam edecek